Bir Ramazan günüydü... Üç cinayeti olan mahkum hoca, Ulucanlar Cezaevi'nde teravih namazını kıldırmaya hazırlanıyordu... Musluk başında abdest alan mahkumlar arasında Dündar Kılıç da vardı... Başını hafifçe eğmiş, etrafını tarıyordu masum gözlerle... Beyninin derinliklerindeki ölüm korkusunu, doğasındaki vahşi hayvanın saldırgan önsezileri ile dengelemeye çalışıyordu. Kiralık katilini göremedi abdest alanlar arasında... İçgüdüsüyle doğruldu ve sessizce koğuşa ilerledi...Katilli oradaydı. Yozgatlı Şahin, dolabının başında kendisine gönderilen bıçağı arıyordu. Tabii Dündar'ı öldürmek için. Koğuş sessizdi, Dündar da... Birkaç saniye içinde kiralık katilin boğazına sarılıp bıçağı elinden aldığında katilinden feryatlar yükseldi. Abdest alan diğer mahkumlar koğuşa koştular. Gördükleri manzarayı yıllarca anlatacaklardı. Dündar, elindeki bıçakla katilinin yüzüne hayatı boyunca unutamayacağı izler bırakıyordu. Onu öldürmedi ama Yozgatlı Şahin'in kesiklerle pelte haline gelmiş yüzünün görüntüsü, Dündar'ın artık hapishanede bile egemenliğini ilan ettiğinin göstergesiydi. Dündar'dan korkulurdu. Ona yaklaşılmazdı.
İSTANBUL YOLLARI TAŞTAN
Dündar Kılıç, Kürt Cemali cinayetinden meşru müdafaa gerekçesiyle beraat etti, Yozgatlı Şahin olayından ise 3 yıl mahkumiyet cezası aldı. Ama Kabadayı Mehmet ile birlikte 1963 affından yararlanarak tahliye oldular. Daha sonra Kabadayı Mehmet, Cemali'nin yeğeni Nuri Çoşan tarafından öldürülecekti. İntikam alınmıştı fakat Dündar'ı da rahat bırakmıyorlardı. Ankara'da açtığı kumarhane Cemali'nin adamları tarafından basıldı, Dündar ve arkadaşı İbrahim, girdikleri silahlı çatışmada bu saldırıyı önlediler. Ama belli olmuştu, Dündar Kılıç'a artık Ankara'yı dar edeceklerdi. İstanbul'a göç etmeye karar verdiği ve bu alemin kralı olmayı kafasına koyduğu zaman Dündar daha 28 yaşındaydı. Tarih 12 Mat 1971. Siyasi tarihimize damgasını vuran ve Türkiye'yi on yıl sonra ikinci bir darbeye kadar götürecek olan karanlık yolun ilk adımı...
SİYASİ MAHKUMLAR
Ordu ülkeye el koyuyor, hem sağ, hem sol kesimden militanlar tutuklanıyor, gazeteciler, yazarlar ve aydınlar için adeta bir cadı avı başlatılıyordu. İstanbul'da Maltepe Askeri cezaevi kısa bir sürede siyasi tutuklarla dolmuştu. Darbeden iki ay sonra, Mayıs ayında, askeri cezaevinin siyasi mahkumların yattığı koğuşlara, üç alışılmamış hükümlü gelecekti. Onlar kimilerine göre İstanbul'un en ünlü kabadayıları, kimilerine göre ise mafya babalarıydı. Dündar Kılıç, Oflu İsmail ve Sultan Demircan... Dündar'ın suçu, ruhsatsız bir silahla yakalanmasıydı ama sıkıyönetimin katı kuralları için bu suç bile ağır sayılırdı. Bu üç adam cezaevi sakinlerine ne kadar yabancıysa, onlar da diğerlerine göre öyleydi. Çünkü aynı günlerde aynı koğuşları paylaşanlar ülkenin en ünlü sol görüşlü gazetecileri, yazarları, profesörleriydi. Üstelik TİP ve TKP partilerinin yöneticileri ve DEV-GENÇ'in en bilinen militanları... Daha sonra Kasım ayında Mahir Çayan da aralarına katılacaktı.
ALIŞILMAMIŞ DURUM
Hapishanede İlhan Selçuk, Vedat Günyol, Şiar Yalçın gibi yazarlar, Sebahattin Eyüboğlu gibi bir profesör ve cuntacı bir emekli general, Cemal Madanoğlu da vardı. Cezaevlerinin gediklisi olan üç kabadayı için bu hiç alışılmamış bir ortamdı. Çünkü demir parmaklıkların arkası onların egemenlik bölgesiydi, krallıklarını burada da sürdürürlerdi. Ama bu defa bu iş o kadar kolay olmayacaktı. Karşılarında Dev-Genç gibi sosyalizmi benimsemiş bir örgütün militanları vardı. Onlar burada komün hayatı yaşıyorlar ve her şeylerini paylaşıyorlardı, yeni gelenlerin de bu kurallara uyması gerekiyordu! Kısaca ağalık, paşalık yoktu bu koğuşlarda. İlk gece ranza krizi yaşandı. 'Bizimkiler' her gittikleri cezaevlerinde koğuşun en son ranzalarında yatar, sırtlarını duvara verirlerdi. Oysa burada yeni gelenler ilk ranzalara yerleştiriliyordu. Üç kabadayı itiraz edecek oldular ama duruma hemen uyum sağlayan Dündar Kılıç, diğerlerine "Bunlar siyasi, bugün mahkum, yarın bakan olurlar. Aklınızı başınıza toplayın ve söylenenleri yapın" diyerek durumu yatıştıracaktı. Birkaç gün sonra bu kez bir başka olay patlak verdi. Baba'lar, her hapishane alıştıkları gibi kendilerine bir ayakçı bulmuşlardı. Terörist diye yakalanıp içeriye atılan bir gariban köylü, para karşılığında onların yemekleri yapıyor, sofralarını kuruyordu. Onların yemeği bittikten sonra kendi yemeğini yiyordu. Bundan sonrasını Doğan Yurdakul, 'Abi' adlı kitabında o günün koğuş sorumlusu Aydın Engin'in ağzından şöyle anlatıyor; "Koğuşta hemen dövelim, kovalım, yemekte onları köylüye hizmet ettirelim gibi sesler yükseldi (...) Sultan Demircan anlamamakta ısrar ediyor 'Parasıyla değil mi?' gibi abuk subuk itirazlarını sürdürüyordu. Ama ondan çok daha zeki olan Dündar durumu hemen kavradı. 'Sultan burası devrimcilerin koğuşu, burada efendi uşak olmaz, herkes eşittir' diyerek Demircan'ı susturdu."
CEKETİNİ İLİKLEDİ
Dündar, bu yeni ortama hemen ısınmıştı. Üstelik kendini onlara yakın hissediyordu. İlhan Selçuk, Profesör Sabahattin Eyüboğlu gibi isimlerin önünde zamanla ceketini ilikleyecek, onlara büyük saygı gösterecekti. Bu arada Eyüboğlu'na mahcup şakalar yapıp mizah yeteneğini de gösterecekti. Dündar Kılıç'ın Maltepe Askeri Cezaevi'nde yaşamını tümden etkileyen isimlerden biri de İlhan Selçuk'tu. Onun bilgeliğine ve alçak gönüllüğüne hayran kalmıştı. Aralarında kurulan dostluk ilişkisi onun ölümüne kadar sürecekti. O günlerden 23 yıl sonra, 25 Eylül 1994 günü İlhan Selçuk Cumhuriyet'teki ünlü 'Pencere' köşesinde şu satırları yazacaktı; "..... Geçen baktım, Sabah gazetesinin birinci sayfası son olaylar nedeniyle tümüyle Dündar'a ayrılmış. Aklıma bir soru düştü: 'Dündar Kılıç'ı Başbakan yaparsak şu çivisi çıkmış toplumu düzeltir miydi?' İçerde iken Dündar sık sık 'Abi halkın iktidarını kurmalı, pislikleri temizlemeli, tertemiz etmeli..." derdi. Eh, biz de temiz toplum istemiyor muyuz? Bu işi Dündar'a havale etmeli..."
İSTANBUL YOLLARI TAŞTAN
Dündar Kılıç, Kürt Cemali cinayetinden meşru müdafaa gerekçesiyle beraat etti, Yozgatlı Şahin olayından ise 3 yıl mahkumiyet cezası aldı. Ama Kabadayı Mehmet ile birlikte 1963 affından yararlanarak tahliye oldular. Daha sonra Kabadayı Mehmet, Cemali'nin yeğeni Nuri Çoşan tarafından öldürülecekti. İntikam alınmıştı fakat Dündar'ı da rahat bırakmıyorlardı. Ankara'da açtığı kumarhane Cemali'nin adamları tarafından basıldı, Dündar ve arkadaşı İbrahim, girdikleri silahlı çatışmada bu saldırıyı önlediler. Ama belli olmuştu, Dündar Kılıç'a artık Ankara'yı dar edeceklerdi. İstanbul'a göç etmeye karar verdiği ve bu alemin kralı olmayı kafasına koyduğu zaman Dündar daha 28 yaşındaydı. Tarih 12 Mat 1971. Siyasi tarihimize damgasını vuran ve Türkiye'yi on yıl sonra ikinci bir darbeye kadar götürecek olan karanlık yolun ilk adımı...
SİYASİ MAHKUMLAR
Ordu ülkeye el koyuyor, hem sağ, hem sol kesimden militanlar tutuklanıyor, gazeteciler, yazarlar ve aydınlar için adeta bir cadı avı başlatılıyordu. İstanbul'da Maltepe Askeri cezaevi kısa bir sürede siyasi tutuklarla dolmuştu. Darbeden iki ay sonra, Mayıs ayında, askeri cezaevinin siyasi mahkumların yattığı koğuşlara, üç alışılmamış hükümlü gelecekti. Onlar kimilerine göre İstanbul'un en ünlü kabadayıları, kimilerine göre ise mafya babalarıydı. Dündar Kılıç, Oflu İsmail ve Sultan Demircan... Dündar'ın suçu, ruhsatsız bir silahla yakalanmasıydı ama sıkıyönetimin katı kuralları için bu suç bile ağır sayılırdı. Bu üç adam cezaevi sakinlerine ne kadar yabancıysa, onlar da diğerlerine göre öyleydi. Çünkü aynı günlerde aynı koğuşları paylaşanlar ülkenin en ünlü sol görüşlü gazetecileri, yazarları, profesörleriydi. Üstelik TİP ve TKP partilerinin yöneticileri ve DEV-GENÇ'in en bilinen militanları... Daha sonra Kasım ayında Mahir Çayan da aralarına katılacaktı.
ALIŞILMAMIŞ DURUM
Hapishanede İlhan Selçuk, Vedat Günyol, Şiar Yalçın gibi yazarlar, Sebahattin Eyüboğlu gibi bir profesör ve cuntacı bir emekli general, Cemal Madanoğlu da vardı. Cezaevlerinin gediklisi olan üç kabadayı için bu hiç alışılmamış bir ortamdı. Çünkü demir parmaklıkların arkası onların egemenlik bölgesiydi, krallıklarını burada da sürdürürlerdi. Ama bu defa bu iş o kadar kolay olmayacaktı. Karşılarında Dev-Genç gibi sosyalizmi benimsemiş bir örgütün militanları vardı. Onlar burada komün hayatı yaşıyorlar ve her şeylerini paylaşıyorlardı, yeni gelenlerin de bu kurallara uyması gerekiyordu! Kısaca ağalık, paşalık yoktu bu koğuşlarda. İlk gece ranza krizi yaşandı. 'Bizimkiler' her gittikleri cezaevlerinde koğuşun en son ranzalarında yatar, sırtlarını duvara verirlerdi. Oysa burada yeni gelenler ilk ranzalara yerleştiriliyordu. Üç kabadayı itiraz edecek oldular ama duruma hemen uyum sağlayan Dündar Kılıç, diğerlerine "Bunlar siyasi, bugün mahkum, yarın bakan olurlar. Aklınızı başınıza toplayın ve söylenenleri yapın" diyerek durumu yatıştıracaktı. Birkaç gün sonra bu kez bir başka olay patlak verdi. Baba'lar, her hapishane alıştıkları gibi kendilerine bir ayakçı bulmuşlardı. Terörist diye yakalanıp içeriye atılan bir gariban köylü, para karşılığında onların yemekleri yapıyor, sofralarını kuruyordu. Onların yemeği bittikten sonra kendi yemeğini yiyordu. Bundan sonrasını Doğan Yurdakul, 'Abi' adlı kitabında o günün koğuş sorumlusu Aydın Engin'in ağzından şöyle anlatıyor; "Koğuşta hemen dövelim, kovalım, yemekte onları köylüye hizmet ettirelim gibi sesler yükseldi (...) Sultan Demircan anlamamakta ısrar ediyor 'Parasıyla değil mi?' gibi abuk subuk itirazlarını sürdürüyordu. Ama ondan çok daha zeki olan Dündar durumu hemen kavradı. 'Sultan burası devrimcilerin koğuşu, burada efendi uşak olmaz, herkes eşittir' diyerek Demircan'ı susturdu."
CEKETİNİ İLİKLEDİ
Dündar, bu yeni ortama hemen ısınmıştı. Üstelik kendini onlara yakın hissediyordu. İlhan Selçuk, Profesör Sabahattin Eyüboğlu gibi isimlerin önünde zamanla ceketini ilikleyecek, onlara büyük saygı gösterecekti. Bu arada Eyüboğlu'na mahcup şakalar yapıp mizah yeteneğini de gösterecekti. Dündar Kılıç'ın Maltepe Askeri Cezaevi'nde yaşamını tümden etkileyen isimlerden biri de İlhan Selçuk'tu. Onun bilgeliğine ve alçak gönüllüğüne hayran kalmıştı. Aralarında kurulan dostluk ilişkisi onun ölümüne kadar sürecekti. O günlerden 23 yıl sonra, 25 Eylül 1994 günü İlhan Selçuk Cumhuriyet'teki ünlü 'Pencere' köşesinde şu satırları yazacaktı; "..... Geçen baktım, Sabah gazetesinin birinci sayfası son olaylar nedeniyle tümüyle Dündar'a ayrılmış. Aklıma bir soru düştü: 'Dündar Kılıç'ı Başbakan yaparsak şu çivisi çıkmış toplumu düzeltir miydi?' İçerde iken Dündar sık sık 'Abi halkın iktidarını kurmalı, pislikleri temizlemeli, tertemiz etmeli..." derdi. Eh, biz de temiz toplum istemiyor muyuz? Bu işi Dündar'a havale etmeli..."