Tarihi 20 Temmuz 2018

Dini grupları konuşmak

TÜRKİYE din, devlet ve toplum ilişkilerinde çok önemli mesafeler kat etti. Artık dini gruplar, cemaatler, vakıflar, dernekler ve tarikatların varlığı devlete bir tehdit olarak görülmüyor.
Toplumsal hayatın bir gerçeği olan bu yapılara bakışta bir normalleşme yaşanıyor. Devletin güvenlikçi yaklaşımdan vazgeçmesinin yanında dindar toplum kesimlerinden de dini gruplara dönük farklı talepler geliyor. Bu alanda tabandan gelen bir şeffaflaşma, denetlenebilirlik talebi var. Süreç normal seyrinde devam ederse çok sağlıklı ve olumlu sonuçlar doğurma imkânına sahip.
Tablonun olumlu yönlerinin yanında sayısı az da olsa karmaşa ve kargaşa peşinde koşanlar da var. 90'lardan kalma kafa yapısına sahip olan insanlar hemen her bahaneyi dini gruplara kara çalmak, onların varlık alanını daraltmak için değerlendirmeye çalışıyorlar. Son fırsatları ise Adnan Oktar suç örgütüne karşı düzenlenen operasyonlar oldu.
Oktar'ın pornografik suç örgütünü el çabukluğu marifetiyle bir dini grup olarak sunmaya ve buradan yola çıkarak diğer tüm dini gruplara benzer operasyonlar yapılması gerektiğini söylemeye başladılar.

TAM BİR ESKİ KAFALILIK VE CEHALET ÖRNEĞİ...
Eski kafalılık çünkü Türkiye'de köprünün altından çok sular aktı.
Türkiye dini grupların doğal mecrasında bir tehdit oluşturmadığını tecrübe edeli çok oldu. Aksine FETÖ gibi örnekler bizi dini alan serbest bırakıldığında değil baskılandığında sorun çıktığını göstermiş oldu. Türkiye'nin dindarların kamu görevlerinden atılması, başörtüsü yasağı, üniversiteye girişte katsayı uygulaması, imam hatiplerin kapatılması gibi kötü tecrübeleri olmasaydı FETÖ gibi bir terör örgütü dini alandaki bu mağduriyetleri kullanarak palazlanamayacaktı.
Dolayısıyla çeşitli vesilelerle dini yaşantıyı baskılayalım, dini gruplara hayat hakkı tanımayalım demek aslında ortamı FETÖ gibi urların büyümesi için tekrar elverişli hale getirelim demekten farksız.

CEHALET BOYUTUNA GELİNCE...
Bu konuda söz söyleyen, kalem oynatanların büyük bir kısmı bahsettikleri konunun en temel kavramlarından bile haberi olmayan cahiller. Özellikle "yasaklayalım, kapatalım, engelleyelim" türküsünü çağıranlar daha cemaatle tarikatın, mezheple meşrebin farkını bilmeyen kişiler. Dini konuları bilmedikleri gibi en temel toplumsal kuralları da bilmiyorlar.
Cemaatler, tarikatlar, dini gruplar toplumsal bir gerçeklik ve ihtiyaçtır; bir realitedir. Ve yasaklanmakla ortadan kaldırılamazlar. Kaldı ki kimsenin yasaklayamaya gücü de yetmez.
Kanunlar, kurallar koyabilirsiniz ama toplumsal gerçeklikle uyuşmayan kanunlar uygulanamazlar. Bugün kanunlar çerçevesinde tarikat faaliyetleri yasaktır ancak tarikatlar, tasavvuf ekolleri ortadan kalkmamıştır.

PEKİ NE YAPMALI?
Formül basit ancak uygulaması zor; devlet cemaatler ve tarikatlar dahil tüm dibi grupları tanımalı, onlara statü vermeleri, varlıklarını inkardan vazgeçmelidir. Buna karşılık dini gruplardan topluma bakan kısımlarında şeffaflaşma talep etmelidir ve bu şeffaflık üzerinden dini grupların usullerini, fikirlerini, işleyişlerini değil fakat toplumla ilişkiye geçtikleri, kamusal alana adım attıkları noktaları denetlemelidir. Tüm bunları gerçekleştirmek için de acele etmeden, sakin ve soğukkanlı bir şekilde, salim kafayla taraflar konuşmalı, düşünmeli ve tartışmalı.
Tartışma ortamının birinci şartı da tarafların birbirini duymasını engelleyecek parazitleri bertaraf etmek.
Şuan için parazit kaynaklarının başında "yasaklayalım, kapatalım, engelleyelim" düşüncesi yer alıyor. Diyeceğim o ki; eski model yasakçı kafalar bir sussalar bu konuda topluma en büyük hizmeti yapmış olacaklar.