Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 6 Ocak 2019

Gözlük meselesi…

Önce bir anekdot: Padişahlardan birisi (muhtemelen II. Mahmud), okuduğu kitaba ara verip sehpaya koyarken, gözlüğünü de başının üzerine kaldırır…

Kitabı tekrar eline aldığında etrafa bakıp gözlüğünü bulamayan Padişah, 'nerde benim gözlüğüm' diye seslenir...

Gözlüğün padişahın başında olduğunu görseler de, nasıl söyleyeceklerine bir türlü karar veremeyen hizmetçiler telaş içinde koşuşturmaya başlar… Derken, Padişahın musahibi devreye girer ve padişaha şunu söyler.

"Efendim, hiç merak buyurmayınız, hepimiz gözlüğünüzü arıyoruz ve en kısa sürede bulacağız... Ancak biz onu bulana kadar siz lütfen tepenizdeki ile idare ediverin!.."

Tavsiye, eleştiri, uyarı, nasihat… İnsanlar arası ilişkilerde son derece önemli olan bu türden faaliyetlerin önemlidir… Ancak, muhatabı incitmeden ve onun anlayabileceği bir şekilde yapılması, çok daha önemlidir.

'Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış' şeklindeki sözü bilirsiniz. Herkesin başkalarını yetersiz gördüğünü ve kendi aklını beğendiğini ifade etmek açısından oldukça güzel bir sözdür bu.

Bu kendi aklını beğenme meselesinde ortalığın karıştığı yer, yoğun bilgi ve tecrübe isteyen konularda bile kendi akıllarını beğenenler… Ağitim-öğretim ve tecrübe gerektiren hususlarda kendilerini sahanın otoritelerinden üstün görme alışkanlığında olanlar bile mevcut.

Kahve sohbetleri, işin bir yönü. Bu tür mekanlarda hemen her meseleye kesin çözümler bulunduğu ve herhangi bir konuda sıkışılınca da, 'birilerini sallandırmaktan' bahsedildiği, malum.

Özel televizyon kanallarının sayılarının artması, ilgili olup olmadıklarına bakmadan hemen her konuda görüş beyan edenlerle tanıştırdı bizleri. Önemli olayların yaşandığı dönemlerde, ortalığı o konu ile ilgili 'uzmanlar' doldururdu bir anda. Halen de öyledir…

KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK…
Kıraathane sohbetlerinde ve kimsenin seyretmediği programlarda ahkam kesenleri, zararsız olarak kabul edebiliriz… Ancak, deprem ve benzeri olaylarda, konunun uzmanı olmadıkları halde toplumu tehevvüre sevk edecek tarzda konuşmalar yapanları ayıplarız en azından.

Başkalarından üstün olduklarını düşünenlerin, hiç değilse konuyu araştırmaları ve öyle konuşmaları, çok daha yerinde olur… Böylelikle gereksiz yere başkalarının canını sıkmadıkları gibi, kendileri de zor duruma düşmekten kurtulabilirler…

Asıl önemli olan ise, herhangi bir konuda hakikaten değerli düşünceleri olanların bunu ilgili kişi ya da kişilere aktarmaları sırasında olup bitenler...

Herhangi bir meselede, sadra şifa görüşleri olan kişilerin bunu ilgililere aktarmalarının bir vazife olduğu, tartışılmaz bir husustur. Özellikle de, ilgili konu fertlerden çok toplumu ilgilendiriyorsa ve dile getirilecekler de genel bir faydaya matufsa, bu tür aktarma, çok gereklidir.

Ancak tam da burada devreye üslup meselesi giriyor. Konuyu ilgilisine aktarırken kullanılan dilin uygun olup olmaması, umulan faydayı sağlamak bir yana, kişiler arasında husumet doğmasına bile sebebiyet verebilir.

İnsanların hemen hepsinin kişilikleriyle ilgili olduğu kadar makamlarıyla ilgili de asabiyetleri olduğunu bilmek, çok önemli bir konu. Bu da, eleştiri ve çözüm önerilerini münasip bir lisanla anlatmayı gerekli kılıyor.

Konu ne olursa olsun, ilgilisi kim olursa olsun muhatabı kızdırmayacak ve düşünmeye sevk edecek tarzda yapılabilen tavsiye, nasihat, uyarı ve eleştirilerden netice alınabilir…

Ancak, bu tür faaliyetler muhatabın hassasiyetleri düşünülmeden yapılırsa, aksi netice kaçınılmazdır…

Hülasa: Kaş yapayım derken göz çıkarmamak gerek…