Şura-yı Devlet (Danıştay) ve milli hakimiyet

BÜLENT ERANDAÇ

BÜLENT ERANDAÇ

Eklenme Tarihi 10 Şubat 2010
Bir tür ulusal meclis konumunda olan Şura-yı Devlet, resmi olarak 10 Mayıs 1869'da açılarak, 28'i Müslüman, 13'ü diğer dinlerden olmak üzere 41 üyesi ile Mithat Paşa başkanlığında göreve başladı. Osmanlı Devleti'nde Tanzimat Dönemi'nde yasa ve tüzük tasarılarını hazırlayan, idari yargı görevi gören Şura-yı devlet bugünkü Danıştay'ın temelini oluşturur.
Şura-yı Devlet başkanı "nazır" unvanı alarak Meclis-i Vükela üyesi olarak görev yapıyordu. Şurayı Devlet 1876'da Kanun-ı Esasi ile yargı ile ilgili görevleri kaldırılmış, Cumhuriyet'in ilanı ile de "Danıştay" sanı ile göreve devam etmiştir.
Danıştay'ın, üniversitelerde katsayı problemini halleden; yani meslek lisesi mezunlarıyla düz lise mezunları arasındaki adaletsizliği ortadan kaldıran son YÖK düzenlemesini iptal etmesi yeni anayasa ihtiyacını net biçimde ortaya çıkardı.
Anayasa Mahkemesi kendini adeta Meclis gibi düşünüyor. (411 kararı), Danıştay, eğitimden tutun kılık kıyafete kadar kararlar alıyor, özelleştirmeleri frenliyor. Yargıtay, düşünce özgürlüğüyle ilgili davalarda uyum yasalarıyla yapılan değişiklikleri uygulamaya yansıtmakta direniyor. Yerel mahkemelerde de demokratikleşme çabalarını zora sokan uygulamalar yaşanıyor.
Üniversitelerde öğrencilerin başını örtmesinin yasak olduğuna ilişkin ne Anayasa ne de kanunlarda hiçbir düzenleme olmamasına karşılık Anayasa Mahkemesi laiklik ilkesini yorumlayarak üniversitelerde başörtüsünü yasaklıyor. Yargıtay bu katı yorumu benimsiyor.

Bu da olur mu?

Kur'an Kursu yönetmeliği değiştirildi, İmam Hatip'lileri engellemek için meslek lisesi mezunlarının girebilecekleri yüksek öğrenim programları sınırlandırıldı. Okul dışında başını örten bir öğretmenle ilgili karar alındı.
Danıştay 8. Dairesi, meslek lisesinde okuyan ve mezun olanların açık öğretim liselerine geçmesine imkan sağlayan Milli Eğitim Bakanlığı yönetmeliğinin yürütmesini durdurdu.
Danıştay, ilköğretim 5. sınıfı bitiren öğrencilerin yaz tatilinde Kur'an kurslarına gitmelerine imkân veren yasanın bazı hükümlerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdi.
Özelleştirme davaları, KİT'leri özelleştirmeye çalışan hükümeti sürekli yargı engeline takıyor.
Değişime direnç gösteriliyor.
Verdiği kararların başında "Türk milleti adına" ibaresi bulunan mahkemelerin, kamu vicdanında kabul görmeyen hukuka aykırı yorumları vatandaşların yargıya güvenini zedeliyor.
Tabiidir ki Başbakan Erdoğan isyan diyor:
"Üniversitelerin kılık kıyafet tartışmalarıyla anılmasını Türkiye'ye haksızlık olarak görüyorum. Meslek liselerini üvey evlat muamelesi yapılması bu ülkenin geleceğine vurulmuş acımasız bir darbe olarak görüyorum. Başbakan meslek lisesi mezunu olduğu için mi bunu yapıyorsunuz. Bazı alışkanlıklar tarihi karanlıklarından bir türlü çıkamıyor. Hükümet gaza basacak birileri frene basacak. Hükümet yatırım yapacak birileri çukur kazacak, engel çıkartacak kusura bakmayın birileri Türkiye'yi düşünmüyor. Gölge etmeyin başka ihsan istemez.''
Türkiye'yi gelecek yıllara taşıyacak esaslı bir siyasi sistem reformuna ihtiyaç var. Bunun başında da millî iradeyi engelleyen unsurların bertaraf edilmesi geliyor.
Bir ülke de anayasal bütün kurumların mevcut hukuk çerçevesinde hareket etmesi gerekmektedir. Kimse kendisini, hukukun kendisine tanıdığı pozisyondan farklı ve üstün bir yerde göremez.
Son yaşananlar siyaset ve yargı reformunun ne kadar elzem olduğunu, özgürlükçü yeni anayasa ihtiyacını bir kere daha gözler önüne sermektedir.