Önce şunu söyleyeyim. Bizimki trilyonlarla ölçülen bir yapım değil. Bir dekor ve konuklarım.
Olur mu? Shakespeare'in söylediği gibi hepimiz birer oyuncuyuz, "Kadınlar ve erkekler sırası geldikçe girerler bu sahneye ve sırası geldikçe çıkarlar." Dünyayı biz kurguluyoruz Olan biten her şey, savaşlar, yıkımlar, afetler, mesela son yaşadığımız sel baskını gibi... Bunlar hep bizim yanlış kurgumuzun sonucunda oluyor. Bir romancı gibi hayatı birileri yazıyor bizler oynuyoruz.
Ya da yorumculuğu beceremiyoruz! Ya da dediğin gibi yönetmen iyi bir yönetmen değil. Bunu kadere atfetmek de yanlış. Kırmızı ışık yanıyor, geçme işte değil mi? Geçiyor ve ölüyorsun.
O da bir oyuncu. Hayata kıyan bir cellat. "Dünya bir oyun sahnesi" dediğimiz bu işte. Irak'ta bir savaş var ama onu daha önceden yazan bir sahibi var. Belki Pentagon yazmış. Bunun aktörleri var. Bush'dan başlayarak, Irak'ta ölen bebelere, ilaçsız kalan çocuklara kadar uzayıp giden...
HAYATIN OYUNCULARIYIZ
Kişisel demeyelim de sanatçı olarak genişletelim. Sanat da bir kurgudur. Bir oyun yazarsın, oyuncular çıkıp oynarlar. Bunun kurgu olduğu net olarak bellidir. Biz sanatı göstere göstere kurgularken, dış dünyadaki o gerçek dediğimiz hayatın kahramanları oluruz. Bush oluruz, Saddam oluruz veya orada hayatını kaybeden çocuğun annesi oluruz. Bunu da seyirciye söyleriz. "Biz birer oyuncuyuz, dünyada kurgulanmış bir şey vardır, bunun gerçeği budur, size bunu anlatacağız" deriz.
Sayılmaz olur mu? Korkunun psikolojisini inceler. Uzaylılar korkusu, gelecek korkusu. Bize hep bu korku aşılanır, içimizde büyür. Komünizm mesela.
Yanlış anlaşılmaz umarım ama kainat da tanrısal bir kurgudur. Biz kainata dair bütün o sırları yaradana, tanrıya atfederiz. Gerçeği bilmiyoruz çünkü. Ve bilim o aşamada değil. Kutsal kitaplardan yola çıkarak söylersek, mesela cennetten kovulma hikayesi, "Ben sana akıl verdim, kendi suretimden yarattım. Yasağı dinlemedin" der. Yasak, o elmadır. Biraz önceki kırmızı ışık örneğinde olduğu gibi.
Hazreti Musa ile birlikte on emir geliyor. Çalma, çırpma, zina yapma filan...
İlk yasak, "O ağaçtaki meyveye dokunma, her şey var ama ona dokunma!" Orada şeytan faktörü giriyor işin içine. Tanrı, Adem'i yarattıktan sonra ona secde etmesini buyurur. Şeytan "Hayır" der, "Ben sadece sana secde ederim." Bu nedenle lanetlenip cennetten kovuluyor. Onun da bütün derdi galiba şu: "Senin secde et dediğin Adem ve oğulları aslında secde etmeye değer varlıklar mı, değiller mi?" O yüzden hep akıllara girer, bizi kötülüğe teşvik eder.
Bir anlamda buraya sığınabilir. Ama biz sapık diyelim.
Bunu yaz ama...
Medyatik olmanın kurbanı oldum ve bilmeyerek boynumu uzattım. Şimdi fark ediyorum ki gazetecilik de tiyatroculuk gibi çıraklıktan başlanarak öğrenilen bir meslekmiş. Seyircinin sevdiği, düzgün konuşan, güvenilir bir yüzdüm. Bütün bunlar bir araya gelince iyi bir av haline geliyorsunuz. Yapmamayı tercih ederdim. Ama oldu bir kere.
Maç filan olduğu zaman geçerim de klasik bir ev erkeği olduğumu söyleyemem.
İkimizin de özgürlük alanları var evde. Kimse kimseyi sık boğaz etmez, çalan telefonuna bakmaz... Hoştur yani.
Tamer (Karadağlı) geçen gün "Hiçbir erkek masum değildir" demiş. Önce saygı meselesi var. Sonra ben her şeyi zırp pırt beğenen biri değilim. Yüz oyun görsem onlardan birini ya beğeniyorum ya beğenmiyorum.
Yanlış anlaşılmak istemiyorum ama daha önce evlendim. Sonra Beril'le tanıştım, boşanıp onunla evlendim. Evlilik, hayatı karşınızdakiyle ömür boyu yaşamaya mahkum eden kurum değil. Her zaman karşına biri çıkabilir!
Hiç önemsemiyor. Geçen gün konsere gittik. Beril'le birlikte yürüyorduk, çektiler doğal olarak. Sonra muhabir "Soyadınız ne?" demiş Beril'e. "Işık" deyince "Pardon" demiş.
Karısıyla çekmişse haber sayılmıyor. Ama şu canımı sıkıyor. Paris Hilton diye biri var. Herkes tanıyor, ama ne iş yaptığını kimse bilmiyor. Güven Kıraç'a göre de kadının işi 'yatmak'mış. Çünkü otelleri varmış!
BAŞBAKANLA 'VANMİNÜT'Ü KONUŞALIM
O da bir oyuncu elbette. Hayatımızı fuzuli yere meşgul eden bir oyuncu. Onun gerekliliği de yönetmene bağlı. O rejisör, "Bunu çıkarın, daha değerli birini koyun" diyebilir.
Bana kalırsa öyle değil ama belki bir Banu Alkan da gerekiyor.
Merak ettiğim bir şey daha; Bülent Ersoy'a o makyajı kim yapıyor? O elbiseleri kim giydiriyor? O da bu sahnede bir oyuncu çünkü. O frapan kostümler ve makyajla öyle bir sunuluyor ki bize... Bazen de çok doğru şeyler söylüyor.
Artık edeceğim. Lütfedip gelirse Başbakan Erdoğan bile olabilir. 'Vanminüt' meselesi çok önemliydi. Konuşulacak Gazze var, İsrail var, ölen çocuklar. Selde o kadar insan öldükten sonra onları yağmalayanlar! Bunlar da hayattan sahneler. Bu konularda ne söyleyeceğini hiç aklımıza getirmediğimiz insanlarla bunları konuşmak ilginç olacak.
Evet, Avşar'ın Kürt açılımı meselesini konuşması... Bir sanatçı bunu yapmalı. Ama ayrımcılığa prim vermeden. Çünkü sanat önce eşitliği savunur. Kadın, erkek, eşcinseller... Burada hep insanlığı ön planda tutan, kadın erkek, zengin, fakir birini diğerinden ayırmayan kurumdur sanat.
Geçenlerde okudum. Artık kadın kıyafetiyle dışarı çıkanla travestileri polis topluyormuş. Bunlar bizim sorunlarımız olmamalı artık. Bir eşcinsel Almanya'nın dışişleri bakanı oluyor. Deminki korku meselesi gibi. Bize doğuştan bir ahlak empoze ediliyor. Bu kötüdür, bu iffetsizliktir, bu iyidir. Neden? Neye göre?
Bizim Türk örf ve adetlerimizin içinde bu yok. Varsa da olmasın.