Oruç ayetini saptırdılar

Yüce dinimiz İslamiyet, kolay, makul ve sağduyulu bir dindir. Ancak din adamlarımız genel olarak İslamiyet'i zorlaştırmışlar, akıl ve mantık dışı ve insanın doğasına aykırı bir görünüm içine sokmuşlardır.

Giriş Tarihi 13 Temmuz 2010, 00:00 Güncelleme 14 Ekim 2010, 11:43
Oruç ayetini saptırdılar

İÇİNDEKİLER

Din adamlarımız bunu kendilerince halkı daha çok dindar hale getirmek için, iyi niyetle yapmışlardır. Ancak farkında olmadan, kraldan daha fazla kralcı olmak, kendisini Allah'ın savcısı ya da avukatı sanmak gibi psikolojik bir davranış içine girmişlerdir. Bu duygu ile bir taraftan insanların sırtına daha çok görev yüklemeye, bir taraftan da mevcut emir ve yasakları daha çok zorlaştırmaya çalışmışlardı. Sonuçta, ağırlaştırılmış görevleri taşıyamayan insanlar, haliyle sırtlarından hepsini birden indirivermişlerdi. Bu defa da din adamlarımız, onları ağır eleştiri ve suçlama oklarına hedef yapmışlardır.

Oruç, işkence değildir
İşte hoca efendilerin anlamını saptırdıkları ayetlerden biri de, oruç ayetidir. Evet ayetin anlamını saprırarak orucu birçok kimse için işkence, birçokları için de iş veya üretim kaybı nedeni haline getirdiler. Oysa ayete göre, oruca zorlanan kimseler ile oruç nedeniyle iş kaybına, üretim zararına uğrayan kimseler, oruç tutmayabilirler, yerine fidye verirler. Ne acıdır ki, hoca efendilerin, oruç ayetini saptırmaları nedeniyle oruçla ilgili çok önemli sıkıntılar oluşmuştur. Bir kısım insanlar, zorlana zorlana oruç tutmuşlar, oruç onlar için bir çeşit işkence haline gelmiş, dolayısıyla da, orucun manevi ibadet hazzı ve ruhaniyeti kaybolmuştur.

Fidye konusu örtüldü...
Bir diğer zorlanan veya iş ve üretim kaybına uğrayan kimseler ise, vicdanı rahatsız olduğu halde orucu tutmamış, yerine fidye de vermemişlerdir. Çünkü, fidye konusu örtülmüş, Müslümanlar'a açıklanmamıştır. Halbuki bu türlü zorlanarak oruç tutmayanlar, yerine fidye vermiş olsalardı, hem vicdanları rahat ederdi, hem de fidye ile bir yoksulun sevindirilmesiyle, sosyal bir dayanışma yaşanmış olurdu. Bir başka grup ise, zorlanarak, üretim kaybına uğrayarak oruç tutmaya devam etmiş, sonuçta hem kendilerine, hem de ülkeye zarar vermişlerdir. Halbuki bütün bunlar için, Kur'an-ı Kerim kolaylık getirmiş, oruç tutmayıp yerine fidye verme esasını koymuştur. Ne hazındir ki, Allah'ın verdiği kolaylığı, hoca efendiler engellemişler, ayetin anlam ve yorumunu saptırarak, kolaylığı ortadan kaldırmışlardır. Şimdi oruç ayetinin anlamının nasıl saptırıldığını görelim: Kur'an-ı Kerim'de, Bakara Suresi'nin 183, 184 ve 185. ayetleri, oruç ve Ramazan ayından ve bunlarla ilgili hükümlerden söz etmektedir. 183. ayet orucun farz olduğunu, 184. ayet hasta ve yolcuların başka zamanlarda oruç tutmalarını ve oruca zorlanan kimselerin oruç tutmayabileceklerini, yerine fidye vereceklerini, 185. ayet ise Ramazan ayının faziletini ve Allah'ın insanlara kolaylık istediğini, zorluk istemediğini açıklamaktadır.

Ayetleri saptırdılar
Konunun daha iyi anlaşılması için, oruçla ilgili sözkonusu 3 ayetin önce anlamını sunalım, sonra nasıl saptırıldığını ayrıntılı bir biçimde açıklayalım. Bakara Suresi'nin 183, 184 ve 185. ayetleri; "Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ola ki korunasınız. (183) Ona (oruca) takat yetirenler (zorlanarak oruç tutanlar) üzerine bir yoksulu doyurmak fidyesi gerekir. Her kim de fidyeyi iyilik olarak artırırsa (mesela 2 yoksulu doyurursa) kendisi için daha hayırlıdır. Bununla beraber (Oruç tutmayıp fidye vermek caiz olmakla beraber) oruç tutarsanız, tutmanız sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz. (184) O Ramazan ayı ki, insanlar için kılavuz olan, hidayet belgeleri ve eğriyi doğruyu ayırt edici olan Kur'an o ayda indirildi. Sizden her kim bu aya (Ramazan'a) erişirse, orucunu tutsun. Her kim hasta olursa veya yolculuk üzeri bulunursa, sayısınca diğer günlerde(tutsun) Allah size kolaylık diler. Size zorluk dilemez, sayıyı tamamlıyasınız ve Allah'ın size hidayet eylediği üzere Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz diye, ola ki şükredesiniz" (185) Ayetin bu bölümünü şu şekilde yorumlamışlardır. "Oruca gücü yetmeyenler, yani çok ihtiyarlar ile iyileşmesi umulmayan ağır bir hastalığa yakalananlar oruç tutmazlar, bunun yerine fidye verirler" demişlerdir. Bütün tefsir ve meallerde ayet böyle manalandırılmıştır. Dolayısıyla bütün ihmihal kitaplarında da konu böyle açıklanmıştır. Hoca efendiler de vaazlarında bu doğrultuda beyanda bulunmuşlardır.
Halbuki bir defa, oruç tutmaya asla gücü yetmeyecek kadar ihtiyar ve iyileşemeyecek hastalara oruç tutmak farz olmaz ki, onların oruç tutmadıkları için fidye vermeleri gerekmemektedir.

Fidye, genç sağlıklı kişilerli ilgilidir
Hacca gitmeye gücü yetmeyen fakire hac yapmak farz olmadığı gibi, oruca asla güçü yetmeyecek olan kimseye de oruç farz olmaz. Dolayısıyla 184. ayetin, oruç tutmayıp yerine fidye vermekle ilgili bölümü, genç ve sağlıklı fakat oruç tutmak kendisine zor gelen kimselerli ilgilidir. Zorlanma ise, orucun kendisine zor geldiğini dair kişinin kendi vicdanında vereceği karar ile oluşur. Çünkü onu bir Allah, bir de kendisi bilir. Zor geliyor diyorsa, zor geliyordur. Bu gibi kimseler oruç tutmayabilirler ve yerine fidye verirler. Çünkü dinde zorluk yoktur. Oruç ayetinin sonunda da "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez" diye beyan edilmiştir. Ancak hoca efendiler, oruç ayetinde söz konusu saptırma ve zorlaştırmayı yapabilmek için, ayetin ilgili bölümünün anlamını tersine çevirdiler. Olumlu cümleyi, olumsuz hale getirdiler. Bunun içinde ayetin ilgili kısmını tercüme ederken, araya bir "La" olumsuzluk eki sokuşturdular. Şöyle ki, Bakara Suresi'nin 184. ayetinin ilgili bölümündeki "Yutikunehu" ifadesinin başına "La" ekleyerek, "La yetikunehu" yaptılar. Arapça'da takat kelimesi birşeye zorlanarak güç yetirmek anlamına gelir. Ayette "Yutikunehu" yani oruca zorlanarak güç yetirenler, fidye versinler deniliyor. Hoca efendiler bunu güç yetiremeyenler şeklinde manalandırdılar. Bu kimselerin de iyileşmez hastalar ile çok yaşlı ihtiyarlar olduğunu söylediler. Halbuki oruca hiç güçü yetmeyen yaşlı ve hastalara oruç tutmak farz değildir ki, yerine fidye versinler. Aksi halde, fakire de zekat vermek ve hacca gitmek farz olurdu. Böyle bir durum ise, abestir ve İslam'ın mantığına ters düşer.

Ayetin sonuna dikkat edelim
Oruç tuttuğu zaman işlerini kaybetme tehlikesinde olanlar, üretim zararına uğrayanlar, doktor, asker, hukukçu, gazeteci gibi beyin işiyle meşgul olanlar, ya da ağır beden işinde çalışanlar, oruç tuttukları taktirde beden ve beyin güçleri azalıyorsa, tutmazlar, yerine fidye verirler. Çok önemli bir husus ise, ayetin anlamının bizim anlattığımız gibi olduğuna apaçık ortaya koymaktadır. O da, ayetin sonundaki "Bununla beraber, yani oruç tutmayıp da fidye vermeniz caiz olmakla beraber, oruç tutmanız siniz için daha hayırlıdır" ifadesidir. Bu söz konusu kişinin, biraz zorlanırsa oruç tutabileceği anlamına gelir. Ama zorluğa katlanamıyor, "Ben tutamıyorum, bana zor geliyor" diyorsa bu kişi oruç tutmaz, yerine fidyesini verir. Kur'an-ı Kerim, bu hakkı ona tanımış, bu kolaylığı göstermiştir. İsteyen bundan istifade eder, isteyen etmez ve zorlanarak da olsa orucunu tutar.

***
Ayete göre, oruca zorlananlar ile oruç nedeniyle iş kaybına, üretim zararına uğrayalar, oruç tutmayıp, yerine fidye verirler.
***
"Allah'ın rızası, anne ve babanın rızasındadır. Allah'ın öfkesi de anne babanın öfkesindedir." (Hadis-i Şerif)
***
De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O'na) doğrultun. Dini Allah'a has kılarak O'na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz." (A'raf Suresi: 29)