'Teslim olmak için bir dakikanız var'

Türkiye'yi 12 Eylül'e götüren süreçte, olaylar çığrından çıkmıştı... Polis bile ikiye ayrılmıştı. Pol-Der'li polisler 'Toplum Polisi Merkezi'ni işgal edince, Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun olaylara bizzat müdahale etti.

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 27 Temmuz 2010 Güncelleme 11 Ağustos 2010, 14:49
’Teslim olmak için bir dakikanız var’

İÇİNDEKİLER

BAŞLARKEN
Aradan tam 30 yıl geçti. O gün 10 yaşında olanlar, bugün 40'ına gelip dayandı. Onlar bile 12 Eylül Darbesi'ni ve Türkiye'yi ihtilale sürükleyen süreci kitaplardan okuyarak öğrendi. Ak Parti Grubu'nda Başbakan'ın gözünden süzülen yaşlar, unuttuğumuz 12 Eylül'ün yeniden tartışılmasına yol açtı.
O günlerle ilgili çok şey söyleniyor, farklı değerlendirmeler yapılıyor. Zaman zaman da kulaktan dolma bilgilerle yorumlarda bulunuluyor. Durum bu olunca, dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için, o günleri yaşayanların 12 Eylül sayfasını yeniden açması gerekiyor.

İşte biz de bunu yaptık! Arşivleri karıştırıp, hafızamızı tazelediğimizde önümüze inanılmaz olaylar çıktı. Biz bile kendi kendimize sormadan edemedik: - Türkiye bunları gerçekten yaşadı mı?

Gerçekten de öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül dönemi "yaşanmış masallar" gibi! Bu yazı dizisinde, bugün masal gibi gelen inanılmaz gerçeklerle karşı karşıya kalacaksınız. Kimi bölümlerde tüyleriniz diken diken olacak, kimi bölümlerde gözleriniz dolacak. Biz, "12 Eylül Zindanları" yazı dizisi ile sizlere o büyük dramın öncesi ve sonrasından bazı kesitler sunacağız. İlgi ile okuyacağınızı düşünüyoruz.

* * *

Türkiye' nin dört bir yanında sıkıyönetim uygulanıyordu. Hükümet, şehirlerin güvenliğini tamamen askere teslim etmişti. Buna rağmen, anarşi ve terör azalacağına her geçen gün daha da artıyordu. Artık olaylar iyice çığırından çıkmıştı... Polis bile iki ayrı parçaya bölünmüştü. Ülkücü polisler "Pol-Bir", Marksist polisler ise "Pol-Der" adında bir dernek kurmuşlardı.

"AÇILIM DİYEN HERKES TEK TEK ÖLDÜRÜLDÜ" HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!

"İSA VE MUSTAFA'YI MUHSİN YAZICIOĞLU KAÇIRDI" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

"GİZLİ ELLER OPERASYONU" HABERİ İÇİN TIKLAYIN


"ASKERLER COPLARKEN HIÇKIRARAK AĞLIYORDU" HABERİ İÇİN TIKLAYIN

"ERKEKLİĞİNDEN OLDUN, AMA SENİ ZEVKTEN MAHRUK ETMEYECEĞİZ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!


"ÜLKÜCÜ VE SOLCU GENÇLER BİLE BİRBİRİNE GİRDİ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

"DAR AĞACINDA SON İSTEK" HABERİ İÇİN TIKLAYIN


Emniyet mensupları, içeride birbirleriyle çekişirken, dışarıda da sempati duydukları tarafa yardım ediyorlardı. Polisin içinden bile eylemlere karışan isimler çıkıyordu. Vatandaş, polise güvenemez olmuştu.

Ankara'da bugünkü Çevik Kuvvet'in bulunduğu yerde o günlerde "Toplum Polisi Merkezi" vardı. 12 Eylül İthilali'ne 2,5 ay kala, Toplum Polisi Merkezi karıştı. Solcu polisler isyan bayrağını çektiler. İçeride son derece garip işler oluyordu. Bina, bir polis merkezinden çok, işgal edilmiş üniversiteyi andırıyordu. Ülkenin güvenliğinden sorumlu polisler, kendilerine tahsis edilen bir devlet binasını işgal etmişlerdi.

KATLİAM YAŞANACAKTI
Devlet otoritesi tamamen yok olmuştu. Devletten maaş alan silahlı güçler, devlete kafa tutuyorlardı. Yasa dışı örgüt militanı gibi davranıyorlar, işgal ettikleri binada sloganlar atıyorlardı.Üstelik, iyice pervasızlaşmışlardı. İçeri giriş-çıkışı engellemek için kapıya bir panzer yerleştirdiler. Aracın kapılarını kilitleyip, anahtarını aldılar.

Binanın içinden sloganlar yükselmeye başladı: - Kahrolsun faşistler, kahrolsun faşistler.
Yaşananlar inanılır gibi değildi. Türkiye'de ilk olarak böyle bir tablo ile karşılaşılıyordu. Merkezin çevresindeki halk panik içindeydi. Devletin polisi, devlete isyan halindeydi. Polislerin sabah başlayan eylemi öğle saatlerine kadar devam etti. Öğleden sonra da çevre iyice hareketlenmeye başladı.
Askerler, Toplum Polisi Merkezi'nin çevresini sardılar. Cadde ve sokaklara, aralarında kariyerlerin de bulunduğu pek çok araç mevzilendi. Kısa sürede merkez tamamen kuşatıldı. Dışarısı askeri birliklerin, içerisi ise polisin kontrolündeydi.

Kuşatma tamamlandıktan birkaç dakika sonra, Toplum Polisi Merkezi'nin önünde siyah Chevrolet marka makam aracı belirdi. İçinden 3 yıldızlı bir korgeneral indi. Araçtan inen şahıs, Ankara Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergun'du. Olay o kadar vahimdi ki, paşa bizzat el koyma ihtiyacı hissetmişti.
Ergun, ilk olarak kapıdaki panzerin çekilmesi emrini verdi. Askerler, ellerindeki çelik halatın bir ucunu panzere, diğer ucunu da kariyere bağladılar. Koca panzer bir anda fırlatılıp atıldı. Korgeneral Recep Ergun da eline megafonu alıp, Toplum Polisi Merkezi'ne sert bir ses tonuyla seslendi:
- Size sadece 1 dakika zaman tanıyorum.

Aklınızı başınıza toplayın. Ananızı, babanızı, çocuklarınızı düşünüyorsanız, hemen bu eyleme son verin.
Komutanın bu çağrısı ile birlikte bütün askerler ellerindeki tüfeklerin namlusuna mermi sürmeye başladılar. Çevreyi sinir bozan çelik sesleri sardı. Şehrin göbeğinde büyük bir çatışma çıkacağını düşünen vatandaşlar, evlerinin korunaklı bölgelerine çekilip, yerlere yattılar.

Aradan 45 saniye geçmedi ki, çağrı sonuç verdi, Pol-Der'li polislerin eylemi sona erdi.
Bütün toplum polisi teslim alındı ve silahları toplandı. Eğer polis direnecek olsaydı, bir katliam yaşanacaktı. Olay kamuoyundan gizlendi. Çevredeki vatandaşlar hariç, bu başkaldırıdan kimsenin haberi olmadı. Toplum Polisi Merkezi de o günden sonra bir albayın emrine verildi. 12 Eylül öncesi yaşanan bu olay, gerçekten inanılır gibi değildi. Devletin iki silahlı gücü karşı karşıya gelmiş, büyük bir çatışmanın eşiğinden dönülmüştü.

'NE OLUR BENİ SERBEST BIRAKMAYIN'
İşkenceler, 12 Eylül İhtilali'nden önce başlamıştı. Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevi'ne gelen her ülkücü genç, mutlaka polisin işkencesinden geçiyordu. Ankara Kapalı Cezaevi Ülkü Ocağı Başkanı Selahattin Arpacı, uzun süredir içeride olduğu için işkencecilerin yüzünü hiç görmemişti. Buna rağmen, onların yaptıkları işkenceleri o kadar çok dinlemişti ki, önüne yüzlerce fotoğraf konulsa, içlerinden çekip çıkarabilirdi: - İşte bunlar!

1978 yılında Abidinpaşa sanıklarından bir gencin tahliyesi gelmişti. Selahattin Arpacı, uğurlamak için idareye geçti. Cezaevi Müdürü'nün odasında işlemler yapılırken bir ara demir parmaklıklı camdan dışarı baktı. Kapının önünde beyaz bir araç bekliyordu. Araç çevresindeki kişilerin polis olduklarını hemen anladı. İçlerinden biri dikkatini çekti. Uğurladığı gence seslendi: -Baksana, şu aşağıda bekleyen Zeki Kaman değil mi? Arpacı, tam 12'den vurmuştu. Hayatında hiç görmediği Zeki Kaman'ı tanımıştı. Genç titremeye başladı: - Evet başkanım, bu adam Zeki Kaman. Beni bekliyorlar.

Abidinpaşalı ülkücü, hem Arpacı, hem de Cezaevi Müdürü'ne yalvarmaya başladı:
-Ne olur beni bırakmayın. Yine bana günlerce işkence yapacaklar. Ben dışarı çıkmak istemiyorum.
Genç, kendisine daha önce yapılan işkencelerden o kadar etkilenmişti ki, tahliye edilmesine rağmen, dışarı çıkmak istemiyordu. Cezaevinde kalmayı hürriyetine tercih ediyordu.

Arpacı, hemen Cezaevi Savcısı'nın odasına geçti. Dışarıda bekleyen polisleri gösterip durumu anlattı:
-Biz, bu arkadaşımızı vermek istemiyoruz. Gerekirse içeride isyan çıkaralım. İsyanın elebaşı da bu arkadaşımız olsun. Siz de isyan çıkarttığı için dışarı salmayın.

Savcı, "Olur mu öyle şey" dedi: - Çocuk cezasını çekmiş, bitirmiş. Biz onu nasıl burada tutabiliriz. Polislerin ona dokunmaya hakları yok. Hiçbir şey yapamazlar. Ardından cezaevinin güvenliğinden sorumlu Jandarma Komutanını çağırdı. Koruma altında Ankara Adliyesi'ni gidilmesini, başka suçtan aranmıyorsa, serbest bırakılmasını istedi: - Eğer polis almak isterse de kesinlikle vermeyin.
Genç, jandarma nezaretinde Ankara Adliyesi'ne götürüldü. Aranmadığı ortaya çıktı. Jandarmalar gence döndüler:
- Artık serbestsin. Bizim görevimiz burada bitti.
Genç bu defa onlara yalvarmaya başladı:
- Ne olur beni bırakmayın.
Allah'ınızı severseniz beni tekrar ceza evine götürün. Dışarıda bekliyorlar.
Beni yeniden işkence yapmaya götürecekler.
Nöbetçi savcı da jandarma da aynı cevabı verdi: - Serbestsin, biz seni nasıl tutalım?
Olur mu öyle şey!
Gerçekten de korkulan oldu.

Abidinpaşalı genç, Adliye kapısında polis tarafından alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün 4. katına götürüldü.Orada tam 9 gün işkence yapıldıktan sonra serbest bırakıldı. Dürüst Oktay, Zeki Kaman ve Cafer Şahin'in başını çektiği işkenceciler, son derece fütursuz davranıyorlardı. Canları kimi isterse gözaltına alıp götürüyorlar, istedikleri kadar tutuyorlardı. Uyguladıkları işkence metotları ise, kelimenin tam anlamı ile iğrenç ve insanlık dışıydı.


"AÇILIM DİYEN HERKES TEK TEK ÖLDÜRÜLDÜ" HABERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!

"İSA VE MUSTAFA'YI MUHSİN YAZICIOĞLU KAÇIRDI" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

"ÜLKÜCÜ VE SOLCU GENÇLER BİLE BİRBİRİNE GİRDİ" HABERİ İÇİN TIKLAYIN!

TEŞKİLAT-I MAHSUSA'DAN MİT'E

MİT DARBELERDE SUSTU MU?

EMRİ VEREN NİHAT ERİM!


MİT'İN KAYGI MEKTUPLARI