Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 6 Ekim 2019

Sorular ve cevaplar…

'Neredeydik', 'nereye geldik' ve 'nereye doğru gidiyoruz' şeklinde, her birimizin kendi çapında cevaplarını aradığımız sorularla karşı karşıyayız. Özellikle bazı kararlarımızı etkilediğinden, doğru cevapları bulabilmemiz de önemli.

Eğitim, sağlık, ulaşım ve iletişim gibi hususlarda nereden nereye geldiğimiz, genç kesimleri istisna edersek, hepimizin malumu. Hak ve özgürlükler konusunda ülke olarak aldığımız mesafe hususunda da durum aşağı yukarı aynı.

Şahit olmayanların, bir zamanlar toplumun hemen bütün kesimlerinin ağır yasaklarla karşı karşıya olduğuna inanmakta zorlanmaları, hak ve özgürlükler konusunda alınan mesafenin de göstergesi.

Kazanımlara alışıp artık normal kabul etmeye başladığımız için, var olanların 'yetersiz' olduğu dolayısıyla daha ileri aşamalara taşınması gerektiğini düşünmek de, insan doğasının bir gereği.

Çok daha fazlasını isterken, aslında kazanımların bizim için fazla olduğu ve daha azı ile yetinmemiz gerektiğini düşünenlerin algı operasyonlarına kanmak ise karşılaşabileceğimiz başlıca problemlerden. Ve altını çizerek söylemek gerekir ki, tam da böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti'nin 29. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı'ndaki açış konuşması, nereden nereye geldiğimiz konusunda olduğu kadar bundan sonra nereye gidileceği ile alakalı ciddi ipuçları içeriyor.

'Göreve geldiklerinde faizin yüzde 63, enflasyonun yüzde 30 olduğunu' vurgulayan Cumhurbaşkanımızın, enflasyonun yüzde 4.2'ye indirilmesinin ardından 'patlatılan' Gezi olayları ile, faiz ve enflasyonu yükselten bir sürecin başladığını hatırlatması, boşuna değil.

Düşük enflasyon ve nerdeyse negatif faiz aşamasına getirilen ülkemizin tekrar yüksek faiz ve enflasyon ile karşı karşıya getirilmeye çalışılması, sadece ekonomi ile izah edilmeyecek bir durum.

Faiz ve enflasyonun düşmesinin, zenginliklerin yatırıma, dolayısıyla üretime ve istihdama yöneldiği bir Türkiye manasına geldiğini, kendi ayaklarımız üzerinde durmamızı istemeyenlerin de bildikleri malum. Ve bu çevrelerin içerideki uzantılarının da yardımıyla buna mani olmaya çalıştıkları, herkesin bildiği bir husus.

BİZE DÜŞEN…
Gezi olayları ile başlatılan sürecin, ülkemizi ekonomik olarak zayıflatmayı ve böylelikle teslim alınamasa bile istenileni yapan bir ülke haline getirmeyi hedeflediğini, artık biliyoruz.

Dış mihrakların uzantıları ile yaptıkları saldırılar başarıya ulaşsaydı olabilecekleri hayal edebilmek bile zor. Açık olan, sahip olduğumuz kazanımların büyük bir kısmını elimizden almayı hesapladıkları…

Türkiye'nin bize bırakılmayacak kadar önemli bir ülke olduğunu düşünenler, sahip olduklarımızı da bizim için lüks olarak kabul ediyorlar. Sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim, savunma sanayi ve benzeri birçok husustaki adımlardan geri dönülmesi, saldıranların öncelikli hedefleri.

Cumhurbaşkanımızın ve milleti ile bütünleşerek iktidara gelen AK Parti kadrolarının sıkı durması ve onları kendilerinden kabul eden insanımızın destekleri ile atlattığımız badirelerin, bazı kırılganlıklar oluşturması, kaçınılmaz sonuçlardan.

Bizi teslim almaya hiç değilse zayıflatmaya çalışanlara karşı mücadele verilirken darbe almamayı düşünmek, insanı bir durum. Ancak, kaybedersek neler olabileceğini iyi bildiğimize göre, kavgada yumruk saymamak gerektiği de unutulmamalı.

Durum şu: Bir yanda bize saldıranlarla işbirliği yapanlar, bir yanda da saldırılara karşı koymak için canını dişine takmış olanlar var.

Kimin yanında olacağımız ise bize kalmış bir şey…