Yedikule zindanlarında öldürülen padişah
Genç Osman, küçük yaşına rağmen sarayda umulmadık değişikliklere imza atacaktı. Bunlardan biri de Kösem Sultan'ı uzaklaştırmak oldu. Kimse Genç Osman'ın böylece kendi sonunu hazırladığını bilemezdi
Giriş Tarihi:
Osmanlı'da padişahların sultan kızları, çok sıkı bir terbiye ve eğitim gördükleri halde, bugün bile hayli yadırganacak aşk maceraları yaşamışlardır. Büyük bir ihtimalle, "Gönül ferman dinlemez" sözü o günlerden kalmadır. Esma Sultan, Zeynep Sultan, Ayşe Sultan, Safiye Sultan, Hatice Sultan, Mihrimah Sultan ve diğerleri... Ergenlikte özgür yaşamı seçen sultan kızlar bu konuda Padişah babaları dahil hiçbir otoriteyi kabul etmemişlerdir.
SERVET VE GÜCÜN TADI
Padişah kızlarının 'şaşırtıcı sıklıkta' evlilik yaptığı bilinir. Her defasında yeni damadı sınırsız bir servete ve güce boğarlar, sıkıldıkları zaman ise boşayıverirlerdi. Diğer yanda şehzadeler de hanedana layık olmayan cariyelere gönüllerini kaptırırlardı. Haremde kopan kavgaların en büyük sebebi buydu işte. Gerçi Osmanoğulları, asalet kurumuna pek yüz vermemişlerse de Sultan kızlarının baldırı çıplaklardan biriyle evlenmesine de asla izin verilmezdi. Bu durumda bütün harem el birliği yapar, Valide-i Sultan seferber olur, Padişah baba yumuşatılırdı. Damat adayı tez elden giydirilir kuşatılır, kızın koynuna sokulur, doğacak torunlar ise padişah dedelerinin sevgi ve ihsanlarına boğulurdu. Gençliklerini bu tür gönül maceraları ile geçiren bu kızlar, orta yaşlara geldiklerinde ancak devlet işlerine ilgi göstermeye başlarlardı.
Çünkü gerçek gücün orada olduğunun farkına vardıkları yıllar o yıllar olurdu.
Servet ve gücün tadını aldıkça hırslarının önüne geçilmez olurdu artık. Devletin kilit noktalarındaki görevler için, anneleri aracılığı ile Padişah babalarına baskı yaparlar, onlar da istedikleri kişilerin istedikleri makamlara tayinlerini ayarlarlardı.
Bu görevlere getirilenler ise elbette onların eteklerini öpmekten çekinmezler ve sultanları hediyelere boğarlardı.
'Peki bütün bu karmaşa, rüşvet ve bel altı oyunlar arasında Osmanlı İmparatorluğu nasıl oldu da yüzyıllarca ayakta kaldı'sorusunun yanıtını, o günkü dünya konjonktüründe aramak gerekir.
Osmanlı, kuruluşundan beri ayaklarını öyle sağlam kurallarla yere basmıştır ki bu gün bize imkansız gibi gelen bu tür olaylar, o büyük yapı içinde sadece 'küçük cilveler' olarak kalmıştır. Üstelik o çağda Fransa, İngiltere, İspanya saraylarında yaşananların yanında, 'Topkapı kriterleri' fazlasıyla masum kalmaktadır.
İPİ ELDEN BIRAKMIYOR
Ona Kösem ismini Sultan I. Ahmed layık görmüştü. Cildi öylesine pürüzsüz, öylesine beyazdı ki, sultan onu sevgiyle okşar 'Kösem benim' derdi... Ve bir gün, "Bundan böyle adın Kösem'dir, ben hayatımda senin kadar, tüysüz ve şeffaf bir cilde rastlamadım" dedi.
Bu, aynı zamanda Kösem Sultan'ın, I. Ahmed'i avcunun içine aldığının resmiydi. O da kendisinden önce gelen valide sultanların izinden gidecek, devletin iplerini elinden bırakmayacaktı. Bu arada Sultan Ahmed'den iki oğlu oldu. Bunlar daha sonra tahta çıkacak olan IV. Murat ve I. İbrahim'dir... Her şey yolunda gidiyordu ki, hayat ona hiç beklemediği bir oyun oynadı. Henüz 28 yaşında olan I. Ahmed'in ani ölümü üzerine tahta onun kardeşi Sultan Mustafa geçmişti.
Kösem onun döneminde, kısmen de olsa Osmanlı'nın kararlarını vermeye devam etti. Daha sonra tahta Mustafa'nın oğlu 15 yaşındaki II. Osman geçti. O da Kösem'in kanından biri değildi ama yaşından dolayı Genç Osman olarak anılan bu padişahın ilk döneminde de dizginler yine Kösem'in elindeydi.
Aradan geçen birkaç yıl içinde Genç Osman küçük yaşına rağmen sarayda umulmadık değişikliklere imza atacaktı.
Bunlardan biri de Kösem Sultan'ı saraydan uzaklaştırmak oldu. Ama hiç kimse Sultan Osman'ın bu değişiklerle kendi sonunu hazırladığını bilemezdi tabii. Bu reform hareketleri sırasında Osman bir başka büyük 'hata' daha yaptı; Kapıkulu Ocağı'nda bazı denetimlerde, Yeniçeri ağalarının rüşvet çarkını ortaya çıkarıp onların da paralarını kesti.
Bu müdahele, tarihte ilk kez bir Yeniçeri isyanına neden oldu. Ve Osman padişah, Yedikule zindanlarında boğularak öldürüldüğünde sadece 18 yaşındaydı... Artık Kösem'in önü açılmıştı.
Tahta çıkma sırası onun 11 yaşındaki oğlu IV. Murat'taydı. Ve Osmanlı'nın yönetimi tümüyle Kösem'e kalmıştı. Oğlu adına devleti o yönetecekti.
İktidarda kaldığı on yıl içinde Kösem Sultan, padişahların üzerinden gelemeyeceği siyasi sorunları akıl almaz zekasıyla çözmeyi başardı. Sadrazamları, sadrazamlara, klikleri kliklere, düşman devletleri de birbirine kırdırarak... Ama IV. Murat artık büyümüş, annesine başkaldırmaya başlamıştı.
Kösem Sultan'ın tavrı ise kesin ve acımasızdı. Erken öten horozun başı kesilmeliydi. Bu kendi oğlu bile olsa...
MİMAR SİNAN VE MİHRİMAH SULTAN
Hürrem Sultan, saltanatı elinde tutmak için kızı Mihrimah'ı Rüstem Paşa ile evlendirmişti ama o günlerde Mihrimah Sultana aşık olan bir başka isim daha vardı. Mimar Sinan'dı bu adam! İşte bu karşılıksız aşkın buruk öyküsü.
Üsküdar'daki Mihrimah Sultan cami ile Edirnekapı'daki Tek Minareli camiyi aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin ve gözleyin.
Göreceğiniz manzara şudur; Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar'daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! Rastlantı mı? Hayır bu bir dehanın eseridir ve o deha, bu kez tanrı değildir... Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan'ın bir kızları olmuş ve adını Mihrimah koymuşlardır.
Evlenme çağında iki talibi vardır: Diyarbakır valisi Rüstem Paşa ve sarayın baş mimarı Mimar Sinan... Mihrimah Sultan Vali ile evlendirilir. Sinan ise kıza olan aşkını hayatı boyunca kalbine gömer.
Padişahın, Sinan'dan Mihrimah Sultan adına bir cami yapmasını istediği yıl 1540'dır.
Üsküdar'daki iki minareli bu camiyi, Sinan 8 yılda bitirir.
Aşkına adadığı bu esere, eteklerini giymiş bir kadın silueti vermiştir. Ama ustayı, kesmeyecektir bu... Aradan 14 yıl geçer. Bu kez Sinan kendi isteği ile Edirnekapı'da surların yakınında ıssız ama İstanbul'un en yüksek tepelerinden birine tek minareli mütevazı bir cami inşa eder.
Onu da hala unutamadığı Mihrimah Sultan'a ithaf eder. Şimdi gelelim 'senede bir gün'e...
O gün, güneş batarken, bu iki camii de görebileceğiniz bir yerden bakarsanız; 'Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar'daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır' demiştik.
Neden? Çünkü Sinan, iki caminin yerini güneşin doğduğu ve battığı yerleri tespit ederek, bilinçli olarak seçmiştir.
Doğal olarak bu mucize yılın tek bir günü gerçekleşmektedir:
21 Mart'ta... O gün Mihrimah Sultan'ın doğum günüdür. O gün, o açıdan baktığınızda ay ve güneş birleşirler. Ve Mihrimah Farsça da 'ay ve güneş' demektir.
Acaba Mihrimah Sustan Mimar Sinan'ı mı seçmeliydi?
SERVET VE GÜCÜN TADI
Padişah kızlarının 'şaşırtıcı sıklıkta' evlilik yaptığı bilinir. Her defasında yeni damadı sınırsız bir servete ve güce boğarlar, sıkıldıkları zaman ise boşayıverirlerdi. Diğer yanda şehzadeler de hanedana layık olmayan cariyelere gönüllerini kaptırırlardı. Haremde kopan kavgaların en büyük sebebi buydu işte. Gerçi Osmanoğulları, asalet kurumuna pek yüz vermemişlerse de Sultan kızlarının baldırı çıplaklardan biriyle evlenmesine de asla izin verilmezdi. Bu durumda bütün harem el birliği yapar, Valide-i Sultan seferber olur, Padişah baba yumuşatılırdı. Damat adayı tez elden giydirilir kuşatılır, kızın koynuna sokulur, doğacak torunlar ise padişah dedelerinin sevgi ve ihsanlarına boğulurdu. Gençliklerini bu tür gönül maceraları ile geçiren bu kızlar, orta yaşlara geldiklerinde ancak devlet işlerine ilgi göstermeye başlarlardı.
Çünkü gerçek gücün orada olduğunun farkına vardıkları yıllar o yıllar olurdu.
Servet ve gücün tadını aldıkça hırslarının önüne geçilmez olurdu artık. Devletin kilit noktalarındaki görevler için, anneleri aracılığı ile Padişah babalarına baskı yaparlar, onlar da istedikleri kişilerin istedikleri makamlara tayinlerini ayarlarlardı.
Bu görevlere getirilenler ise elbette onların eteklerini öpmekten çekinmezler ve sultanları hediyelere boğarlardı.
'Peki bütün bu karmaşa, rüşvet ve bel altı oyunlar arasında Osmanlı İmparatorluğu nasıl oldu da yüzyıllarca ayakta kaldı'sorusunun yanıtını, o günkü dünya konjonktüründe aramak gerekir.
Osmanlı, kuruluşundan beri ayaklarını öyle sağlam kurallarla yere basmıştır ki bu gün bize imkansız gibi gelen bu tür olaylar, o büyük yapı içinde sadece 'küçük cilveler' olarak kalmıştır. Üstelik o çağda Fransa, İngiltere, İspanya saraylarında yaşananların yanında, 'Topkapı kriterleri' fazlasıyla masum kalmaktadır.
İPİ ELDEN BIRAKMIYOR
Ona Kösem ismini Sultan I. Ahmed layık görmüştü. Cildi öylesine pürüzsüz, öylesine beyazdı ki, sultan onu sevgiyle okşar 'Kösem benim' derdi... Ve bir gün, "Bundan böyle adın Kösem'dir, ben hayatımda senin kadar, tüysüz ve şeffaf bir cilde rastlamadım" dedi.
Bu, aynı zamanda Kösem Sultan'ın, I. Ahmed'i avcunun içine aldığının resmiydi. O da kendisinden önce gelen valide sultanların izinden gidecek, devletin iplerini elinden bırakmayacaktı. Bu arada Sultan Ahmed'den iki oğlu oldu. Bunlar daha sonra tahta çıkacak olan IV. Murat ve I. İbrahim'dir... Her şey yolunda gidiyordu ki, hayat ona hiç beklemediği bir oyun oynadı. Henüz 28 yaşında olan I. Ahmed'in ani ölümü üzerine tahta onun kardeşi Sultan Mustafa geçmişti.
Kösem onun döneminde, kısmen de olsa Osmanlı'nın kararlarını vermeye devam etti. Daha sonra tahta Mustafa'nın oğlu 15 yaşındaki II. Osman geçti. O da Kösem'in kanından biri değildi ama yaşından dolayı Genç Osman olarak anılan bu padişahın ilk döneminde de dizginler yine Kösem'in elindeydi.
Aradan geçen birkaç yıl içinde Genç Osman küçük yaşına rağmen sarayda umulmadık değişikliklere imza atacaktı.
Bunlardan biri de Kösem Sultan'ı saraydan uzaklaştırmak oldu. Ama hiç kimse Sultan Osman'ın bu değişiklerle kendi sonunu hazırladığını bilemezdi tabii. Bu reform hareketleri sırasında Osman bir başka büyük 'hata' daha yaptı; Kapıkulu Ocağı'nda bazı denetimlerde, Yeniçeri ağalarının rüşvet çarkını ortaya çıkarıp onların da paralarını kesti.
Bu müdahele, tarihte ilk kez bir Yeniçeri isyanına neden oldu. Ve Osman padişah, Yedikule zindanlarında boğularak öldürüldüğünde sadece 18 yaşındaydı... Artık Kösem'in önü açılmıştı.
Tahta çıkma sırası onun 11 yaşındaki oğlu IV. Murat'taydı. Ve Osmanlı'nın yönetimi tümüyle Kösem'e kalmıştı. Oğlu adına devleti o yönetecekti.
İktidarda kaldığı on yıl içinde Kösem Sultan, padişahların üzerinden gelemeyeceği siyasi sorunları akıl almaz zekasıyla çözmeyi başardı. Sadrazamları, sadrazamlara, klikleri kliklere, düşman devletleri de birbirine kırdırarak... Ama IV. Murat artık büyümüş, annesine başkaldırmaya başlamıştı.
Kösem Sultan'ın tavrı ise kesin ve acımasızdı. Erken öten horozun başı kesilmeliydi. Bu kendi oğlu bile olsa...
MİMAR SİNAN VE MİHRİMAH SULTAN
Hürrem Sultan, saltanatı elinde tutmak için kızı Mihrimah'ı Rüstem Paşa ile evlendirmişti ama o günlerde Mihrimah Sultana aşık olan bir başka isim daha vardı. Mimar Sinan'dı bu adam! İşte bu karşılıksız aşkın buruk öyküsü.
Üsküdar'daki Mihrimah Sultan cami ile Edirnekapı'daki Tek Minareli camiyi aynı anda görebileceğiniz bir yer seçin ve gözleyin.
Göreceğiniz manzara şudur; Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar'daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır! Rastlantı mı? Hayır bu bir dehanın eseridir ve o deha, bu kez tanrı değildir... Kanuni Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan'ın bir kızları olmuş ve adını Mihrimah koymuşlardır.
Evlenme çağında iki talibi vardır: Diyarbakır valisi Rüstem Paşa ve sarayın baş mimarı Mimar Sinan... Mihrimah Sultan Vali ile evlendirilir. Sinan ise kıza olan aşkını hayatı boyunca kalbine gömer.
Padişahın, Sinan'dan Mihrimah Sultan adına bir cami yapmasını istediği yıl 1540'dır.
Üsküdar'daki iki minareli bu camiyi, Sinan 8 yılda bitirir.
Aşkına adadığı bu esere, eteklerini giymiş bir kadın silueti vermiştir. Ama ustayı, kesmeyecektir bu... Aradan 14 yıl geçer. Bu kez Sinan kendi isteği ile Edirnekapı'da surların yakınında ıssız ama İstanbul'un en yüksek tepelerinden birine tek minareli mütevazı bir cami inşa eder.
Onu da hala unutamadığı Mihrimah Sultan'a ithaf eder. Şimdi gelelim 'senede bir gün'e...
O gün, güneş batarken, bu iki camii de görebileceğiniz bir yerden bakarsanız; 'Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar'daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır' demiştik.
Neden? Çünkü Sinan, iki caminin yerini güneşin doğduğu ve battığı yerleri tespit ederek, bilinçli olarak seçmiştir.
Doğal olarak bu mucize yılın tek bir günü gerçekleşmektedir:
21 Mart'ta... O gün Mihrimah Sultan'ın doğum günüdür. O gün, o açıdan baktığınızda ay ve güneş birleşirler. Ve Mihrimah Farsça da 'ay ve güneş' demektir.
Acaba Mihrimah Sustan Mimar Sinan'ı mı seçmeliydi?