Tarihi 11 Ocak 2021

Dijital diktatörlük

SOSYAL medya mecraları yaygınlaşmaya başlayınca dünyada büyük bir heyecanla karşılandı. Artık bir ucunda bilgi üretenlerin diğer ucunda ise bilgiyi tüketenlerin yer aldığı tek boyutlu iletişim akışının kırıldığı iddiası çoşkulu bir haberdi.
İnsanlar bilginin ve haberin sadece tüketicisi olmayacak aynı zamanda üreticisi de olacaktı. Gerçekten de gazetede, televizyonda bulamadığımız birçok haberi hızlıca sosyal medyadan öğrendik. Çok uzaklara gitmeye gerek yok; son günlerde CHP'de patlak veren taciz skandallarının birçoğunu ilk önce sosyal medyadan duyduk.

Tabii zaman içerisinde bazı soru işaretleri de belirdi. Evet sosyal medya mecraları hızlı ve çeşitli bilgi almamızı sağladılar ama aldığımız bilginin doğruluğu ve güvenilirliği ciddi bir sorun olarak ortada duruyor. İftira, yalan, kaos oluşturma çabalarının da mecrası oldu sosyal medya.
Sosyal medyada aktarılan bilginin doğruluğunu kontrol edecek bir editörya mekanizmasının olmayışı, dahası sosyal medyanın ulus devletlerin hukuk denetimine tabi olmayışı en büyük sorunlar olarak belirdi.

Türkiye'nin de konuyla alakalı kötü tecrübeleri var. Gezi Kalkışması esnasında sosyal medyanın özgürlük alanı gibi duran denetimsizliğinin kötü sonuçlarını hep beraber gördük. Kalkışma esnasında sosyal medyada yayılan yalan haberlere göre polis panzerleri çocukları ezdi, ordu yönetime el koydu, kalkışmaya müdahale edilirken portakal gazı kullanıldı, kalkışma 4 gün daha devam etseydi AB veya Anayasa Mahkemesi hükümeti düşürecekti, boğaz köprüleri kalkışmacılar tarafından ele geçirildi... Gezi Kalkışması'ndan hemen sonra Türkiye'de toplumun önemli bir kesiminde hızla bir sosyal medya farkındalığı oluştu. Kalkışma esnasında sosyal medyada yalan terörüne muhatap olan insanlar sosyal medyanın kötü kullanıma açık, saklanan yüzünü keşfettiler.

Kalkışmayı destekleyenler ise bir türlü soyutlama yapamadılar. Sosyal medyayla ilgili her eleştiriyi kendilerine yapılmış kabul ettiler, kalkışma penceresinden okudular ve her türlü sosyal medya düzenlemesine karşı çıktılar. RTÜK'ün internet üzerinden yayın yapan dijital platformları lisanlamasına da sosyal medya mecralarının Türkiye'de temsilcilik açmasını içeren yasal düzenlemeye de canhıraş karşı çıktılar. Dedim ya vakadan soyutlanıp, ihtiyacı göremediler. Akıllarında hala Gezi Kalkışması esnasında attıkları "jandarma ile polis çatışıyor" tweetleri vardı çünkü.

ABD'deki kongre baskını sonrası Twitter'ın ABD Başkanı Trump'ın hesaplarını süresiz askıya alması konuyu tekrar alevlendirdi. Herkesin aklında aynı soru; seçimi kaybetse de görev süresi bitene kadar ABD başkanı olan, belki de dünyanın en güçlü insanı olan Trump'ın sesi sorgusuz, sualsiz, açıklamasız ve gerekçesiz bir şekilde kesildi. Evet, "Trump'a oh olsun" diyebiliriz; hak etmişti. Ama yapmayalım; Gezi Kalkışması'nı destekleyenlerin düştüğü soyutlama yapamama kısıtlılığına düşmeyelim. Kişileri, olayları bir kenara bırakıp sonuca odaklanalım;
Kendini ifade hürriyetinin kalesi ilan eden, ulus devletlerin denetim ve düzenleme girişimlerine "ifade hürriyetini savunmak" sloganının arkasına sığınarak direnen sosyal medya mecraları Trump'ın sesini iki tuşa basarak kıstılar.
Yetmedi takipçilerinin yaygın olarak kullandığı sosyal medya uygulamalarını da yasakladılar.
Bu tablo, bu dijital diktatörlük sizi korkutmuyor mu? Yoksa hala "ifade hürriyeti" masalları ile tatlı uykulara dalmaya devam mı?