Günün en sessiz, en huzurlu anı… Teoride.
Pratikte ise beynin "gece vardiyası" başlamak üzere.
Yastığa başını koyarsın, karanlık odada bir dinginlik hâkimdir.
Gözlerin ağırlaşır, uyku neredeyse seni bulmuştur ki… İçeriden o tanıdık ses gelir:
"Hazırsan, geçmişi tekrar yaşamaya başlıyoruz!" Ve başlar o meşhur sarmal.
Zihin, geceyi huzurlu geçirmek yerine geçmişle, gelecek kaygısıyla ve tamamen alakasız sorularla sabote etmeye kararlıdır.
İlk bölüm genellikle "utanç arşivi"dir:
- O gün öğretmene neden öyle cevap verdin?
- Neden yıllar önce o mesajı o şekilde attın?
- O sunumda niye öyle bir espri yaptın, kim güldü ki ona?
Tam bunlar biter, "gelecek endişeleri" bölümü açılır:
- Yarın sabah alarm çalacak mı?
- Ya işe geç kalırsam?
- Ya kimse beni anlamazsa?
- Ya elektrikler giderse ve ben şarj takmayı unuttuysam?
Beyin durmaz.
Bir sonraki sahnede ise konu bambaşka bir yere sıçrar:
"Acaba dinozorlar gerçekten tüy müydü?" "Evrenin sonu varsa, orada ne var?" "Ya karadelik aslında başka bir uykusuz beyinse?" İşte o an anlarsın: Sen uyumuyorsun, beynin stand-up yapıyor.
Konu konuyu açıyor, mantık tatilde.
Bir yandan da "Uyumam lazım" düşüncesi, stresin tuzu biberi oluyor.
Bir gözünü açarsın, saat 03:47.
Kapatırsın, 04:15.
Artık her dakika, uyku yarışında kaybedilen bir turdur.
Ve sonra klasik iç monolog gelir:
"Tamam, yarın erken yatacağım. Kesin." Sabah olunca ise gözlerin kan çanağı, kahve kupası elinde, hayat senden enerji talep eder.
Bir yandan işe yetişmeye çalışırken, bir yandan da içinden şu cümle geçer:
"Beynim, seninle konuşmamız lazım." Ama o konuşma hiçbir zaman olmaz.
Çünkü gece yeniden gelir.
Karanlık, sessizlik, yastık… Ve o ses yine fısıldar:
"Hoş geldin… Uykudan Önce Bastıran Düşünceler Sarmalı yeni bölümüyle karşında."