Kendini feda etti!

Çerkes Hasan, güvenlik toplantısını basarak Serasker Avni Paşa ile birlikte 5 kişiyi kurşunlayıp doğradı. Yakalanınca "Bu eylemi, artık kimsenin darbeye teşebbüs etmemesi için yaptım"

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 01 Aralık 2012 Güncelleme 01 Aralık 2012, 05:28
Kendini feda etti!

İÇİNDEKİLER

Toplantı salonunu kan gölüne çevirdikten sonra dışarı çıkarken taburdan koşan askerler Hasan Bey'i yakaladı. Ama tam götürürlerken çizmesinden bir revolver daha çekti. Yaver Kolağası Şükrü Bey'i de öldürdü. Sonuç: 5 ölü, 8 yaralı... Eniştesi Sultan Aziz'in intikamını aldığını düşünen Hasan Bey yaralı olarak Serasker Kapısı'na sorguya götürülür. Yaralarını tedavi için gelen hekime "Beni ya asacaklar ya da kurşuna dizecekler, tedavi abestir" diyerek tedaviyi reddetti. Sorgusunda eniştesi Sultan Aziz'in hal' edilmesi (tahttan indirilmesi) ölümü nedeniyle Hüseyin Avni Paşa'ya kini olduğunu söylemişti. Ama söyledikleri sadece bundan ibaret değildi. Avni Paşa dışında Ahmet Paşa'yı da öldürmeye kararlı olduğunu, bu eylemi Sultan Aziz'in cenazesi sırasında yapmayı düşündüğünü ama kutsal saydığı II. Mahmut türbesinde saygısızlık olacağı için vazgeçtiğini de belirtti.

DUT AĞACINDA ASILDI
Çerkes Hasan, bu yaptığının ders olmasını, bu eylemiyle de kimsenin bundan sonra "Padişah hal" etmeye cesaret edememesini de istemişti. Ayrıca kimsenin bir güvenlik teminatı olmadığını, istenirse herkesin öldürülebileceğini ve de korumanın ne kadar zayıf olduğunu da ispat etmişti. Gerçekten de o günden sonra herkes çok daha dikkatli olmaya, iyice korunmaya ve silah taşımaya başlamıştı. Çerkes Hasan, 17 Haziran Cumartesi sabahı, sorgulandığı kapının yanındaki dut ağacına asılarak idam edildi.

MEZARINA YAZILAN MESAJ
Edirnekapı Mezarlığı'nda Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılan mezarındaki, "Velinimeti uğruna canını feda eden" ibaresinin bulunduğu kitabe yıkılmıştır. Asıldığı dut ağacı da II. Abdülhamid tarafından kestirilmiştir. Mithat Paşa'nın konağı ise 1891'de yıkılıp, bahçesi arsa olarak satılmıştır. Kurşunların deldiği perdeler dâhil eşyası ilk eşi tarafından İzmir'e götürülmüş, ölümü sonrası bu eşyalar da kaybolmuştur.

* * *
SELiMiYE KUMAŞI
ABDÜLAZİZ'in amcası Sultan III. Selim'in isminden gelen Selimiye semtinde dokunan bu kumaş, "Selimiye Kumaşı" olarak biliniyor. Zarif bir kumaş olarak tarif ediliyor. Bu kumaştan yola çıkılarak III. Selim için, "Bir padişahta olması gereken sertlik olmadığı için..." diye tarihe kayıt düşülüyor. "III. Selim'de bir ben daha var, padişahlığından içeri ki, o ben Selim'i farklı kılıyor." Galata Mevlevihane'sinin postnişini Şeyh Galip'in kucağına başını koyup şiirlerini dinliyor. Galip Dede, Sultan Selim'in kız kardeşi Beyhan Sultan'a âşıktır. Sultan Selim de Galip Dede'ye anlatıyor kimseye söyleyemediklerini... Sultan III. Selim, otuz altı yıl sonra doğan ilk şehzade... O yüzden doğumu büyük bir sevinçle karşılanıyor. Ve kendisinden önce gelen dört yaşlı padişahtan sonraki ilk genç padişah. Kendisinden çok şey bekleniyor. Sultan Selim de tarihe bir reformcu olarak geçiyor. Ne kadar başarılı olduğu tartışmalı. Ama reform yapmak, bir şeyleri değiştirmek istiyor.
Bugün Türkiye'yi anlamak ve anlatmak isteyenler; söze/yazıya Selim'le başlıyor. Dünden bugüne yansıyanları, modernleşmeyi, batılılaşmayı, çağdaşlaşmayı anlamak ve anlatmak isteyenler, Selim'den feyz alıyor. Oğuz Atay, "Türkiye'nin Ruhu"nu bitirebilseydi eğer, eminim içinde Sultan Selim de olurdu. En azından doğrudan ismi geçmese bile Selim'in ruhu da içinde olacaktı. Tutunamayanların, kahramanının isminin Selim Işık olması tesadüf müdür acaba? Yoksa ismiyle müsemma karakter Selim'in trajik sonuyla, III. Selim'in trajik ölümünün benzerliği tesadüf müdür? En azından yalnızlıkları benzer değil midir? Biliyorum, bir tarihsel süreci, tarihsel kişiliği anlamak için mukayeseli tarih anlayışına sahip olmak gerekir. Sultan Selim'i anlayabilmek için onun tahta geçiş tarihi olan, 1789'a vurgu yapmadan, Avrupa'nın altüst olduğu dönemi göz ardı etmeden O'nu anlamak da mümkün değil. Meselenin bu yönünü siyaset bilimcileri ve tarihçiler hallediyor zaten.

NEY'İ SİLAH GİBİ KULLANDI
Sultan Selim'i tam anlatmak için onun şehrin imarı için çabasını, ekmek kıtlığına karşı yaptıklarını ve daha pek çok şeyi anlatmak gerek.
Ama benim "derdim", Sultan Selim'i neden sevdiğimi, belki de "insan" Selimi sevdiğimi söylemek. Kişiliği ve "işi" arasındaki derin çelişki insan ruhunu nasıl da örseler. Üstelik bu "iş" padişahlık dahi olsa... On dört makam bulmuş. En çok bilineni suzidilara makamı. Mahlası İlhami'dir... Ney ve tambur çalıyor. Münzevi yasadığı dönemde sürekli ney üflüyor. Neyi silahı da oluyor. O kadar iktidar hırsından yoksun ki, yeğeni Şehzade Mustafa'ya haber gönderip "Tahta buyursun, uğurlu kademli olsun" diye iktidarını devrediyor. O kadar kırılgan ki, Nizam-ı Cedid'e karşı başlayan ve sonra da büyüyen ayaklanma karşısında hiç bir önlem almıyor. "Benim tebaam artık yoktur" diyerek küsüyor. İnzivaya çekiliyor. İktidarı almak için hiç bir girişimi olmamasına karşın, Sultan IV. Mustafa'nın "Varın kaydını görün" demesiyle birlikte 14 aydır münzevi yaşadığı yerde, öğle namazını kıldıktan sonra seccade üzerindeyken gelen katillerin bin bir türlü eziyetiyle 47 yaşında öldürülüyor.
Katillerin saldırılarına "tek silahı" neyiyle karşılık vermeye çalışıyor. Üstelik de boğamadıkları için kanı akıtılarak öldürülüyor. Hiç çocuğu olmuyor ve bu dünyadan "başka türlü" bir padişah olarak göçüyor. Sattıkları hep meta-i candır Aldıkları suziş-i nihandır... (Şeyh Galip)

YARIN: KANLI BİR SAYFA


TAYFUN ER