Kafa tutuyoruz

Şifo Mehmet, parası olana karşı yüreği olan harika bir simyacı. Antalyaspor'a hava getiren, futbolcuların güçlerini yeniden harekete geçiren duyguların mimarı. Üstelik futbolun efendisi

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 03 Şubat 2010 Güncelleme 03 Şubat 2010, 00:36
Kafa tutuyoruz

İÇİNDEKİLER

Kocaman bir gülümsemeyle karşıladı beni.
Hayatını iş ahlakıyla kuşatmış bir teknik adamın, Antalyaspor tesislerindeki odasındaydık. "Niye bu kadar sevildiğini biliyor musun?" diye başladım sohbete. "Aslında bu soruyu kamuoyuna sormak lazım" dedi, ama sade bir hayatın içinde eğitime Karun gibi yürek bağışlayan biri olarak, kendi ifadesini geçirdi tutanaklara. "Bu sevgiyi ben oyunculuk döneminde de yaşıyordum. Bu herhalde, insanın duruşuyla, karakteriyle, işine olan ciddiyetiyle bağlantılı bir şey. Çünkü toplumun her kesimimin, aynı sevgiyi, aynı şiddette göstermesi mümkün değil."
Bu sevgiyi pekiştiren delilleri önüme koydu. "Türk eğitimine yaptığım müthiş katkı. O da bunların üzerine çok farklı yerlere taşıdı. Ben futbol oynadığım dönemlerde her ailenin içine giren bir oyuncuydum.
Eğitime verdiğim destekten sonra, kalplerin derinliklerine giren biri olduğuma inanıyorum."
Futbolcuların sosyal mesajlarının bile olmadığı ülke düzeninde, Şifo Mehmet'i tırnak içine almamız için çok neden vardı aslında.
Meseleyi gönül işi olarak değerlendirdi. "Bu işlerde zorlama olmaz. Topluma malolmuş kişilerin, gönüllerinden geliyorsa, bu tür sosyal aktivitelerde olması gerektiğine inanıyorum..
Niye olmuyorlar diye kimseyi sorgulamıyorum" dedi. "Senin yerine bizlerin sorgulaması gerekiyor" diye karşılık verdim.
Bu soruların ve aldığım cevapların, sorgulama alanına dahil olduğunu ikimiz de biliyorduk.
Yoklukları varlığa çeviren yanını da bildiğim için, teknik adamlıktaki sırrını da merak ettim.
Antrenörlük yaşamıyla, futbolculuk dönemini kardeş ilan etti. Zamana dönüş yaparken, Beşiktaş-Samsunspor maçını izlerken, kendi gençliğiyle karşılaştı. "Samsun'da amatör bir takımda oynuyordum.
Samsunspor-Beşiktaş maçını izlerken, (Beşiktaş takımında bu oyuncular oynuyorsa, ben bu takımda oynarım) dedim, Beşiktaş'ın oyuncusu oldum."
Antrenör olarak da aynı duyguları yaşamış.
Bir Malatyaspor macerası ve ardından hedefini belirleyen Mehmet Özdilek... "Ben bu işi Türkiye'de rahatlıkla yapabilirim."
Geçen sezon Antalya'da bir risk aldığını biliyor. Risklerin insanları bazen çok farklı yerlere getirebileceğine inanıyor.
Küme düşmesine kesin gözle bakılan Antalyaspor'a hava getiren, futbolcuların güçlerini yeniden harekete geçiren duyguların mimarı. Harika bir simyacı. "Kaybedeceksek, adam gibi kaybedelim" düşüncesinde. "Forvet hattında en etkili takımlardan biriyiz" dedi, "Bir Anadolu takımı olarak 4 forvetle oynuyorum. Bu da cesaret ister."
Dengelerin parası olanın lehine işlediği bir düzende, yürekli bir terazi koydu önüme. "Benim 24 oyuncumun maliyeti 5 milyon Euro ama 150 milyon Euro'luk takımla mücadele ediyoruz. Biz çok başarılı bir takımız."
İçinden hayal geçen bir trene çağırdım onu. "Sen bir futbolcuya 14 milyon Euro verebilir misin?"
Oturduğu koltukta, düşünceleri ayağa kalktı. "Ne diyorsun?" dedi, "O para benim 4 yılımı kurtarır."
Antalya'dan sonraki hedefini sordum.
Hayatın ve zamanın içinde hedeflediği bir nokta vardı, oraya yürüyordu.
Teknik adamlıktaki hedefi, yaşamın her anında vardı aslında. Çünkü işlerini yapmak için yapan biri değil. Doğru, düzgün ve adam gibi yapan biri.
Antalya'da geçen sezon 24 saatin 16 saatini kulüpte oyuncularla geçiren bir adam. Geçen sezon, yeni doğmuş kızını görmeye gidememiş.
3 yaşındaki kızını, 20 günde bir görebilmiş bir baba. Hiçbir şey kolay değil, hiçbir övgü de sebepsiz değil.
Günün tartışmasında söz hakkı vermem gerektiğini düşündüm. "Milli takım için, sana bir şey geldi mi?" diye sordum. "Sorular geldi" diye karşılık verdi.

TERİM'E BİLE SABREDİLMEDİ
"Hangi sorular?" "Milli takım hocası yerli mi, yabancı mı olsun soruları." "Cevapları rica edebilir miyim?" diye, bir soru da ben yönelttim. "Milli takımla ilgili (yerli mi, yabancı mı?) diye konuşulmasını ben doğru bulmuyorum.
Bunlar Türk antrenörlere zarar veriyor."
Cümleleri belgeliydi. "İstatistiklere bakacaklar.
Başarıların hepsinde Türk antrenörler var."
Meseleye kibarca parantez açmaktan da geri kalmadı. "Karar mekanizması ben değilim. Federasyon Başkanı ve yönetim kurulu var. Onlar verecek kararı. Biz de bu karara saygılı olmak zorundayız."
Ben yine, kendisiyle milli takım arasında bağlantı kurmak istedim. "Ben talep etmem" dedi, "talep edilen olurum."
Devam etti. "Yılmaz Vural'a bakıyorum, talep ediyor. O da ayrı bir şey, ona da saygı duyuyorum.
Onun tarzı bu, yakışan da bu. Türkiye'de bu işi yapabilecek, vizyonu geniş, yeteneği olan çok teknik adam var. Türk veya yabancı olması önemli değil, asıl önemli olan gelen adama ne kadar sabır göstereceğimiz."
En gerçekçi resmi de önüme koydu. "Bu ülke Fatih Terim'e bile bu sabrı göstermedi.
Kimi getirirsen yazık olacak."
Başkası olsa çarmıha gerilirdi de, onun hatalarını bile omuzlarında taşımaya gönüllü bir toplum bulmuştu karşısında.
Sisli, kara bulutlu bir maziye taşıdım onu. İsviçre maçının son dakikalarına...
"İsviçre maçında yaptığın hareketten sana kalan anlamlı ders nedir?"
Kurduğu cümleler bile terbiyeliydi. "Kendime yakıştıramadım.
Mili takım yardımcısı olarak, ne olursa olsun, yaptığım hareket doğru değildi. Ne kadar baskı altında olursak olalım, final olursa olsun, o reaksiyonu vermemek gerekirdi.
Kendime yakıştıramadığım için de hadi eyvallah dedim." "Başkası olsa, o hareketi bağışlanmazdı" dedim, "kesinlikle" dedi ve devam etti. "Yaşam devam ettiği sürece, hatalarımız olacak.
Önemli olan, yaptığımız hatayı bir daha tekrarlamamak.
Bu olay da bana yaşam anlamında çok büyük katkı sağladı.
Onda, her şer, bir hayrı doğuruyordu.
"Belki o hareket beni başka bir yöne kanalize etti" dedi. 16 ay futbolun dışında kalmıştı.
Eşinin hamile olduğu bir dönemdi üstelik.
O stresi onunla birlikte yaşadım" dedi.
Bu ayrılığı bir gurura dönüştürmüş.
O boşlukta, üniversite gençliğiyle ilgili bir televizyon programı yapmış.
Proje imkanına sahip üniversitelere mali destek vermiş. Ardından "Şifo Mehmet Futbol Okulu" projesini hayata geçirmiş. "Senin hatalarından bile sevaplar doğuyor" dedim, hatalarından arınmanın görkemiyle güldü.
Bütün organlarını çocuklara ve gençliğe bağışlayan bir adamın gururuyla.
Türk futbolcusunun çok yetenekli olduğuna inanıyor. Sahip çıkmamız gerektiğini de. "Futbolda çeteler var mı?" konulu bir konferansa davet ettim. Konuşmacı olarak, "Futbolda çeteler var" diyen Rıdvan Dilmen'i koydum önüne. "Benim oynadığım dönemlerde bu tür bir şeye şahit olmadım.
Bizim zamanımızda sektör bu kadar büyük değildi" dedi ve bir an maziye dönünce de, şaşırdı.
"Sahi ya" dedi, "Bizim zamanımızda sadece forma reklamıyla paralarımız nasıl ödeniyormuş. Helal olsun."
Kazandıklarını sordum. "Allah'a şükürler olsun, kimseye muhtaç olmadan, aynı hayat standardını devam ettirerek yaşıyorum" diye karşılık verdi.
Gazetelerin hemen hepsini okuyor. Hakan Altun'u dinlemeyi seviyor. "Hakan benim gönül dostum" dedi, "Her şeyden önce iyi bir Beşiktaşlı."
Hakan dışında, Müslüm Gürses'i, Orhan Gencebay'ı, Sezen Aksu'yu ve gün içinde kulağa hoş gelen her tür müziği dinliyor ve destek veriyor.
Evin içindeki "Baba Mehmet'i" merak ettim, derin bir nefes çekti. "Biz zor insanlarız. Özellikle maçtan sonraki Mehmet Özdilek, çekilir bir adam değil. Takımın kaybetmesi beni ağır yaralıyor.
3 gün kendime gelemiyorum. Ama kızlarıma sarıldığım zaman, bütün gerginlik ve stres bir anda gidiyor." Şifo Mehmet, çocuklara eğitimli olmayı örgütleyen bir hayat militanı.
İnsanları can evinde ağırlayan, dostlarına fitil olup, kendini yakmaya hazır özel biri.
Onurlu bir ömrün, onurlu işçisi.
Hayatın içindeki her hareketi kayda değer.
O yüzden saygıdeğer bir isim olarak, bu toplumun gönlüne yazılı.
Ne mutlu bana ki... Onu bir sayfalık söyleşide anlatabildiysem eğer...