Halka rağmen halk için

Bab-ı Ali Baskını, Halaskaran-ı Zabitan Hareketi, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül... Hepsi de halka rağmen, halkı kurtarma hareketleri... Orduyu kurtarıcı gören bir zihniyetin gölgesi hala varlığını korusa da çağ, o çağ değil artık...

Kaynak Gazete
Giriş Tarihi:
Halka rağmen halk için
Mustafa Kemal'in İttihat-Terakki ile arasındaki ilişkiye karşı çıkanların başında Attila İlhan gelmiştir. O, Mustafa Kemal ile İttihat-Terakki arasında kesin farklılıklar olduğunu savunmuştur. İlhan'a göre, İttihatçılar cuntacı fesatçı ve komitacıydılar. Oysa Mustafa Kemal bütün bunları yapabileceği halde, kongreler toplamış, kongre kararlarına göre davranmış ve orduyu siyasetin dışına çekerek milletle birlikte hareket etme yolunu seçmiştir. Daha açık bir söylemle; "Mustafa Kemal, Bonapartist bir İttihatçı olsaydı, Anadolu'ya geçer ve dört generalle cuntasını kurardı. Ama yapmadı. Kongreleri, millet meclisini topladı, orduyu milletin emrine verdi. Ordunun siyasetten ayrılması için kanun bile çıkarttı..." der. Onun gibi düşünenlerden biri de karanlık bir cinayete kurban giden gazeteci Uğur Mumcu'ydu. Mumcu şöyle yazmıştı; "İttihatçılığın doğasında ihtilalcilik ve serüvencilik yatar. Ama Mustafa Kemal'in ittihatçılığında serüvenciliğe yer yoktu!"

Gerçekten de 'İttihatçılıkta serüvenciliğe yer yoktu!' Örneğin 12 Eylül müdahalesinden iki yıl önce Kenan Evren şöyle bir rapor hazırlatmıştı; "Bu aşamada Türk Silahlı Kuvvetleri'nin müdahalesine gerek var mıdır? Varsa böyle bir müdahalenin temeli ne olabilir" Ama iki yıl sonra darbe gelmişti. 27 Mayıs ile 12 Mart'tan ders alınmış olacak ki bu sefer önceden çalışılmıştı... İttihatçı gelenek uzun süre, bir kısım sol hareketi de etkisine almıştı. Sosyalist ve Kemalist solun uzun yıllar devrim için 'zinde güçlere' bel bağlaması, 'aydınsivil- asker ittifakı' için çaba harcaması bunun açık bir göstergesiydi.

GELENEK SÜRÜYOR MU?

Bab-ı Ali Baskını, Halaskaran-ı Zabitan Hareketi, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül
... Hepsi de halka rağmen, halkı kurtarma hareketi olarak adlandırılabilir. 27 Mayıs ihtilalinin hemen öncesinde milletin doğru seçim yapmadığı, Demokrat Parti'yi seçenlerin 'cahil oy çoğunluğu' olduğu söylenmiştir. Darbe sonrası devrilen Celal Bayar'ın 27 Mayıs müdahalesinden hemen sonra söylediği şu sözler hala akıllardadır; "27 Mayıs fiili bir durumdur. Osmanlı'dan kalma geleneksel yönetimimizdeki 'ordu-aydın' işbirliğinin kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişi ve müdahalesidir!" Oysa aynı Celal Bayar, sıkı bir ittihatçıydı ve Süleyman Demirel'e, "Ben önce İttihatçı, sonra Demokrat Partiliyim" demiştir. Ama İttihatçı gelenek onu da vurmuştur... Bugünlerde artık askeri müdahaleler, darbeler çok uzak görünüyor. Ama yine de İttihat ve Terakki geleneğinin izlerini görmüyor muyuz çevremizde? Orduyu kurtarıcı olarak gören bir zihniyetin gölgesi dolanmıyor mu etrafımızda? Ama çağ, o çağ değil artık...
ARDA USKAN

* * *

ÜZÜM YEMEK Mİ? BAĞCIYI DÖVMEK Mİ? - Haluk ŞAHİN
Günümüzün siyasal mücadeleleri tarih üzerinden yapılıyor, bu nedenle olgular çarpıtılıyor, yeni yorumlar yükleniyor, geçmişteki insanlar günün ölçütleri ile yargılanıyor. Bu, ne bileyim, Enver Paşa'yı Google kullanmayı bilmemekle suçlamak gibi bir şey (!), vb.

İttihatçılık ve darbelerle ilgili tartışma da bunun örneklerinden bir. Çoğunun amacı İttihatçılar üzerinden Atatürk'ü suçlamak ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kötü bir kaza olarak göstermek.
Dahası, "Milli irade her şeydir, sınırlanamaz" türünden anti-demokratik bir safsata ile bugünün bir siyasi ekibinin yapmak istediklerine meşruiyet kazandırmak. Revizyonizmin eski numarası: Tarihi siyasete alet ediyorlar. Ve tabii, olan gerçeklere oluyor. Evet, 19. yüzyılın pozitivizminin iyimserliği doğrultusunda, o günün koşullarında, insanlığın sorunlarını kestirmeden çözmek isteyen akımlar olmuştur: Bunun etkisini en çok sanayileşme dalgasını kaçırmış olan halklar hissetmişlerdir: Rusya, Türkiye, Çin... Atatürk bu tarihsel dalganın en başarılı lideridir.

İttihatçılarla yolunun buluştuğu ve ayrıldığı yerler bulunabilir. Hayat bizim revizyonistlerin sandığından daha karmaşıktır. Aynı şey askeri darbeler için de doğrudur. 27 Mayıs'ın karnesi karışıktır. Onun getirdiği açılım olmasa, örneğin Nazım Hikmet'in şiirlerini acaba ne zaman okuyabilirdik? Gladyo operasyonu olduğu aşikar olan 12 Eylül ise 20. Yüzyıl'ın en acımasız faşist darbelerinden biridir. Lanetlenmeyi hak eder. Hasılı: Üzüm yemek isteyenlerle bağcıyı (Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti) dövmek isteyenleri birbirinden ayırmak gerekir.