Tarihi 10 Aralık 2018

Fransa’da pişen bize neden düşmüyor?

YURDUMUN çapulcularında belli belirsiz bir telaş var. Kendilerine bile itiraf edemedikleri marazi bir umuda yavaş yavaş kapılıyorlar. Hani Fransa yanıyor ya, biz de Türkiye'yi tutuşturabilir miyiz derdindeler;
Yine ağaç desek, mizah desek, yaşam tarzı desek, kent desek, doğa desek... Toparlar mıyız acaba karta kaçmış birkaç devrimci, klavye başında canı sıkılmış birkaç atarlı ergen, macera arayan plaza enteli ve yolsuz kalmış Cihangir bohemi...
Gerçi Aralık'ın neredeyse ortasına geldik ama adına 'Kasım'da aşk ve isyan başkadır' desek olmaz mı? Hem romantik hem devrimci. Kırmak, dökmek, vurmak, öldürmek ile romantizmi aynı cümleye sokuyoruz nasılsa. Hayatına giren tüm kadınların ağzını burnunu dağıtmakla bilinen Yılmaz Güney'i büyük sanatçı diye iteledik yıllarca, romantik devrimciyi mi yutturamayacağız? Hem iyi ortam da oluyormuş!
İsim meselesi önemli... Gezi'deki gibi parlak fikirler bulmak lazım. Yine ajanslara havale edelim o işi desek, herkes bir yere savruldu. Eskisi gibi ha deyince toparlanıp bir araya gelmek zor. Baksana Sorosçu Açık Toplum Vakfı bile kepenk kapatma kararı aldı.
Devlet desen, o da gözünü açtı ve başarısız girişimlerimizden tecrübe kazandı. Gerçi hâlâ içeride ekmeğimize yağ sürecek kripto FETÖ'cüler var ama onların desteği yakıp, yıkmağa, ortalığı birbirine katmaya yetmez. Hele toplum hiç müsaade etmez. Gezi'ydi, 15 Temmuz'du derken iyice şerbetlendiler.
Sokağa çıktığımız ilk günde önlerine kattıkları gibi çıktığımız yere kadar kovalarlar bizi.
Üstüne üstlük hava da soğuk. Meriç, Utku, Melissa, Taylan, Cansu üşür bu havada. Piyano da, duran adam da getirsen, beleş sıcak şarapla organik pizza da dağıtsan kimseyi günlerce sokakta tutamazsın. Mazallah mideyi bir üşütürlerse Gezi günlerinde kesif bir idrar kokusunun kapladığı park şimdi ne hale gelir! Ali Koç tekrar otelin kapısını açar mı acaba bize. Öyle olsa bile kaç kişi sığar ki bir otele?
İşte böyle düşünüyor yurdumun vandal çapulcuları. Baştaki umut yerini karamsarlığa ve isyana bırakıyor;
Yanıp, kavrulmayı, kaldırım taşlarını söküp şık vitrinlere atmayı Paris'e değil ama İstanbul'a yakıştıran bir isyan.
Aşkın ve romantizmin başkenti Paris yanmamalı. İlk fırsatta terk edilip gidilecek bu ülke yanmalı. Fransa güzel giyinen ve güzel kokan insanların şehri. Burası kısa kıllı kollu ter kokan insanların... Pahalı mağazaların şık vitrinlerinin camı kırılmamalı ama Türkiye'nin evine helal lokma götürmeye çalışan esnafının camını çerçevesini indirir, dükkanını haftalarca açamaz hale getiririz. Fransız polisler biber gazı değil parfüm sıkmalı göstericilerin üstüne. Copla değil gülle müdahale etmeliler, milyonlarca kırmızı gül, güzel koku, Fransızca aşk şarkıları... Bağırmak, çağırmak, coplamak, biber gazı sıkmak, orantısız güç uygulamak hepsi bize mahsus barbarlıklar.
Yapmayın, yakıp yıkmayın Fransa'yı. Hem şu medyaya ne oluyor ki. Fransa'da olup biteni dakika dakika takip ediyorlar. Şiddet gösterilerini canlı yayınlıyorlar. Anlamıyorum, kendilerini ne zannediyorlar? Kendi hallerine bakmadan Avrupalıları eleştirmek, güya onlarla dalga geçmek de ne oluyor?
İşte bunlar hep Erdoğan yüzünden!