Abdülaziz'i bahçıvanlar öldürdü
İşe yeni başlayan üç hizmetli, iki binbaşının gözetiminde Sultan Aziz'in odasına girdiler. Sonra da o korkunç cinayeti işlediler. Üç lira olan maaşları, olay sonrası yüz liraya çıkartıldı
Giriş Tarihi:
Sultan Aziz'in öldürüldüğünü iddia edenlere göre cinayet özetle şöyledir: İşe yeni başlayan hizmetliler (Cezayirli Mustafa, Pehlivan Mustafa Çavuş ve Hacı Mehmet) geceyi karakol binasında geçirmişler. Sabah da yanlarında Binbaşı Necip ve Binbaşı Ali Bey'le birlikte saraya gelmişler. İçeriye de Fahri Bey tarafından alınmışlardır. (Kişiler bahsinde bu isimlerin kimler olduklarını açacağız). Sultan Aziz'in odasının önünde bekleyen harem ağalarına (Karabiber Reyhan ve Râkım) içeriye kimseyi sokmamalarını tembih ederek içeri girmişlerdir. İçeri giren altı kişiden Cezayirli Mustafa, sedirde oturan Sultan'ın bir dizine, Hacı Mehmet de öbür dizine oturmuş, Fahri Bey Sultan'ın kollarını arkadan geriye doğru çekerek tutmuş. Cezayirli Mustafa da çakıyla önce sol, sonra da sağ kolunu kesmiştir. Necip ve Ali Binbaşı da kapının önünde ellerinde kılıçla hazır beklemişti. Kan kaybı için üçbeş dakika beklenmiş, Fahri Bey ve iki harem ağası odadan sarayın diğer odalarına, dört kişi sofadan bahçeye, Cezayirli Mustafa ise odanın penceresinden bahçeye atlayarak (Marko Paşa'nın "Kuzguncuk'taki yalımdan gördüm. Pencereden bir şey düştü" demesi de pencereden atlamaya kanıt kabul edilerek) kaçmışlardı. Cinayetin içinde olan iki hazînedar kalfa da planın bir parçası olarak kapıya gelmişler ve bağırmaya başlamışlardı.
DUDAK UÇUKLATAN ZAM
Cinayet tezini savunanların en güçlü delili, işe alınan üç bahçıvanın durumudur gerçekten. Çünkü bu üç hizmetli, Sultan Aziz'in tahttan indirilmesinden sonra tahta çıkartılan V. Murat'ın yanında uzun yıllar çalışmışlardır. Tabiri caizse tahta çıkartılan yeni padişahın adamıdırlar. Son görevlerinde üç lira maaş alırken, yeni görevlerine yüz lira maaş ve otuz lira elden peşin olarak giyecek parası verilerek gönderilmişlerdir. Yüz lira, hele üç lira maaş alan birisi için çok büyük paradır. Öyle ki V. Murat'ın tahttan indirilmesinden sonra emekli olup memleketine gidene bağlanan maaş iki yüz elli kuruştur. Hiçbir vasfı olmayan, okuma yazması dahi olmayan düz işçilere bu kadar büyük para neden verilir? Bu kadar önemli ve değerli elemanlar ise, neden uzun yıllar sadakatle hizmet ettikleri V. Murat'ın hizmetinde çalıştırılmaya devam etmediler? Bir diğer husus da bu üç kişinin görevlendirilme emrinin bizzat V. Murat'ın Mabeyn Müşiri olan Damat Nuri Paşa (Sultan Abdülmecit'in kızı Fatma Sultan'ın eşi) tarafından kendilerine tebliğ edilmesidir. Bu görüşme, devlet protokolünde olağan bir işlem değildir, çünkü üç hizmetli ile Mabeyn Müşiri arasında çok büyük kademe farkı vardır.
HAREM'E NASIL GİRDİLER
Üstelik bu üç hizmetli ve dört harem ağası (Reyhan nam-ı diğer Karabiber, Nesip nam-ı diğer Rakım, Nazif ve Kenan) zorla Sultan Aziz'in hizmetine verilmişti. Pertevniyal Valide Sultan, harem ağalarının içeriye girmesine razı olmuş ama üç hizmetliyi içeriye sokmaya asla razı olmamıştı. Bu durumu "Aslanım" diye hitap ettiği (Osmanlı'da Valide Sultanlar oğluna yani padişaha "Oğlum" diyemezdi. Anneleri tarafından sultanlara en çok kullanılan hitap "Aslanım" olmuştur) Sultan Aziz'e söylememiş, daha doğrusu söyleyememişti. Çünkü Sultan Aziz'in kaldığı yer bir çeşit haremdi. Harem herkesin girmesine yasak olan yer demektir. Buraya üç erkek hizmetlinin alınması olacak iş değildi. Feriyye'de yabancı erkek olarak olağanüstü durumdan dolayı sadece Mabeynci Fahri Bey (yakın zamanda vefat eden İstanbul Üniversitesi'nin tanınmış rektörü merhum Cem'i Demiroğlu'nun dedesinin babasıdır) vardı. Normalde o da giremezdi. Örneğin, Sultan Aziz'in tahttan indirildiği gece Fahri Bey, Sultan'la görüşmek için odasına gitmeye mecbur kalınca haremdeki hadım ağası içeriye "Nöbetçi gider" diye bağırmıştı. Bunun anlamı haremdeki kadınları, "Erkek geliyor" diye uyarmaktı.
MUSTAFA ÇAVUŞ İTİRAF ETTİ
Yıldız Mahkemesi adıyla tarihe geçen ünlü yargılama sırasında sanıklardan Mustafa Çavuş, bugünkü tabirle "itirafçı" olmuştur. Dolayısıyla yargılama sonucu verilen kararın esas dayanağı da sorgulama ve mahkemedeki ifadesidir. Önce zanlı sonra da sanık olanların karşısına hep Mustafa Çavuş'un söyledikleri çıkmıştır. İtirafçı olan sadece Mustafa Çavuş değildi. Arkasından Hacı Mehmet ve Feriyye'ye 5'er lira ikramiye verilerek gönderilen harem ağalarından Reyhan ve Nesip Ağa da Sultan Aziz'in katledildiğine dair itiraflarda bulunacaktı. Kenan Ağa, Yıldız Mahkemesi'ne çıkmadan ölmüştü. Dolayısıyla ifade verememişti. 4. harem ağası ise "Yukarıya odaya çıkmama asker engel oldu, ben bir şey göremedim" demişti.
HAREM AĞALARINA SÜRGÜN
İtirafçı olan harem ağaları mahkeme sonrası Trablusgarp'a gönderilmişler, bir anlamda sürülmüşlerdi. Bu sürgün akıllara kuşku düşürmekte ve "İntihar etti" diyenlerin "Bir daha konuşmasınlar diye sürüldüler" demelerine neden olmuştur. Sorgulamalar şiddetli baskı ve zor altında olduğu için benim açımdan bir değer taşımamaktadır. Ancak Pehlivan Mustafa'nın mahkemedeki ifadesi önemlidir. Bu ifadesini Uzunçarşılı'dan okumamız gerekiyor. Çünkü ifade cinayet olduğuna dair en güçlü delidir ama aynı zamanda da ciddi çelişkileri vardır.
iSTE O iTiRAFLAR
PEHLİVAN MUSTAFA: "Sultan Murad'ın tahta cülûsundan (çıkışından) birkaç gün sonra Mahmud Paşa, beni sarayda misafir odasına çağırdı. Beni Cezayirli Mustafa ve Hacı Mehmed'le birlikte hakan-ı sabıkın (önceki Sultan Abdülaziz) yanına göndereceğini ve her birimize yüzer lira aylık tahsis ettireceğini ve buna mukabil bizim de hakan-ı müşarünileyhi (söz edilen hakanı) öldürmemiz lâzım geldiğini söyledi. "Aman efendim bu olamaz, korkarım" dedim. Bana cevaben, "Korkacak bir şey yok. Pek kolay bir iştir; ben emrediyorum, sonra ekmeğinizden olursunuz. Siz onun kol damarlarını keseceksiniz ve o da derhal ölecektir. Esasen Mabeynci Fahri Bey de size yardımda bulunacaktır" dedi.
Ben bu teklifi kabulde müşkilât çıkardım. Fakat o ısrarda bulunduğunu görünce kabul eyledim.
REİS (MAZNUNA (SANIĞA): Devam ediniz.
PEHLİVAN MUSTAFA: Aylığımızdan maada (başka) elbise yaptırmamız için hediyyeten otuzar Türk Lirası vermeyi vâdeylediler. Bilâhare Mabeyn Müşiri olan Nuri Paşa tarafından bize aynı emir verildi. Nuri Paşa bize, Mahmud Paşa'nın emirlerini îfa etmemiz lâzım geleceğini anlatarak, herkesin Sultan Aziz'den kurtulması için müşarünileyhin işini bitirmek iktiza eylediğini ilaveten söyledi. Nuri Paşa, kimseye bir şey açmayacağımıza dair bize yemin ettirdi. Sonra bizi dört haremağası ve bir yaverle Fer'iye Sarayı kurbündeki (yakınındaki) karakola gönderdiler. Harem ağaları hemen saraya alındılar. Bize gelince, karakolda kaldık. Geceyi orada geçirdik.
REİS: Günlerden ne gün idi?
PEHLİVAN MUSTAFA: Bir Cuma günü idi. Ertesi sabah Fahri Bey gelip beni karakoldan alarak saraya soktu. Bize, üzerimizde silâh bulunup bulunmadığını sordu. "Yok" demem üzerine bana beyaz saplı bir çakı verdi. Ve "Bu, iş görmeğe kâfidir" dedi.
ODAYA FAHRİ BEY GİRDİ
Sonra bizi ikinci katta bulunan Sultan Aziz'in odası önüne götürdü. Zabit, Necib ve Ali Beyler kapıda duruyorlardı. Odaya ilk giren Fahri Bey oldu. Biz de onun arkasından içeri girdik. O anda bize arkası dönük olan Sultan'ın üzerine Fahri Bey atılarak müşarünileyhi arka omuzlarından sıkıca yakaladı. Cezayirli Mustafa, Abdülaziz'in bacaklarından birisinin, Hacı Mehmed diğerinin üzerine oturdu. Ben de çakı ile sol kolunun ve sonra da sağ kolunun damarlarını kestim.
REİS: Sonra?
PEHLİVAN MUSTAFA: "Sonra kan aktı ve Sultan Aziz öldü. Çok kan akmakta olduğu için, kanı durdurmak maksadiyle yaranın üzerine bir bakır onluk koydum."
Çelişkiler çok açık ama sadece açık olan çelişkiler dışında, iki karşı iddiayı hem güçlendiren hem de zayıflatan sorular da var...
KiM KiMDiR?
HAZİNEDAR KALFA: Padişahı giydirmek, yatırıp kaldırmak gibi özel işlerine bakan cariye. Padişahın odasına yakın bir yerde yatar, geceleri de kapısında nöbet tutarlardı.
MABEYN: Kelime anlamı olarak ara demektir. Padişah sarayının harem ile dışarı arasındaki bölüm, konaklarda harem ve selamlık arasındaki bölüm. Bugün için sultanın bir çeşit çalışma ofisi denebilir. Mabeynci, padişahın dışarısıyla özellikle de sadrazamlık ile olan ilşkilerini yürütürdü. Farklı dereceleri vardı, önemli bir makamdı. FATMA Sultan'ın ilk eşi Galip Paşa, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın oğluydu. Çok genç yaşta vezir olmuştu, yakışıklılığı, iyi Fransızcası ve musikişinaslığıyla tanınırdı. Fatma Sultan'la evlendiği için Damat Ali Galip Paşa olarak tanınır. 29 Yaşındayken, bugün Baltalimanı Hastanesi olan sarayına dönerken kayıktan düşüp boğuldu. Fatma Sultan, altı ay sonra Mutasarrıf Arif Paşa'nın oğlu Nuri Paşa ile evlendirildi.
YARIN: ÇELiŞKiLER VE SORULAR...
TAYFUN ER
DUDAK UÇUKLATAN ZAM
Cinayet tezini savunanların en güçlü delili, işe alınan üç bahçıvanın durumudur gerçekten. Çünkü bu üç hizmetli, Sultan Aziz'in tahttan indirilmesinden sonra tahta çıkartılan V. Murat'ın yanında uzun yıllar çalışmışlardır. Tabiri caizse tahta çıkartılan yeni padişahın adamıdırlar. Son görevlerinde üç lira maaş alırken, yeni görevlerine yüz lira maaş ve otuz lira elden peşin olarak giyecek parası verilerek gönderilmişlerdir. Yüz lira, hele üç lira maaş alan birisi için çok büyük paradır. Öyle ki V. Murat'ın tahttan indirilmesinden sonra emekli olup memleketine gidene bağlanan maaş iki yüz elli kuruştur. Hiçbir vasfı olmayan, okuma yazması dahi olmayan düz işçilere bu kadar büyük para neden verilir? Bu kadar önemli ve değerli elemanlar ise, neden uzun yıllar sadakatle hizmet ettikleri V. Murat'ın hizmetinde çalıştırılmaya devam etmediler? Bir diğer husus da bu üç kişinin görevlendirilme emrinin bizzat V. Murat'ın Mabeyn Müşiri olan Damat Nuri Paşa (Sultan Abdülmecit'in kızı Fatma Sultan'ın eşi) tarafından kendilerine tebliğ edilmesidir. Bu görüşme, devlet protokolünde olağan bir işlem değildir, çünkü üç hizmetli ile Mabeyn Müşiri arasında çok büyük kademe farkı vardır.
HAREM'E NASIL GİRDİLER
Üstelik bu üç hizmetli ve dört harem ağası (Reyhan nam-ı diğer Karabiber, Nesip nam-ı diğer Rakım, Nazif ve Kenan) zorla Sultan Aziz'in hizmetine verilmişti. Pertevniyal Valide Sultan, harem ağalarının içeriye girmesine razı olmuş ama üç hizmetliyi içeriye sokmaya asla razı olmamıştı. Bu durumu "Aslanım" diye hitap ettiği (Osmanlı'da Valide Sultanlar oğluna yani padişaha "Oğlum" diyemezdi. Anneleri tarafından sultanlara en çok kullanılan hitap "Aslanım" olmuştur) Sultan Aziz'e söylememiş, daha doğrusu söyleyememişti. Çünkü Sultan Aziz'in kaldığı yer bir çeşit haremdi. Harem herkesin girmesine yasak olan yer demektir. Buraya üç erkek hizmetlinin alınması olacak iş değildi. Feriyye'de yabancı erkek olarak olağanüstü durumdan dolayı sadece Mabeynci Fahri Bey (yakın zamanda vefat eden İstanbul Üniversitesi'nin tanınmış rektörü merhum Cem'i Demiroğlu'nun dedesinin babasıdır) vardı. Normalde o da giremezdi. Örneğin, Sultan Aziz'in tahttan indirildiği gece Fahri Bey, Sultan'la görüşmek için odasına gitmeye mecbur kalınca haremdeki hadım ağası içeriye "Nöbetçi gider" diye bağırmıştı. Bunun anlamı haremdeki kadınları, "Erkek geliyor" diye uyarmaktı.
MUSTAFA ÇAVUŞ İTİRAF ETTİ
Yıldız Mahkemesi adıyla tarihe geçen ünlü yargılama sırasında sanıklardan Mustafa Çavuş, bugünkü tabirle "itirafçı" olmuştur. Dolayısıyla yargılama sonucu verilen kararın esas dayanağı da sorgulama ve mahkemedeki ifadesidir. Önce zanlı sonra da sanık olanların karşısına hep Mustafa Çavuş'un söyledikleri çıkmıştır. İtirafçı olan sadece Mustafa Çavuş değildi. Arkasından Hacı Mehmet ve Feriyye'ye 5'er lira ikramiye verilerek gönderilen harem ağalarından Reyhan ve Nesip Ağa da Sultan Aziz'in katledildiğine dair itiraflarda bulunacaktı. Kenan Ağa, Yıldız Mahkemesi'ne çıkmadan ölmüştü. Dolayısıyla ifade verememişti. 4. harem ağası ise "Yukarıya odaya çıkmama asker engel oldu, ben bir şey göremedim" demişti.
HAREM AĞALARINA SÜRGÜN
İtirafçı olan harem ağaları mahkeme sonrası Trablusgarp'a gönderilmişler, bir anlamda sürülmüşlerdi. Bu sürgün akıllara kuşku düşürmekte ve "İntihar etti" diyenlerin "Bir daha konuşmasınlar diye sürüldüler" demelerine neden olmuştur. Sorgulamalar şiddetli baskı ve zor altında olduğu için benim açımdan bir değer taşımamaktadır. Ancak Pehlivan Mustafa'nın mahkemedeki ifadesi önemlidir. Bu ifadesini Uzunçarşılı'dan okumamız gerekiyor. Çünkü ifade cinayet olduğuna dair en güçlü delidir ama aynı zamanda da ciddi çelişkileri vardır.
iSTE O iTiRAFLAR
PEHLİVAN MUSTAFA: "Sultan Murad'ın tahta cülûsundan (çıkışından) birkaç gün sonra Mahmud Paşa, beni sarayda misafir odasına çağırdı. Beni Cezayirli Mustafa ve Hacı Mehmed'le birlikte hakan-ı sabıkın (önceki Sultan Abdülaziz) yanına göndereceğini ve her birimize yüzer lira aylık tahsis ettireceğini ve buna mukabil bizim de hakan-ı müşarünileyhi (söz edilen hakanı) öldürmemiz lâzım geldiğini söyledi. "Aman efendim bu olamaz, korkarım" dedim. Bana cevaben, "Korkacak bir şey yok. Pek kolay bir iştir; ben emrediyorum, sonra ekmeğinizden olursunuz. Siz onun kol damarlarını keseceksiniz ve o da derhal ölecektir. Esasen Mabeynci Fahri Bey de size yardımda bulunacaktır" dedi.Ben bu teklifi kabulde müşkilât çıkardım. Fakat o ısrarda bulunduğunu görünce kabul eyledim.
REİS (MAZNUNA (SANIĞA): Devam ediniz.
PEHLİVAN MUSTAFA: Aylığımızdan maada (başka) elbise yaptırmamız için hediyyeten otuzar Türk Lirası vermeyi vâdeylediler. Bilâhare Mabeyn Müşiri olan Nuri Paşa tarafından bize aynı emir verildi. Nuri Paşa bize, Mahmud Paşa'nın emirlerini îfa etmemiz lâzım geleceğini anlatarak, herkesin Sultan Aziz'den kurtulması için müşarünileyhin işini bitirmek iktiza eylediğini ilaveten söyledi. Nuri Paşa, kimseye bir şey açmayacağımıza dair bize yemin ettirdi. Sonra bizi dört haremağası ve bir yaverle Fer'iye Sarayı kurbündeki (yakınındaki) karakola gönderdiler. Harem ağaları hemen saraya alındılar. Bize gelince, karakolda kaldık. Geceyi orada geçirdik.
REİS: Günlerden ne gün idi?
PEHLİVAN MUSTAFA: Bir Cuma günü idi. Ertesi sabah Fahri Bey gelip beni karakoldan alarak saraya soktu. Bize, üzerimizde silâh bulunup bulunmadığını sordu. "Yok" demem üzerine bana beyaz saplı bir çakı verdi. Ve "Bu, iş görmeğe kâfidir" dedi. ODAYA FAHRİ BEY GİRDİ
Sonra bizi ikinci katta bulunan Sultan Aziz'in odası önüne götürdü. Zabit, Necib ve Ali Beyler kapıda duruyorlardı. Odaya ilk giren Fahri Bey oldu. Biz de onun arkasından içeri girdik. O anda bize arkası dönük olan Sultan'ın üzerine Fahri Bey atılarak müşarünileyhi arka omuzlarından sıkıca yakaladı. Cezayirli Mustafa, Abdülaziz'in bacaklarından birisinin, Hacı Mehmed diğerinin üzerine oturdu. Ben de çakı ile sol kolunun ve sonra da sağ kolunun damarlarını kestim.
REİS: Sonra?
PEHLİVAN MUSTAFA: "Sonra kan aktı ve Sultan Aziz öldü. Çok kan akmakta olduğu için, kanı durdurmak maksadiyle yaranın üzerine bir bakır onluk koydum."Çelişkiler çok açık ama sadece açık olan çelişkiler dışında, iki karşı iddiayı hem güçlendiren hem de zayıflatan sorular da var...
KiM KiMDiR?
HAZİNEDAR KALFA: Padişahı giydirmek, yatırıp kaldırmak gibi özel işlerine bakan cariye. Padişahın odasına yakın bir yerde yatar, geceleri de kapısında nöbet tutarlardı.
MABEYN: Kelime anlamı olarak ara demektir. Padişah sarayının harem ile dışarı arasındaki bölüm, konaklarda harem ve selamlık arasındaki bölüm. Bugün için sultanın bir çeşit çalışma ofisi denebilir. Mabeynci, padişahın dışarısıyla özellikle de sadrazamlık ile olan ilşkilerini yürütürdü. Farklı dereceleri vardı, önemli bir makamdı. FATMA Sultan'ın ilk eşi Galip Paşa, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın oğluydu. Çok genç yaşta vezir olmuştu, yakışıklılığı, iyi Fransızcası ve musikişinaslığıyla tanınırdı. Fatma Sultan'la evlendiği için Damat Ali Galip Paşa olarak tanınır. 29 Yaşındayken, bugün Baltalimanı Hastanesi olan sarayına dönerken kayıktan düşüp boğuldu. Fatma Sultan, altı ay sonra Mutasarrıf Arif Paşa'nın oğlu Nuri Paşa ile evlendirildi. YARIN: ÇELiŞKiLER VE SORULAR...
TAYFUN ER