Tarihi 4 Mart 2019

28 Şubat’ı nasıl analım?

22 yıl sonra, 28 Şubat'ı nasıl anmalıyız. Bu büyük siyasi ve toplumsal travmayı tarihin derinliklerine mi gömelim? Yoksa 28 Şubat zulmünü hiç unutmadan, devamlı hatırlayarak geçmişe saplanıp kalalım mı?
Şüphesiz bu iki tutum da çok sağlıklı değil. Zaten sağlıklı olmadığı için de muhafazakar dindar çevreler tarafından çok fazla kabul görmüyor. Türkiye'de dindar kimlik bir mağduriyet üzerinden inşa edilemeyecek kadar kapsamlı ve geniştir; toplumun bel kemiğini oluşturan hakim unsurdur. Keza 28 Şubat'ta yaşanan zulmün boyutları da tarihe gömülemeyecek, unutulamayacak kadar büyüktür.
Karartılan genç hayatlar, yiten canlar, işkenceler, ikna odaları, tutuklamalar, coplanan lise öğrencileri, yeşil sermaye listeleri, hakarete uğrayan başbakanlar, hapse atılan belediye başkanları, muhtar bile olamaz manşetleri, 'irtica PKK'dan bile tehlikeli' açıklamaları nasıl unutulur ki!
Ağlamak, sızlamak için değil 'bir daha asla' demek için hatırlayalım.
Mesela 28 Şubat'ta Necmettin Erbakan ve ailesinin nasıl canavarlaştırıldığını unutmayalım.
O zamanlar genç bir delikanlı olan Fatih Erbakan'ın arabasıyla ilgili haberlerin gazetelerde nasıl çarşaf çarşaf yayınlandığını, Elif Erbakan'ın canlı modellerin resmini çizmek istemediği için okuduğu tasarım bölümünden atıldığına dair masa başı haberleri hiç aklımızdan çıkartmayalım. Bir siyasetçiyi ailesini canavarlaştırarak, itibarsızlaştırarak alt etmeye çalışma ahlaksızlığını hiç unutmayalım.
Unutmayalım ki bugün yaşanan benzeri itibarsızlaştırma ve canavarlaştırma kampanyalarına prim vermeyelim.
Fadime Şahin, Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı orta oyununu da hatırlayalım. Masa başında nasıl senaryolar yazıldığını, kameralar eşliğinde yapılan ve neredeyse canlı yayınlanan düzmece polis baskınlarını, toplumun sinir uçlarını tahrik etmek için kurulan tezgahları unutmayalım.
Tezgahı kuranların sonra nasıl kamera önüne geçip sureti haktan gözükerek istismardan, kadın haklarından, dürüstlükten bahsettiğini aklımızdan hiç çıkartmayalım. Çıkartmayalım ki bugün dindar muhafazakar camianın vakıflarına, derneklerine, eğitim kurumlarına atılan iftiralara gözü kapalı inanmayalım, aslını astarını soruşturalım.
Hele askerlerden brifing alan yargı mensupları, 'aynı brifingden biz de isteriz' diye manşet atan gazeteciler gözümüzün önünden hiç gitmesin.
Gitmesin ki bugün adaletten bahseden, basın özgürlüğünden dem vuran kişilerin büyük bir kısmının dün brifing sırasına giren onursuzlar olduğunu es geçmeyelim. Adalet ve özgürlük talep edeceksek de başkasının dolmuşuna binmeden talep edelim.
Hepsinden fazla lise, üniversite kapılarında coplanan, küfre hakarete uğrayan başörtülü öğrencileri unutmayalım. Bugün aileyi, kadını, çocuğu, nafakayı konuşurken ağzımızdan çıkanı kulağımız duysun.
Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, istikametimizin neresi olduğunu aklımızdan çıkartmayalım ki bu meselelere adil çözümler peşinde koşalım.