'Kardeşinin cesedi soğumadan tahta çık!'

Topkapı Sarayı'nın gizemli koridorları, zindanları, tarih boyunca akıl almaz entrikalara ve cinayetlere tanık olurken, Harem'in kadınları da iki yüz yılı aşkın bir süre iktidarı ele geçirip, Osmanlı'yı yönetmişlerdi

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 01 Ocak 2011 Güncelleme 01 Ocak 2011, 00:00
’Kardeşinin cesedi soğumadan tahta çık!’

İÇİNDEKİLER

Feryatları tüm sarayın duvarlarında yankılanıyordu. Hücresinin kapısına örülen duvarın her tuğlası, onu bir daha hiç çıkamayacağı karanlığa diri diri gömüyordu. Esir-i Azam, şeyhülislam ve diğer vezirler tüyleri diken diken olarak bu ölümcül töreni seyrediyorlardı... Çok değil, birkaç saat önce Sultan İbrahim, Osmanlı tahtında oturuyordu. Ama şimdi o, sonsuzluğa kadar bu hücrede kalmak üzereydi. Kimsenin elinden bir şey gelmiyordu. Çünkü emir büyük yerden; Kösem Sultan'dan gelmişti.

Üç yıl önceydi... Harem dairesinin koridorlarında kararlı adımlarla yürüyen Kösem Sultan, Topkapı Sarayı'nın içinde ilerlerken, onu görenler bu deli öfkeden paylarını almamak için köşe bucak bir yerlere sindiler. Koca saray boşalmış gibiydi. Kösem Sultan sonunda ulaştığı salonun kapılarını hızla açtı ve bir an çevresine bakındı. Büzüldüğü köşeden korku ile ona bakan Sultan İbrahim, annesinin içeri girdiğini görünce, büyük bir korkuyla geri çekildi ve bedeni adete duvara yapıştı. Kösem, bir elini ona doğru uzattı ve "Artık her şey bitti yavrum.
Ağabeyin Sultan Murat Han öldü. Osmanlı tahtı ve tacı artık senindir!
" dedi. "Ben istemem ne tahtı ne tacı sultanım" diye yalvardı İbrahim, "Anlarım sen beni denemek istersin... Ama hevesim yoktur... Sizin olsun taht ile taç..." Buz gibi gözlerini kapı ağasına çeviren Kösem emir verdi. İri yarı iki kişi İbrahim'i der dest edip tahta doğru sürüklediler. Genç adam hala yalvarıyordu. Oysa Kösem kararlıydı, "Karar verilmiştir. Tahta çık ve bana itaat et yeter..." diye buyurdu. Ama İbrahim direnmeye devam ediyordu.
Bunun üzerine onu, IV.Murat'ın kapısı açık olan yatak odasına doğru iteklediler.
Kösem odanın dibindeki yatakta, henüz cesedi soğumamış diğer oğlunu gösterdi ona. Fısıldadı, "Artık kardeşin öldü. Bana karşı çıkamayacak. Sen tahtın sahibi olacaksın ve ne söylersem onu yapacaksın..."

Bir süre gerçekten Kösem Sultan'ın dediği gibi oldu her şey... Bu uğurda çok çaba sarf etmişti çünkü. Oğlu IV.Murat'ı, cellatlarına boğazlatan da oydu, diğer oğlu İbrahim'i tahta çıkaran da. Kösem Sultan 48 yıl hüküm sürdü Osmanlıda. Padişahlar değişse de, o koskoca imparatorluğun tek hükümdarı olarak kalacaktı. Sultan İbrahim'e ne oldu derseniz, kaderini bu satırların başında anlattık. Bir süre annesinin dediği her şeyi yapmış ama sonunda o da kontrolden çıkmıştı. Tabii Kösem'in bunu affedeceği düşünülemezdi. Kararını verdi ve İbrahim'i bir hücreye kapatıp, kapısına duvar ördürdü. Bu öldürmenin bir başka yoluydu. Ama birkaç gün içinde İbrahim'in feryatları öylesine rahatsız edeci bir hale gelmişti ki Kösem Sultan 'insafa geldi!' Cellat Kara Ali, bu işler için yetiştirilmişti. Emri alınca kim bilir kaçıncı kez ibrişim kemendini hazırladı. Duvarı kırılan Sultan İbrahim'in hücresinin önüne geldi, içeri girdi ve ibrişimi onun boynuna doladı. Canını alması birkaç saniye bile sürmemişti... Aynı dakikalarda, Kösem Sultan Topkapı sarayında başka bir odaya giriyordu. Az ilerde kendine bakan torununa sevecen ama yılan gözlerle baktı ve "Baban öldü aslanım" dedi, "Taht artık senindir. Büyük annenin sözünden çıkmazsan hep senin kalacaktır!" Yeni Padişah IV Mehmet'ten bir cevap gelmedi. Tahta atının üzerinde sallanırken gülen gözlerle babaannesine bakıyordu ve henüz 6 yaşındaydı...

HAREMİN GERÇEK YÜZÜ
Kösem Sultan'ın öyküsüne daha sonra tekrar döneceğiz ama önce bir soru soralım; Harem deyince ne gelir aklımıza? Dünyalar güzeli, peçeli genç kadınlar, kadife minderlere serilmiş cariyeler, rakseden dansözler ve padişahın tek bir işaretiyle kendini ona teslim etmeye hazır bakireler... Harem ağaları ve kafesli bölmeler ardında dönen onca dolap... Amerikan filmlerinin veya uçmuş bazı Avrupalı yazarların romanlarında yarattığı bu imaj aslında büyük ölçüde hayal ürünüdür. Ciddi araştırmacılara ve tarihçilere göreyse, Osmanlı'da Harem, Padişahın cinsel isteklerini tatmin etmesi için oluşturulan bir bakireler topluluğu değil, tam tersi politik bir kurumdur. Bunu araştırmacı yazar Pars Tuğlacı şu cümlelerle ifade ediyor; "Osmanlı İmparatorluğunun haremleri, insana cinsel gizemlik açısından heyecan veren bir yaklaşımla sunulmuş. Bir devrin devlet idaresinde, kadınların çok önemli roller oynadığı gerçeği unutturulmaya çalışılmış. Osmanlı Haremi, politik etkinliği açısından incelendiği zaman, Osmanlıdaki kadın ve İslam'ın, kadın konumlarının da çok farklı olduğu görülecektir."

Gerçekten de Osmanlı Harem'i uzun yıllar, kadınların da iktidar olabileceğini göstermiştir. Tüm bu olayları yeniden değerlendirirken gözden kaçırılmaması gereken bir başka gerçek de şudur; Hanedan içindeki bu kanlı cinayetler bu gün bize çok vahşi ve inanılmaz gelebilir ama tarihçiler, dönemin şartları göz önüne alındığında; İmparatorluğun devamı ve olası iç karışıklığı önlemek için tüm bu katliamın doğal karşılanması gerektiğini anlatır.
***

Osmanlı haremine dönersek, bir seks ve cariyeler mabedi olarak değil, daha çok bir üniversite gibi tasarlandığını görebiliriz. Cariyeler de köle değil, öğrencilerdi. Geçen yıl kaybettiğimiz, mimar-tarihçi Mualla Anhegger Eyüboğlu, 'Topkapı Sarayında Padişahevi' kitabında bu iddiayı şöyle dile getirmişti; "Bence doğru yorum cariyenin cinsel köle değil, padişahın evlatlığı olduğu yönündedir. Onlara bu gözle bakılıp, iyi eğitildikleri anlaşılıyor. Topkapı sarayında haremin mimarisi düzenlenirken burada yaşayan herkesin bir dakika bile boş kalmaması hedeflenmiş olmalı. Dans, dikiş, müzik, eğitim...
Harem sanki askeri bir teşkilattı."
Harem olgusu derinlemesine incelendiğinde bunların gerçekten doğru tespitler olduğu anlaşılıyor. Daha çocukken hareme alınan genç kızlar öyle gelişmiş bir eğitimden geçiyorlar ki, daha sonra deyim yerindeyse yüce padişahları parmaklarında oynatıp, Osmanlının kaderinde etkili oluyorlardı. Bunun en çarpıcı örneklerinin sahneye çıktığı yıllar ise, Osmanlı İmparatorluğu'nun topraklarını genişlettiği ve bir döneme adını veren Muhteşem Süleyman, yani Kanuni Sultan Süleyman dönemine rastlar. Tam bir buçuk yüzyıl sürecek kadınlar hakimiyeti, 1520 yılı itibariyle başlamıştır.

CİNAYET DEĞİL FEDAKARLIKTI
Osmanlı Devleti, Selçuklu'yu bitirmiş olan kardeş kavgalarına bir çözüm olarak ortaya attı kardeş katlini. Böylece taht savaşları yüzünden devletin parçalanması riski bitirilmiş ama bu defa da hanedanın bitmesi tehlikesi belirmiştir. Bence Osmanlı hanedanı, kardeş katlini uygulamaya sokarak devletin selameti uğruna kendini feda etmeye karar vermiş, neslinin tükenmesini dahi göze alarak iktidardan kaynaklanan toplumsal şiddeti üzerine gibi çekmiş ve kimin tahta geçeceği sorununu kamusal değil, ailevi bir sorun haline getirerek çözmeyi denemiştir.