Cem Karaca'nın son günleri

Eklenme Tarihi 10 Şubat 2012
Dünsevgili Cem Karaca'nın 8. ölüm yıldönümüydü. Öyle bir yoğun gündeme denk geldi ki, yazımı bugüne ertelemem gerekti. Bilenler bilir, bir abi kardeş ilişkimiz vardı Karaca'yla aramızda. Birlikte sahne alıp, şiir-şarkı etkinlikleri yapmak bir yana, özel yaşantımızda da pek çok anı biriktireceğim dostluğumuz pekişmişti. Az öteye yazacaklarımı yine dün bana gelen bir mail harmanladı.
Diyordu ki; "İclal Aydın size bir sitem yazısı döşenmişti Savaş Bey. Cem Baba'nın ölümünden sonra, eşi İlkim'in ağzından Edip Akbayram'ı zor duruma düşürecek şeyler yazmanıza içerlemişti.
Oysa gerçekleri bilmek tüm sanatseverlerin hakkıdır."

Huzursuzluk neden

Doğrusu da buydu. Sanatçılar her dem el üstünde, baş tacı yapılan kişilerse elbette daha özenli davranacaklar ki, o sevgi ve saygıya layık olsunlar. "Peki, neydi, bazılarına bunca huzurszluk veren olay" derseniz anlatayım. İlkim Karaca, eşinin ölümünden sonra yaptığımız sohbette açıklamıştı; "Cenazeye geldi Edip Bey. Sonra bir ara kalabalığın arasından bir adam yanaştı yanıma. Dedi ki: 'İlkim Hanım sizden bir ricam var. Bakın Edip Akbayram orada duruyor. Lakin bu kalabalığın içinde değil de yan yana konuşmak istiyor sizinle. Özür dilemek, size olan mahcubiyetini anlatmak istiyor.' Önce reddettim. Ben onunla telefonda konuştum, gerekeni dedim. Ama çok ısrar etti adam. Çaresiz kabul ettim sonunda.
Ve yüz yüze geldiğimde şöyle dedi bana Edip Akbayram: Sizden milyonlarca kez özür dilerim. Son derece haklısınız söylediklerinizde. Ben yanlış yaptım ve çok mahcubum. Ama size anlatmam gereken bazı durumlar var..." Soğuk... Buz gibi soğuk!.. Fazla uzatmamış lafı İlkim. Demiş ki: "Artık çok geç Edip Bey. Cem'in de size söyleyecek çok şeyi olabilirdi ama, artık çok geç. Yine de geldiğiniz için teşekkür ederim." Sonra ayrılmış yanından.
Cem Karaca kırgındı...

Meğerse
"Peki neydi aralarındaki soğukluğun nedeni?"
diye sordum. Acı acı gülümsedi ve şunu anlattı. "Her şeyi bir yana bırakıp bir tek örnek vereyim sana. Fikret Kızılok'un cenazesi kalkıyordu. Orada Cem'in 3-5 metre ötesinde duruyordu Edip Akbayram. Bırak yanımıza gelmeyi, selam vermemek için kafasını bile döndürmedi bizden tarafa. Cem de çok kırıldı, çok üzüldü bu davranışa. Kulağıma eğilip dedi ki; 'Bak, Edip Akbayram yüzüme bile bakmıyor. Ben döneğim ya o yüzden!' Belki bunu da yakıştıramayan, 'Böyle olmuş olamaz, Edip Akbayram böyle şeyler yapmaz!' diyenler olur. O zaman açıp sorun kendisine. Yanıtı kendisinden alın. Edip Bey yaşıyor ne de olsa..."
Bunu hatırlattığımızda, esas konuşması gereken Edip Akbayram olmalıydı. Başkaları onun yerine onu savunacak çok laf etti ama Akbayram hala susuyor. Neden ki?

Bir de hasret şiiri

Haydi Cem Baba'yı uzun yıllar hasret kaldığı İstanbul'una, sürgün günlerinde yazdığı muhteşem sözleriyle analım, yakışanı yapalım:

HEP KAHIR
Dur. Bırak. Kaynasın kahvenin suyu,
Bana İstanbul'u anlat nasıldı?
Bana boğazı anlat nasıldı?
Haziran titreyişleri kaçak yağmurlar ardı.
Yıkanmış, kurunur muydu yine o yedi tepe.
Ana şefkati gibi sıcak güneşte...
İnsanlar gülüyordu de...
Trende, vapurda, otobüste,
Yalanda olsa hoşuma gidiyor, söyle.
Hep kahır, hep kahır, hep kahır, hep kahır...
Bıktım be.
Dur! Bırak kalsın açma televizyonu,
Bana İstanbul'u anlat nasıldı?
Şehirlerin şehrini anlat nasıldı?
Beyoğlu sırtlarından yasak gözlerimle bakıp,
Köprüler, Sarayburnu, minareler ve Haliç'e...
Deyiverdim mi bir merhaba gizlice...
Dur! Bırak. Kımıldama, kal biraz öylece ne olur?
Kokun İstanbul gibidir, Gözlerin İstanbul gecesi...
Şimdi gel sarıl, sarıl bana kınalım...
Gökkubbenin altında orda da beraber,
Çok şükür diyerek yeniden başlamanın hayali,
Hasretimin çölünde sanki bir pınar gibi...