Öldürün beni

Sırplar tarafından tecavüze uğrayan birçok Boşnak kadın öldürüldü... Sağ bırakılanlar geceleri uyuyamadı, haykırarak uyandı ve psikolojileri ağır darbe aldı. Tedavi görenler ise 'Bu acıyla yaşayamam' diye isyan etti

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 23 Ekim 2010 Güncelleme 09 Aralık 2010, 15:07
Öldürün beni

İÇİNDEKİLER

Altın Portakal Film Yarışması için Antalya'ya gelen Nemenya (Emir) Kusturisa'ya gösterilen tepkilerin altında, Bosna'da tecavüze uğrayan kadınlar için söylediği şu sözler yatıyordu:
- Tecavüz olayları abartılıyor. Oysa, yaşananlara bakıldığında, bu konunun üzerinde çok az durulduğu görülüyor. Basında yazılıp çizilenler ise, sadece devede kulak.
Bosna'da son derece sistemli ve planlı tecavüz olayları yaşandı. Sayıları belli olmayan ve binlerle ifade edilen kadın ve kızın defalarca ırzına geçildi. Hatta, bu iş için özel partiler düzenlendi. Bu çirkin ve sistemli eylemden erkekler bile nasibini aldı.
Sırplar, ihtiyaçları olduğu için Boşnak kadınlara saldırmıyorlardı. Bütün hedefleri, onları aşağılamak ve bu yolla kaçmalarını sağlamaktı. Boşnak kadınları önce kendileri kullanıyorlar, ardından da arkadaşlarına ikram ediyorlardı! Sırplar, savaşın başladığı ilk gün Boşnak komşularının evlerine koşmuşlardı. Yemeğini yediği, suyunu içtiği komşularının eşlerine saldırmışlardı. Kadınlara ve kızlara peş peşe tecavüz etmişlerdi. Tecavüz mağdurlarının bazıları, Sırplar ve Hırvatlar tarafından hemen oracıkta öldürüldü. Hayatta kalan ve çocukları ya da kocasının önünde defalarca tecavüze uğrayan pek çok Boşnak kadın, ciddi psikolojik problemler yaşadı. Bazıları, başlarına gelenleri hazmedemiyor, gece uykusundan fırlayarak bağırıyordu:
- Öldürün beni, öldürün beni. Ben namusumu kaybettim, öldürün beni. Oysa, tecavüze uğradıkları için kimse tarafından suçlanmıyor ve ayıplanmıyorlardı. Boşnaklar, bu konuda da çok güzel bir dayanışma sergilediler.
İçlerinden biri bile çıkıp, tecavüze uğrayan eşi, çocuğu ve yakınını suçlamadı. Hiçbiri yaşanan tecavüz olaylarını mesele etmedi. Tam tersine tecavüze uğrayan yakınına kol kanat gerdi. Boşnak kadınlar buna rağmen yaşadıklarını kabûl edemiyorlardı. Bazıları, önüne gelene "Beni askeri eğitime gönderin" diye yalvarıyordu:
- Elime silahı alıp, onlara yaşadıklarımın hesabını sormam lazım.
Ben, Sırp öldürmek istiyorum.

SIKINTIYI TÜRKİYE ÇEKTİ
O dönemde Türkiye, Bosna mağdurlarına kol kanat geren tek ülke oldu. Boşnaklara her türlü yardım elini uzattı. Savaştan kaçan Boşnaklar için Kırklareli ve Çorlu'da iki adet misafirhane açıldı. Buralarda 10 bin civarında Boşnak misafir edildi. İçlerinde çok sayıda tecavüze uğrayan kadın da vardı.
Onlar, dertlerini Türk yetkililere anlatamıyorlar, anlatsalar da dil problemi yüzünden anlaşılamıyorlardı. Bunun üzerine özel sektörden bir hayırseverin verdiği üç katlı bir bina, bu kadınların rehabilitasyonu için yeniden dizayn edildi. Bosna ile irtibata geçirilip, tecavüz mağdurlarının tedavisi için 3 Boşnak doktor Türkiye'ye getirildi. Çok uzun süren bir tedavi dönemi yaşandı. Yine de çok başarılı olunduğu söylenemez. Kustirisa ne derse desin, Türkiye orada neler yaşandığını çok iyi biliyor.
Çünkü, bunun sıkıntısını bizzat çekti.
Yüzlerce Boşnak kadın, tecavüzü hazmedemediği için intihar edip hayatına son verdi.

İNSANLIK RAFA KALKMIŞTI
Boşnak kadınlar bu zulmü yaşarken, öldürülmeyen erkekler de toplama kamplarına dolduruldu. Buralarda sadece filmlerde görebildiğimiz insanlık dışı tablolar yaşandı. Sırplar ve Hırvatlar zulüm konusunda birbirleri ile yarıştılar. Bu toplama kamplarına doldurulanlar, çoğu zaman öldürülmeyip, hayatta bırakıldıklarına kahretti! Yalın ayak başıkabak insanlardı. Etrafı tel örgülerle çevrilmiş bir alana doldurulmuşlardı. Dayak, olağan hadiselerden biriydi. 3-4 gün aç bırakıldıkları oluyordu. Bazı günler su bile verilmiyordu. Hayvanlardan daha ilkel şatlarda yaşatılıyorlardı. Tuvalet ihtiyaçlarını bulundukları yerlerde karşılıyorlardı. Boşnaklara yemek verilmiyordu, ama zorla dışkı yedirildiği oluyordu.
Bitmedi, daha da iğrenci var: İnanılması çok zor, ama Boşnaklar'ın içinde diri diri derileri yüzülerek öldürülenler vardı. Bazılarını çenelerinden çengele takıp sallandırıyorlar, onların çırpınışlarını izleyerek içki âlemleri yapıyorlardı.
Toplama kamplarında hayatta kalanların hepsi Hint fakirlerine dönmüştü. Rahatlıkla kemikleri sayılabiliyordu. Bünyeleri zayıfladığı için çoğu hastalıktan hayatını kaybetti. Yaşayan ve o kamplardan kurtulanlar da ömür boyu taşıyacakları kalıcı hastalıklar edindiler. Laf değil, insanlık gerçekten rafa kaldırılmıştı! Ortaçağ ve Hitler zulmü geri dönmüş ve bütün Balkanlar'ı sarmıştı.
En acı olanı ise, bütün bu yaşananlar, "insan hakları" denince mangalda kül bırakmayan, bunundan kıl bile aldırmayan Batı'nın gözleri önünde, hatta verdikleri destekle gerçekleştirilmişti. Daha da ileri gidelim... Balkanlar'da yaşanan bu zulmü, Batılı ülkeler teşvik etti! Bunun binlerce belgesi ve tanığı var.
Bu insanlık dışı zulmün izleri oralarda bugün bile duruyor. İsteyen gidip yerinde görebilir.
Bosna'daki bir akü fabrikasında, Boşnaklar'ın vücutlarına geçirilen çengeller duvarda sallanıyor.
Kan izleri de yerli yerinde duruyor.
Oralara gidilip, Saraybosna'daki evlerin duvarlarındaki mermi ve Sırebrenisa'daki akü fabrikasındaki kan izlerine bakıldığında, Batının iki yüzlü tavrı daha iyi görülüyor.

İNSANÜSTÜ DiRENiŞ
Boşnaklar, Yugoslavya'nın ve Bosna'nın bütünlüğünden yanaydılar. Savaşı ve bölünmeyi düşünmedikleri için, Sırplar ve Hırvatlar gibi el altından silâh depolamamışlardı. Bu yüzden de savaşta oldukça hazırlıksız yakalandılar. Cumhurbaşkanı İzetbegoviç de iyi niyetinin ve tecrübesizliğinin kurbanı oldu. Ülkesinin bölünmemesi için verdiği tavizler, kendisine kurşun olarak geri döndü.
Başlangıçta Müslümanlarla iş birliği yapan Hırvatlar da saf değiştirip, saldırıya geçtiler. Kendi saflarında yer alan bütün Boşnakları tutuklayıp, yok ettiler. Sırların başlattığı zulme, onlar da katıldılar. Boşnaklar, iki ateş arasında kalmıştı. Boşnaklar hazırlıksız olduklarından, Sırplar son derece rahat ilerliyorlardı. Boşnak erkekleri öldürüyorlar, çenelerinden çengele asıp, üzerlerinde atış talimi yapıyorlardı. Boşnak kadınları da yanlarına alıp âlemler düzenliyorlar, defalarca ırzlarına geçiyorlardı.
Öylesine rahattılar ki, Saray Bosna'ya girip, şehri ele geçirmeye kalktılar. Ellerindeki ağır silahlar ve zırhlı araçlarla, Meclis Binası'na kadar ilerlediler. Karşılarında kendilerini engelleyecek hiçbir kuvvet yoktu. Milaçka Nehri Köprüsü'nün üzerine geldiklerinde neye uğradıklarını şaşırdılar. Bindikleri tanklar birer birer tahrip ediliyor, üzerlerine dört bir yandan roket yağıyordu. 5-6 tank kaybedince geri çekilmek zorunda kaldılar. Karşılarında büyük bir kuvvet olduğunu düşünüp, şehri terk ettiler.
Oysa, karşılarında sadece 15-20 kişi vardı. Üstelik, onlar da asker değildi. Üniforma giymiş Vatanseverler Birliği mensuplarıydı. Ellerinde de omuzdan atılan 3- 5 adet RPG 7 tipi roketatar vardı. Azdılar, genç ve tecrübesizdiler, fakat kararlıydılar. Gerekirse ölecek, ancak bir adım geri gitmeyeceklerdi.
Eğer onlar orada bulunmasaydı, Boşnaklar yeryüzünden tamamen silinecekti. Sırplar tarafından köklerine kıran sokulacaktı. Balkanlar'da çok daha büyük bir katliam yaşanacaktı. O, 15-20 kişi tarihin akışını değiştirdi! Gerçeklerle karşı karşıya kalan Boşnaklar kısa sürede şaşkınlığı üzerlerinden atıp toparlandı. Teşkilâtlanıp Sırplar'a karşı büyük bir direniş gösterdiler.