Zekâtsızlık, Allah'a ortak koşanların vasfıdır

Kaynak Gazete
Giriş Tarihi:
Zekâtsızlık, Allah'a ortak koşanların vasfıdır
Bir önceki yazımızda açıkladığımız gibi zekât, yoksul akrabaya nafaka, fitre, kurban, oruç fidyesi, oruç ve yemin keffareti, ilk mahsul hakkı, misafir ağırlama dinî-malî görevlerimizdir.
Farz, vacip ve müekked sünnet şeklindeki bu dinî-malî görevleri, inancının şuurunda olan gerçek mü'minler, iman neşesi içinde îfa ederlerken, bilgi ve amel yoksunu mü'minler de ilgisiz kalmaktadırlar.
Görünürdeki bu farklılığın ana sebebi mülkiyete konu mallarla ilgili İslâmî ölçülere gereğince iman edilip edilmemesi, mal varlığının yeryüzündeki kulluk imtihanı gereği insana verildiği hakikatının kavranılıp kavranılmamasıdır.
Menkul ve gayr-ı menkul (taşınır ve taşınmaz) mallarla alâkalı İslâmî inancın özü şu âyetlerle özetlenebilir. ["Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır..." "Allah, rızkı dilediğine genişletir, dilediğine de daraltır..." "Rızkı genişletilenlerin malında, ihtiyacını arzeden ve edemeyen yoksullar için Hak vardır." "...Altını, gümüşü (taşınır ve taşınmaz malları) biriktirip de Allah yolunda harcamayanlara, elem verici azabı bildir."] Çok iyi bilinmelidir ki zekât, yoksul/âciz akrabaya nafaka ve fitre gibi görevleri îfa edip etmemek, yalnızca bir amel veya amelsizlik meselesi değildir.

ZEKâTSIZLIK İMANSIZLIK MIDIR?
Eğer anılan malî görevleri yapmamak, malların kader programı gereği verildiğini kabulsüzlükten ve ferdin malında toplumun sosyal yardım bekleyen kesiminin hakkı olduğuna ve bu hakkın çiğnenmesinin azab sebebi olacağına inançsızlıktan kaynaklanıyorsa mesele, îmansızlık meselesidir. İzlenebilen pratikteki sebep de budur.
Meselenin İslâm Dini'ne imanla yakın ilişkisi olduğu içindir ki, bizlerin ilk nazarda amelsizlik olarak gördüğümüz zekâtsızlık, Kur'ân-ı Kerîm'de münafıkların sıfatı ve müşriklerin vasfı olarak zikredilmektedir. (Münafık kalben inanmayan, Müşrik ise Allah'a inandığı halde onun yasalarını tanımayan veya bu yasaların uygulanması gereğini kabul etmeyen laiklerdir.) Tevbe Sûresi'nin 67. âyetinde kalplerine iman akmamış münafıkların ellerinin pek sıkı olduğuna işaret buyrulmuştur. Fussilet Sûresi'nin 6. ve 7. âyetlerinde ise ürkütücü gerçek şöylece duyurulmuştur: "Ey Peygamber! De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım. Yalnız bana şu vahiy gönderiliyor: Sizin Tanrınız ancak bir tek Tanrıdır. Onun için hepiniz O'na yönelin. O'ndan bağışlanma isteyin.
Uğrayacakları azaptan ötürü Allah'a ortak koşanların vay haline. Çünkü onlar zekât vermezler. Onlar âhireti inkâr edenlerin de ta kendileridir."
Sosyal adâleti sağlayan dinî-malî görevlere karşı ilgisizliğin ve özellikle zekâtsızlığın, münafıkların ve Allah'a ortak koşan laiklerin vasfı olmasının sebebi, hiç şüphesiz inançsızlıklarıdır. Bir diğer ifadeyle Allah'ı mülkün yegane maliki olarak görmemeleridir; rızıkların, bedenî ve rûhî özelliklerimiz gibi farklı takdir edildiğini kabul etmemeleridir ve malların kazanılmasına aracı olan zekâ, atılım ve çalışma gücünü Allah'a değil de yalnızca nefislerine mal etmeleridir.
Dinî-malî görevlerden kaçmayı münafıklığın ve kâfirliğin vasfı olarak zikrederek mevzua iman noktasından yaklaşan Kur'ân-ı Kerim, bu yaklaşımını pek çok âyette de sürdürmektedir.
Hakka Sûresi'nde malları ve otoriteleri kendilerine fayda vermediği için tutulup ateşe atılmaları emrolunacak kişilerin suçları belirtilirken, onların büyük olan Allah'a inanmadıkları ve yoksulu doyurmak için girişimde ve çağrıda bulunmadıkları açıklanmaktadır. Böylece, Allah'a inanmama ile yoksula ilgisizlik arasındaki ilişki ortaya konulmaktadır.
Mâun Sûresi'nde yetimi itip kakanın, yoksula yardım çağrısında bulunmayanın ve zekâtı engelleyenin Allah'ın huzurunda muhakeme olunacağı gerçeğini yalanlayan tip olarak tasvir edilmesi de Âhiret'e imanla dinî- malî görevler arasındaki rabıtayı belgelemektedir.
Dinî-malî görevlerle îman arasındaki bağlantı Mearic Sûresi'nde de şöylece pekiştirilmektedir: "O cehennem alevi bir ateştir. Bütün uzuvların derilerini söküp çıkarandır.
Çağırır o ateş imandan yüz çevirip de arka döneni. Bir de malları toplayıp (dinî-malî görevlerini yapmaksızın) biriktireni."

ZEKâTLILIK MÜMİNLERİN ÖZELLİĞİ MİDİR?
Kur'ân-ı Kerim, dinî-malî görevlerden kaçınma ile münafıklık ve kâfirlik arasındaki derin alakaya işaret buyururken, başta zekât olmak üzere, malî vasıflı görevlerle iman arasındaki bağlantıya da dikkatlerimizi çekmektedir.
Yüce Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim'de münafıkların eli sıkılığına karşılık, mü'minleri zekâtlı olmakla vasıflandırmaktadır. Tevbe ve Maide sûrelerinde ise zekâtlı olmayı gerçek mü'min ve dost edinilebilir olmanın şartı olarak zikretmektedir: "Eğer tevbe ederler, namaz kılarlar ve zekât verirlerse, artık dinde kardeşlerinizdir onlar. Biz âyetlerimizi bilecek bir toplum için açıklarız." (Tevbe 11) "Sizin dostunuz ancak Allah'tır.
O'nun peygamberidir. Allah'ın emirlerine boyun eğici olarak namazı dosdoğru kılan ve zekâtı veren mü'minlerdir." (Mâide 55)
Kur'ân-ı Kerim'de gerçek mü'minler ve Cennet'e girecek Müslümanlar açıklanırken, iman edici olmanın yanı sıra, daima zekât verici veya Allah için infak edici olmanın belirtilmesi de dinî-malî görevleri yapmanın imanla bağlantısını göstermektedir. Âyetler ışığında yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, dinî-malî görevlerle iman arasındaki bağlantı, apaçık bir şekilde ortadadır.
Bu gerçek belirgin iken, görevsiz ve sorumsuz yaşamadan daha azîm bir hata, elbette düşünülemez. "Malları ve mal kazandırıcı özellikleri Allah'tan ve kader programından bağımsız olarak görmek, görevsizlik ve sorumsuzluğun azaba düşürmeyeceğini sanmak" şeklinde özetlenebilecek bu inanca ilişkin hata, tarihî dönemler boyunca can ve mal yağmalaması ve tabiî âfetler şeklindeki cezaların da sebebi olmuştur.
Kur'ân-ı Kerim Zümer 49-52'de bu gerçeği şöylece açıklamaktadır: "Nankör insana bir zarar dokunduğu zaman, Bize yalvarır.
Sonra kendisine katımızdan (mal varlığı şeklinde) bir nimet verdiğimiz zaman 'Bu (mal) bana ancak bendeki bilgiden dolayı verilmiştir' der. Hayır bu mal bir denemedir. Ne var ki onların çoğu bunu bilmezler.
Bu sözü onlardan önceki (Karun gibi) ler de söylemişler de kazanmakta oldukları o mallar onlara bir fayda vermemişti. Sonuçta o kazandıkları kötülükler, onları musibete uğratmıştı.
Onların içinden, (Allah'ın isteseydi doyuracağı kişileri biz mi doyuracağız? diyerek) zulmedenlere gelince; bu zâlimlerin kazandıkları kötülükler de kendilerini çarpacaktır. Ve onlar Bizim azabımızın önüne geçebilecek de değildirler.
Allah'ın kimi dilerse onun rızkını artırmakta (kimi dilerse onunkini) kısmakta olduğunu hâlâ anlayamadılar mı? Şüphesiz rızkı rızkı artırıp-kısmakta iman edecek bir toplum için kesin ibretler vardır."
Müslüman olarak yaşamak ve can vermek isteyen insanlarımız, vahye inanmayanların ve inancının şuuruna eremeyen bilgisiz müslümanların düştüğü bu tarihî hataya düşmemeli ve kendilerini sorgulamalıdırlar.
***

Mülkün Maliki Allah olduğuna, mallar bize dinî-malî görevlerle denemeye uğratılmak için verildiğine ve toplum hakkı ödenmeyen menkuller ve gayr-i menkuller Cehennem'e yol alacağına göre, zekâtlar niçin verilmemektedir; âciz akrabaya nafaka neden ödenmemektedir? Fitre ve kurbana niçin arzuyla yaklaşılmamaktadır; neden ölümden sonra da sevapları devam edecek kalıcı hayırlara rağbet olunmamaktadır?
Yazımızı Allah'ın Resûlü'nün Sahabi Ebu Zer'in şahsında her bir mü'mine yönelttiği bir uyarı ile bitirelim: "(Ya Ebâ Zer!) Allah'ın kulluk denemesi gereği verdiği mallardan sağındaki, solundaki, önündeki ve arkasındaki insanlara dağıtarak, dinîmalî görevlerini yapanlar müstesna, zengin kişiler Kıyâmet Günü'nün (en büyük zarara uğrayan) fakirleri olacaktır."

SORULARA PEYGAMBERiMiZiN DiLiNDEN CEVAPLAR
Sabah-akşam karnını doyuracak malı olan yardım isteyebilir mi?
Allah bağlılarını artırsın- Allah'ın Resûlü Peygamberimiz Hz. Muhammed şöyle buyurdu:
- Kendisine yetecek kadarı varken (mal çoğaltmak için) isteyen-dilenen kişi ancak (azaplanacağı Cehennem) korlarını arttırmış olur.
Sordular:
- Ya Resûlallah! Kişiye yetecek miktar ne kadardır?
- Onu sabah akşam doyuracak miktardır.

Kişinin hangi malları kendisinindir?
- Salât ve Selâm üzerine olsun- Allah'ın Resûlü Peygamberimiz sahâbilerine sordular:
- Hangi birinize varisinin malı kendi malından daha değerlidir?
- Ya Resûlallah!
Şüphesiz her birimize, ancak kendi malı daha kıymetlidir.
- (İyice biliniz ki,) kişinin gerçek malı, ölümünden önce yoksul kişilere ve topluma yararlı kurumlara verdiği ve âhiret hayatında mükâfatınıalacağı) maldır.
Ölümünden sonraya bırakacağı mal ise varisin malıdır.

Kadın kocasının malından verebilir mi?
Allah'ın Resûlü şöyle buyurdu:
- Allah bütün hak sahibi varislerin mîras hakkını, belirlemiştir. Varis için (oran belirleyici) vasiyete gerek yoktur.
İyice biliniz ki, kadın kocasının malından ancak onun iznini alarak verebilir. (Bu açıklaması hayret uyandırdı da) soruldu:
- Ey Allah'ın Peygamberi! İzin almadan yiyecek bir şey de mi veremez.
-Yiyecek bir şey de veremez. Zira yiyecekler, mallarınızın en değerlisidir."

Bir Ayet
Ancak onlardan ilimde derinleşenler ile mü'minler, sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. Namazı dosdoğru kılanlar, zekatı verenler, Allah'a ve ahiret gününe inananlar; işte bunlar, Biz bunlara büyük bir ecir vereceğiz. (Nisa Sûresi/162)

Bir Hadis
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim malının zekâtını sevab umarak verirse, ona sevap verilir. Kim de zekâtını vermezse biz zekâtı ve malın yarısını (cezâlı olarak, zorla) alırız. Bu, Rabbimizin kesin kararlarından biridir Al-i Muhammed'e ondan bir hak yoktur."