Her gün yeni bir örnekle karşılaşıyoruz...
12 Eylül'ün Deniz Kuvvetleri Komutanı darbeci Nejat Tümer, ölmeden önce bakın ne demiş:
- Bizim millet çok cahil ve beyinsiz...
Nejat Tümer'in ve aynı kafadaki pek çoğunun bakış açısı ile benim ailemde de "cahil" ve "beyinsizler" vardı.
Kırcaali'nin Eğridere İlçesi Alfatlı
Köyü'nde yaşıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, yaşadıkları bölge Bulgaristan Krallığı içinde kalmıştı.
Üstelik, Osmanlı'nın sıkıntısı devam ediyordu. Yedi Düvel, elde kalan son topraklara da göz dikmişti. Dünyanın dört bir yanından toplanan büyük bir güçle Çanakkale'ye yükleniyordu...
Kötü haberi alan Alfatlı Köyü toplandı.
Herkes, "İslâm'ın bu önemli kalesinin" korunması gerektiğini düşünüyordu. Anneler ve babalar "haydi yavrum" dediler.
50'ye yakın genç Çanakkale savunmasına "gönüllü" olarak katılmak için yaya yola çıktı. İçlerinde dedemin ağabeyi Feyzullah da vardı.
Dedem Şeref Efendi'nin ağabeyi Feyzullah da dahil, neredeyse tamamı Çanakkale'de şehit düştü. İçlerinden sadece 4'ü Alfatlı'ya geri dönebildi. Dedemin yaşı küçük olmasaydı, muhtemelen o da aynı akıbeti paylaşacaktı!
Elbette sadece onlar değil...
O günlerde, Avusturya'nın izin vermesi ile birlikte işgal altındaki Sancak, Karadağ, Bosna ve Kosova'dan 10.000'e yakın genç, Çanakkale'ye aktı. Balkanlar'dan İslâm'ın bu önemli kalesini korumaya gelen gençlerin tahminen yarısından fazlası geri dönemedi.
İşte genç Türkiye Cumhuriyeti bu "cahil" ve "beyinsizlerin" toprağa düşen bedenleri üzerinde yükseldi.
Bu büyük destanı yazanlar uyuyadursun, o büyük kahramanlığı sahiplenmek de Nejat Tümer gibilere düştü! Hep "Çanakkale Geçilmez" nutukları attılar. Buna karşılık, Çanakkale'yi geçilmez kılan o insanlar gibi düşünenleri aşağıladılar. Onların torunlarına "sürü" muamelesi yaptılar.
O büyük insanlara kefensiz gömüldükleri bu topraklarda rahat uyumayı bile çok gördüler!
* * *
Bir başkası çıktı, Mehmet Akif Ersoy'un, o muhteşem Çanakkale Şiiri'ni diline doladı. Bu milletin değerlerine saldırmak için, o büyük ruhu muazzam bir dille anlatan dizeleri ayaklar altına aldı.
Bunlardan bir diğeri de İstiklal Marşımızın Şairi Mehmet Akif'i "Bedevi Hayranı" ilan etti.
Demediklerini koymadılar, yapmadıklarını bırakmadılar...
Üstelik, milletin değerlerine yöneltilen bütün bu saldırılar "vatan sevgisi" adına gerçekleştirildi!
Oysa asıl vatanseverler, Çanakkale'de can verenler ile İstiklal Marşı için kendisine ayrılan ödülü geri çeviren Mehmet Akif'ti.
Vatan söz konusu olduğunda, hiç biri onların ellerine su dökemezdi! Çünkü, onlar vatanı korumak ve kollamak için herhangi bir bedel almadılar. Tam tersine bedellerin en büyüğünü ödediler!
* * *
Hem ülkeye, hem kendilerine yazık ettiler...
Sadece bu ülke insanının değerleri ile savaşmakla kalmayıp, kendi silah arkadaşlarına da zulüm uyguladılar. Bu ülkenin göz bebeği olan "Peygamber Ocağı"nı halkın gözünde itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.
Dün, 28 Şubat gözaltıları üzerine "Bosna Kahramanı" Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol aradı. "Allah'a şükrediyorum" dedi:
-Bana bu günleri gösterdi.
Hiçbir gerekçe gösterilmeden 28 Şubat sürecinde TSK'dan ihraç edilen Kahramanyol, dava açılması halinde ilk "müdahillik dilekçesini" kendisinin vereceğini söyledi.
Keser döndü, sap döndü, nihayet hesap döndü.
İşte her şey ortada:
Gelişmeler, o "cahil" ve "beyinsiz" denilen büyük kitlenin ne kadar irfan sahibi olduğunu gösterdi! Gerçek cahillerin kimler olduğu da artık ortaya çıkmaya başladı!