Tarihi 9 Aralık 2019

Bile bile çakar mı?

TÜRKİYE'DE AK Partili yıllarda çok şey değişti. Sağlıkta, eğitimde, ekonomide, devlet toplum ilişkilerinde, terörle mücadelede, yasakların kaldırılmasında, altyapı yatırımlarında, teknolojide olan biteni yazsak ciltlerce kitap olur.
Tüm bunların yanında sessiz sedasız, derinden bir başka değişiklik oldu. Artık memleketimizde yeni bir toplum ve yeni bir siyaset var. Yeni toplumun yeni siyasetten beklentileri de öncekinden çok farklı. Üstüne bir de Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. Siyasetin kodları değişti.
Siz bütün bunların üzerine bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğini koyun.
Geldiğimiz noktada durum şu; toplumun özellikle de AK Parti tabanının siyasetten beklentisi ikiye bölünmüş durumda. Siyasetin genel hatlarını Cumhurbaşkanı Erdoğan çiziyor. Vatandaş önemli meselelerde dönüp Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bakıyor. Büyük meselelerde toplumun tercihleri üzerinde belirleyici olan Erdoğan'dan başka bir aktör yok.
Sınır ötesi askeri harekat olacaksa da, ABD ile ilişkiler gerilecekse de, Avrupa ülkeleri ile bir orta yol bulunacaksa da, hükümet sistemi değişecekse de, eğitim alanında köklü bir reform yapılacaksa da gözler Erdoğan'a çevriliyor. Cumhurbaşkanı'nın herhangi bir hamleyi savunması toplumun büyük bir kesimini, AK Parti tabanının ise tamamını ikna etmek için yeterli.
Erdoğan dışındaki siyasi aktörlerden yani milletvekillerinden, siyasi partilerden beklentiler ise daha mikro konularda ortaya çıkıyor. Vatandaş diğer siyasi aktörlerin kendisinin basit gibi gözüken gündelik sorunları ile ilgilenmesini istiyor. Vekilini, belediye başkanını her daim yanında, kendisi ile aynı hizada, dirsek temasında istiyor. Elini uzattığında dokunabilmek, seslendiğinde sesini duyurabilmek istiyor. Üstelik bu görev bölüşümü geçiş yaptığımız Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de ruhuna uygun.
Yürütmenin yani icraatın yegane sorumlusu Cumhurbaşkanlığı. Başarının da başarısızlığın da fatura edileceği adres orası. Beklenti de Cumhurbaşkanlığı'na yöneltiliyor, rahatsızlık da. Bu sistemde milletvekillerinden beklenen temsilden yani kelimenin tam anlamı ile vekillikten başka bir şey değil. Milletvekillerinin başarısı da bu vekillik görevini ne kadar yerine getirdiği ile ölçülüyor. Seçmeni ile iç içe olan, derdini dinleyen, taleplerine aracılık eden vekil başarılı kabul ediliyor.
Beğenelim veya beğenmeyelim tablo bu. Tam da bu nedenle en sadık AK Parti seçmeni bile zaman zaman kendi partisini ve vekillerini acımasızca eleştirebiliyor. Eleştirileri konuları benzer; toplumdan kopukluk, halkın sorunlarına duyarsızlık, burnu büyüklük, kibir, seçmenin taleplerine kulak asmama, yeterince aktif olmama.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı eleştirileri ikaz mahiyetinde kendi partisine yöneltiyor. Kibir ve gurur abidelerinden bahsediyor, tevazunun önemini hatırlatıyor, dava insanı olmak gerektiğini söylüyor, makam düşkünlüğüne karşı ikaz ediyor.
Tüm bunlar olurken milletvekilleri kendilerine trafikte geçiş üstünlüğü sağlayan ve çakar takmalarına imkan veren bir kanun maddesini kabul ediyorlar. Kanuna diğer partilerden de destek geliyor ama AK Partili vekiller istemese kanun meclisten geçmeyecek. Meclisin en büyük grubu AK Parti olduğuna göre sorumluluk da AK Parti'de. Vekillerin ayrıcalıkları meselesi uzun bir tartışma. Çok kişi vekil maaşlarını diline dolar ama ben genel kanının aksine vekil maaşlarının yetersiz olduğunu düşünenlerdenim.
Vekillerin trafikte geçiş üstünlüğü olmalı mı olmamalı mı meselesi de uzun uzun tartışılabilir. Ama bir gerçek var; siyasetten beklenti değişmişken, alçak gönüllülük gündeme gelmişken, Cumhurbaşkanı Erdoğan kibir ve gurur ikazı yaparken, AK Partili vekillerin çakar ayrıcalığı için el kaldırmaları çok büyük bir siyasi hatadır. Toplumun hassasiyetlerine bu kadar ters bir düzenlemenin hem de AK Partili vekillerin de desteği ile yapılması izahı olmayan bir durum.
Bu yanlış Beştepe'den dönerse izah etmek iyice zorlaşır, mahcubiyet artar.