Muhsin Yazıcıoğlu, 1954 yılında Sivas'ın Şarkışla ilçesi Elmalı Köyü'nde doğdu. İlkokulu Elmalı'da, ortaokul ve liseyi Şarkışla'da okudu. Ortaokula gidebilmek için her gün köyünden ilçeye kadar yürüyordu. O dönemde yaşadığı zorluk, aslında spora yatkın bir fiziksel yapının kilometre taşları oldu. Üniversite için gittiği Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde okurken, bir taraftan da güreş, karate, judo gibi sporlar yapmaya başladı, dereceler kazandı. Aynı zamanda iyi bir at binicisiydi. Babasının atları vardı. Daha çocukluk yıllarından itibaren öğrenmişti ata binmeyi, cirit atmayı. Öyle ki köyün yanından geçen trenle yarışırdı at sırtında. Aynı zamanda rafting yapan, dağlarda yürüyüşü seven Muhsin Yazıcıoğlu, sporu yaşam biçimi olarak benimsemiş bir siyasetçiydi. BBP lideri, vefatından yaklaşık 4 ay önce yaptığımız röportajda yaşam öyküsünü tüm ayrıntılarıyla anlatmıştı:
YAZICIOĞLU ANLATIYOR: "Çiftçi bir ailenin çocuğuyum. İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi Şarkışla'da okudum. Ortaokul köyüme 5.5 kilometre mesafedeydi. Sabah-akşam bu mesafeyi yürüyerek gider dönerdim. Yani günde 11 kilometre yol yürürdüm okuyabilmek için. Babam böyle devam etmenin zor olduğunu gördü ve ortaokul son sınıfta bana bir ev kiraladı. Yaşlı bir teyzenin eviydi. Küçük bir odada kalıyordum. Han gibi büyük kanatlı bir kapısı vardı. İçerideki büyük odada teyze kalıyordu. O günlerden unutamadığım bir anımı anlatayım: Bir gün ekmek tahtasının üzerinde ders çalışıyordum. Kapı vuruldu. Bir dilenci içeri girdi. Kolunun biri yoktu. Benden Allah rızası için bir sadaka istedi. Annemin bana hazırladığı bir torba vardı. Ondan 1 tas bulgur alıp torbasına koydum. 'Çok üşüyorum. Isınabilir miyim' dedi. 'Buyur gir' dedim. Sobanın yanına geldi. Sırtını babamın getirdiği bir çuvala dayadı. Bir taraftan ısınıyor, diğer taraftan sorular soruyordu. Nerelisin, annen- baban ne yapıyor, gibi sorular. Soru sorarken bir taraftan da titrer gibi yaparak arkasındaki çuvala sürünüyordu. Sırtında pelerin gibi bir şey vardı. Meğer çuval deliciymiş. Baktım, arkasından hışş diye ses gelmeye başladı. Çuvalı delip, içindeki bulguru sırtındaki torbaya aktarmaya başlamış. 'Çekil bakalım kenara' dedim. Çekildi. Baktım gerçekten çuval delinmiş. Meğer diğer kolu da sağlammış ve arkadan çuvalı delmek için gizlemiş. Bana 'şimdi seni kıtır kıtır keseceğim' dedi. Elime keseri aldım. Yaklaştırmadım. Tam kapının önünde üstüne atladım. Kapıdan dışarı ittim ve kapıya çengeli taktım. O dışarıdan sürekli kapıya çarpıp açmaya çalıştı. Ama başarılı olamadı ve çekip gitti. Biraz sonra babam geldi. Senin neyine lazım bu yaşta yardım etmek, diye bana kızdı."
TÜRKEŞ: YURTDIŞINA KAÇ
"İhtilalden sonra, 2 ay boyunca teslim olmadım. O sırada bize radyolardan, televizyondan teslim ol, çağrıları yapılıyordu. Ankara'daydım. Yurt dışına çıkma imkanım vardı. Pasaportum hazırdı ama ben gitmedim. Ankara'da saklanmaya devam ettim. Çünkü gözaltında çok ağır işkenceler yapılıyordu. Rahmetli Türkeş gözaltındaydı. İçeriden haber gönderiyordu: 'Ağır işkence yapılıyor. Muhsin mutlaka yurt dışına gitsin' diyordu. Ama ben gitmedim... "
SOYUP, TAVANA ASTILAR" "
Gözaltına alındıktan sonra Mamak'ta C5 diye adlandırılan özel bölmede 26 gün boyunca gözlerim bağlı işkence gördüm. Filistin askısı yaptılar. Tamamen soydular. Omuzuma kalas bağladılar. Sandalyeye çıkarıp, omzumdaki kalası tavandaki çengele astılar. Sonra ayağımızın altındaki sandalyeyi itip havada asılı kalmamızı sağladılar. O haldeyken uzuvlarımıza cereyan veriyorlardı. Kış aylarıydı. Hava çok soğuktu. Ona rağmen soğuk tazyikli suyu çıplak vücudumuza veriyorlardı. Aç bırakıldık. Falakaya yatırıldık. Kaba dayağa maruz kaldık. Bunların hepsini yaptılar. Çıplak halde araba tekerinin içine koyup itiyorlardı. "İşkenceden çıkıp cezaevine girerken doktor kontrolünden geçtim. Ayağımdaki tırnaklar çıkmıştı. Falaka yüzünden. Kafam yarık, parmağımda cereyan verildiği için telin bağlandığı yerler yara içinde. Tavana asıldığım için kollarımda yaralar oluşmuştu. Tüm bu işkence izleri doktor raporuyla saptanmıştı. Askeri Mahkemede işkence iddiasıyla dava açtık. Ama mahkeme, bu yaraların işkenceden mütevellit meydana geldiğine dair bulguya rastlanmadığına karar verdi. Nasıl olmaz. Biz içeri girerken bunların hiç biri yoktu.
Tozlu yollardan giderken düşündüm
"Babamın elinde ne varsa hepsini satıp işçi olarak gitmesi zoruma gitmişti. O zaman tozlu yollardan gidip gelirken hep düşünmüşümdür. Almanya bizden işçi istiyor. Biz niye kalkınamıyoruz. Babam neden gitmek zorunda kaldı, diye. İşte bu düşünceler beni siyasi yola itmiştir." "Lise yıllarında Genç Ülkücüler Teşkilatı'na katıldım. Yıl 1969'du.Liseden sonra Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesini bitirdim. 1977-1978 Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı ve Ülkücü Gençlik Derneği kuruculuğu ve Genel Başkanlığı yaptım. MHP'deki Eğitimciler Grubu içerisinde yer aldım. Genel Başkan danışmanlığı yaptım. Sonra ihtilal oldu"
GURBETÇİ ÇOCUĞUYUM"
"Babam 1969 yılında çok sevdiğimiz atlarımızı ve bir tarlamızı sattı. Çok para kazanıp iş kurmak için Avrupa'ya gidecekti. Tabi oraya turist olarak gitti. Danimarka'da çalışmaya başladı. Yani ben bir gurbetçi çocuğuyum Babam güzel kıratımızı sattığında evde parasını sayıp üst üste koyuyordu. O sırada bir komşumuz eve geldi. 'Halit efendi, biraz ihtiyacımız var' diye para istedi. Yurt dışına gideceği için para kendisine lazımdı ama yine de çıkarıp verdi. Üstelik karşılığında ne bir senet, ne bir yazı aldı. Çünkü ahi geleneği bizim köyümüzde de yaşıyordu. Babamın hiç kredi aldığını bilmem. Banka nedir bilmezdik zaten.