Sallallahu Aleyhi Vessellem
Allah Teâlâ bizleri O'na eyledi ümmet, bütün âlemlere oldu rahmet. Efendimiz, baş tacımız, kalplerimizin, gönüllerimizin ve iki dünyamızın nuru Hz. Muhammed.
* Âlemler yaratılmazdan evvel O'nun nuru yaratıldı. Cenâb-ı Hak, Rabb, İlah oluşunun bilinmesini murad etti. Bu muradını idrak edebilecek, insanı yarattı. Cümle mevcudat ve mahlûkat insanın nazarına, idrakine ve hizmetine verildi. İnsanı da kendi hizmetine ayırdı. Kendini bildirmek için ayetler gösterdi. Bu ayetlerin bir kısmı mahlûk, yani yaratılmışlık âlemine aittir. Yer, gök, yıldızlar, canlılar, madenler, hepsi O'nun birliğine işaret eden ayetler olarak icat edildi, yaratıldı. Mahlûk olmayan ayetleri, yani yaradılışla değil ezelden var olan kelam sıfatı ve ayetleriyle insanlığa birliğini, kudretini ve güzelliğini ilan eyledi. İndirilen kitaplar ve yine peygamberlere verilen sahifeler olarak beyan ettiği bu ayetler Kur'an-ı Kerîm'de cem oldu.
İnsan, Allah Teâlâ'yı bilmek ve ayetlerini anlamak için Efendimiz'in nuruna muhtaçtır.
* Bu yaradılış macerasında insan bilmek, bulmak ve olmak üzere hayat dershanesine sevk edildi. Kaderde ve ruhlar âlemindeki kendisine verilmiş olan yazılım programını ancak bahşedilmiş "nur" ile anlayabilir ve hayata geçirebilirdi. Bu sebepten ilk yaratılan Efendimiz (s.a.s.)'in nurudur ve bundan dolayıdır ki Efendimiz, Peygamber ve insanlara imam ve rehber olmuş, cümle yaratılmışlara ve âlemlere bu nur ile rahmet kılınmıştır.
* Tirmizi'de geçen bir hadis-i şerifte Efendimiz "Âdem toprak ile su arasındaydı, ben peygamberdim" buyurarak bizlere lütuf ve merhametle açıklamada bulunmuştur. "
O" yaratılış olarak evvel, bu âleme gönderiliş olarak sonradır. Bir fermanın sonundaki imza gibi Cenâb-ı Hak, O'nunla peygamberlerin ve insanların derecesini ilan etmiştir.
* İnsanlar yaratılış olarak cinlerden bile sonradır, yani en son yaratılmıştır. Bu ilk bakışta uzaklık gibi görünse de aslında bu sonuncu olma durumu, istenilen neticeyi göstermek içindir. Bir ağacın meyvası, tohumluk sürecinden itibaren düşünürsek en sondur. Fakat tohumun atılmasından murad ve maksut, o meyvayı elde etmektir. Aynı zamanda meyvada, tohum da saklıdır. Yani evvelki safha ile son murad olunan safha, meyvada kendini gösterir, bilinir ve beraberce bulunur. İşte bu misalde olduğu gibi Efendimiz (s.a.s.) peygamber ve nebilerin sonuncusu olarak gönderilmiştir. Hem kâinatın ilk nüvesi olan nur, hem bütün peygamberlerde mevcut olan ve intikal ederek gelen ilahi nur ve sır Efendimiz (s.a.s.)'de cem olmuş, Cenâb-ı Hakk'ın marifeti aşikâr olarak bilinmiş, Efendimizde zirve haline getirilmiştir. Efendimize indirilen Kur'an-ı Kerîm de böyle değil midir? Bütün Cenâb-ı Hakk'ın kelamı, Kur'an-ı Kerîm'de cem olmuş ve insan için meçhul bir şey bırakmamıştır.
Bizi O'na ümmet eylediği için Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd ederiz.
* Sahih senetle aktarılan üç ayrı hadis-i şerifte ilk yaratılış hakkında şu malumat verilir. Bir hadis-i şerifte "Allah Teâlâ ilk önce (ashabı kerime hitap ederek) sizin peygamberinizin nurunu yarattı" bir başka hadis-i şerifte "Cenâb-ı Hak ilk önce aklı yarattı" bir başka hadisi şerifte ise "Allah (c.c.) ilk önce kalemi yarattı" buyurmuşlardır. Âlimler bu hadis-i şeriflerin hepsinin sıhhatli oluşundan ötürü şu izahı yapmışlardır. "Burada zikredilen üç ayrı yaratılış safhasıdır ve hepsi de doğrudur. Fakat öncelik ve sonralık durumuna göre değerlendirilirse, Allah Teâlâ ilk önce Efendimizin nurunu yarattı çünkü bunu destekleyen başka hadis-i şerifler ve ayet-i kerimeler vardır. Sonra aklı yarattı, sonra da kalemi yarattı." Bu açıdan düşünürsek Cenâb-ı Hakk'ın bizi böyle bir zatın ümmeti kılması ve ruhlar âlemindeki taksimatta bizi Ümmeti Muhammed olarak takdir etmesi, şükrü asla ödenemeyecek en büyük lütfudur. O'nun nuru, sünneti ve rızası olmadan ne insan, ne Kur'an, ne de Allah Teâlâ anlaşılamaz.
* Cenâb-ı Hak, Kur'an-ı Kerîm'inin birçok yerinde Resulullah Efendimiz'e itaat etmeyi, tâbi olmayı, O'na hürmet ve edeple riayet etmeyi, çok açık bir şekilde zikretmiştir. Hatta kendi rızasını, bahşetmiş olduğu imanın devamını ve tamamını ve sevgisine mazhar olunmayı Efendimiz (s.a.s.)'e tâbi olmakla mümkün olacağını beyan etmiştir.
* Bizlere Kur'an-ı Kerîm'i, iman ve İslam'ı O öğretti ve bildirdi.
* Efendimiz (s.a.s.) "ayet" demese biz bilemeyecektik. Kur'an kendisine indirilmese, bizler okuyamayacak, öğrenemeyecek, bilemeyecek ve bulamayacaktık. Bütün insanların ve peygamberlerin şerefi Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)'le parıldamıştır. Allah Teâlâ, iman, tevhid, O'nun vesilesiyle malum olmuştur. Sonraki hayatımız olan ahiretimizi ve kıyametimizi O'nunla öğrenmiş ve meçhul olan hiçbir şey kalmamıştır. Aslında insanın kıyameti, her şey ayan beyan ortaya koyulduğu için, gizli saklı hiçbir şey kalmadığı için, Efendimiz (s.a.s.)'in teşrifiyle vuku bulmuştur. Efendimizi sevmek; muhabbet etmek, Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak ve Kur'an-ı Kerîm'in hitabını duyup anlayabilmek için en önemli, yegâne yoldur. (devam edecek)
* * *
* "Kıyamet günü bana en yakın olanlar ve şefaatime hak kazananlar, benim üzerime en fazla salavat getirenlerinizdir." (Tirmizi)
* "Her kim benim üzerime salavat getirirse, Allah bu yüzden ona on misli mağfiret eder." (Ebu Davud)
* "Günlerin en faziletlisi cuma günleridir. O gün benim üzerime çok salavat getiren. Zira sizin salavat ve selamlarınız melekler vasıtasıyla bana ulaştırılır." (Ebu Davud)
* "Yanımda ben anıldığım halde üzerine getirmeyen adamın yüzü yere sürtülsün hakarete uğrasın." (Tirmizi)
* "Adım anıldığında salavat getirin ve dua edin. Zira nerede olursanız olun, salat ve selamlarınız bana ulaşır." (Ebu Davud)
* 'Sizden biri dua edeceği vakit Rabbine hamd ve sena ile başlasın. Sonra Nebi'ye salât etsin. Sonra dilediği şeyi istesin' buyurdu." (Tirmizi)
* 'Kuşkusuz ki dua, gök ile yeryüzü arasında durdurulur ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e salât edinceye kadar duadan hiçbir şey çıkmaz.' (Tirmizi)
* * *
GÖNÜL SAHİFESİ
Evliyaullahdan Süfyan-ı Sevri (K.S.) Hazretleri der ki: Ben Hac'da idim. Kabe-i Muazzamayı tavaf ederken bir delikanlı gördüm ki;
Kabe'de, Arafat'da ve Müzdelife'de, Mina'da ve Kabetullahı tavafta salavatdan başka hiç bir dua okumadı.
Ancak Nebiyy-i Muhtereme salat ü selam etti. Kendisine münasip bir zamanda, münasip bir lisan ile:
- Arkadaş, her yerin bir duası vardır.
Eğer bilmiyorsan sana talim edeyim, dedim.
- Hepsini biliyorum. Başımdan geçen bir hadiseyi sana haber vereyim de, ne için dua okumadığımı ve yalnız Âlemlerin Efendisi'ne salat ü selam getirdiğimin sebebini görün dedi ve anlatmaya başladı :
- Biz Horasan ehliyiz. Hac kafilesi Horasan'dan kalktı . Ben de babam ile farz olan vazifeyi eda için kafileye katıldım. Vakta ki, dağlar, dereler aştık ve Kufe şehrine vardık. Pederim rahatsızlanıp gece yarısı ahirete göçtü, üzerini örttüm.
Kimseyi rahatsız etmemek için Allah'a tevekkül edip için için ağlayarak oturdum. Bir aralık, beni bu gurbet illerinde yalnız bırakan babamı tekrar görmek istedim. Bir de yüzünden örtüyü kaldırdım ki, babamın başı eşek başına dönmüştü.
Ben, bu hali görünce ne yapacağımı şaşırdım. Ne yüzle bunu ahaliye söyleyebilirdim. Böyle düşünürken bana uyku gibi, bir hal geldi. O aralık çadırın kapısı açılıp içeriye yüzü örtülü bir zat girdi ve yüzünden nikabını kaldırdı , bana dedi ki :
- Ne kadar üzüntülüsün. Bu ne büyük gam böyle ? Ben cevaben : - Efendim, bu başıma gelen saadet değildir ki; gamsız olayım. Hem ben gamlı olmayayım da kimler gamlansın? Dedim.
Hemen yürüdü, babamın yattığı yere varıp; üzerinden örtüyü çekip babamın yüzünü mesh eyledi. Ben de kalktım baktım ki; babamın yüzü eskisinden de güzel; ayın ondördü gibi nurlanmış parlıyor. Bu mucizeyi görünce o zatı mukaddese yaklaşıp :
- Siz kimsiniz? Ey iyilik seven insan! diye sorduğumda :
- Ben Muhammed Mustafayım (s.a.s.) deyince :
Nedir bu hal, Allah aşkına bana söyleyin! diye mübarek ayaklarına kapandım, ve ağlayarak niyaz ettim.
Bana lutf ile dedi ki :
Senin baban tefeci idi, faiz yerdi. Tefecilik yapanlara hüknullah budur. Ya dünyada, veyahut ahiretde eşek suretine girse gerektir. Amma, Allahü sübhan senin babanı bu surete dünyada iken koydu. Buna mukabil babanın dünyada iken iyi bir hasleti , adeti vardı. Yatağına yatmadan evvel her gece, bana yüz salavat okurdu. Vakta ki; bana babanın bu hale geldiğini; ümmetimin verdiği salatı bana ulaştıran Melek tarafından haber verilince, hemen Allah'tan bana salat okuyan baban için şefi'i olmayı istedim, müsaade olundu, ben de geldim, şefaat ile babanı bu halden kurtardım, dedi .
-Ben de bundan böyle hiç bir dua etmem, ancak Resule salat ü selam ederim, diye ahdettim. Zira, Resule salat ü selamın dünya ve ahirette insana kâfi geleceğini anladım, dedi.
* * *
AYET-i KERiME
* "Allah'ı ve melekleri, Peygambere (daima) salât etmektedir. Ey inananlar, siz de ona salât edin; içtenlikle selâm edin.
" Ahzab 56
* * *
Hz. İnsan'dan insana sesleniş
HADiS-i ŞERiF
"Bir gün Ubey b. Ka'b (r.a.), Efendimiz (s.a.s)'e sordu:
"- Ya Rasulallah! Ben sana çok salavat-ı şerife getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?".
"- Dilediğin kadar yap." buyurdu.
"- Dualarımın dörtte birini salavat-ı şerifeye ayırsam, uygun olur mu?" diye sordum.
"- Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur." buyurdu
. "- Öyleyse duamın yarısını salavat-ı şerifeye ayırayım." dedim.
"- Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla yaparsan senin için hayırlı olur." buyurdu.
Ben yine: "- Şu halde üçte ikisi yeter mi?" diye sordum.
"- İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için iyi olur." buyurdu.
"- Öyleyse duaya ayırdığım zamanın hepsinde sana salavat-ı şerife getirsem nasıl olur?" deyince:
"- O takdirde Allah bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını bağışlar." buyurdu."
Tirmizî
* * *
SORDUM ÖĞRENDİM
* Bir kişi abdestsizken salavat-ı şerife okuyabilir mi?
Abdestliyken hususi olarak okuduğu, yani ders gibi yaptığı salavat-ı şerifenin haricinde bir kişi abdestsizken de salavat-ı şerife çekebilir. Unutulmamalıdır ki abdest, zahiri bir temizlikten ibaret değildir. Manevi bir temizlenmedir. Dolayısıyla bunu da düşünmek yerinde olacaktır..
* * *
"Allah'ım! Muhammed'e (s.a.s.) ve Muhammed (s.a.s.)'in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim'e ve İbrahim'in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye layık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin."
Âmin.