Konu ise, İyem'in 'koca gözlü kadınları.' İşte onlardan biri; 'Beyaz yemenili kız' tablosu önümüzdeki hafta 60 bin açılış fiyatıyla müzayedeye çıkıyor.
Bu yüzden köşemi bu iki rahmetli dosta ayırıyorum.
Adnan Benk - Kadın başlarında özellikle gözlere çok büyük bir ağırlık veriyorsun...
Nuri İyem -Benim hayatımda tek bir kadının çok büyük rolü var. O da annem değil, ablam. Annem yaşlı bir kadındı. Son çocuğuydum ben. Ablam bana baktı. O kadar ki, ben annemi pek sevmezdim açıkçası. Ama ablama bayılırdım. Beni dayaktan, her türlü fırtınadan korurdu. Ondokuz yaşında evlendi, ilk çocuğunu doğururken de öldü. Ve bir suçluluk duygusu var bende şimdi. Sanki ben ablamı kurtarabilirdim. Resimle uğraşmaya başladığım zaman hep bir kadın vardı. İlk zamanlar çok kötü şeyler yapıyordum. Giderek bu kadın portresi gelişti bende.
Sonunda, senin üzerinde durduğun 'göz' benim tablolarıma giriş için bir anahtar olmaya başladı. Asıl çıkış noktası bu. Ama bu demek değildir ki ben başka konularla uğraşmadım.
A.B. - Bir de, neden üzerlerinde bir yırtık yok bu kadınların? Neden çökük bir duvar yok?
Neden düzensiz bir resim yok. Sonra o pırıl pırıl giysiler de ne oluyor?
Binalar da öyle, tertemiz, hepsi iç açıcı renklere boyanmış...
N.İ. - Benim temel düşüncem şu: kadına çok insafsızca davranıyoruz. Kadını gerçekten sömürüyoruz.
Şehirde, köyde her yerde.
Ama bu benim fantezimdir.
Böyle bir yöntemle anlatacağım, üstelik de o kadının yüzündeki korkuyu, acıyı aktaracağım.
A.B. - Sen bugünün ressamı mısın?
N.İ. - Bugünün ressamı deyince birçok kavga girer araya. (...) Ben bugünün ressamı olmaya çalışırım ama elimden geldiğince kimseye benzememeye de çalışırım. Yepyeni bir şey getirmedim ve günümüzdeki akımların içindeyim diye bir şey söyleyemem. Bu akımların dışında kalıyorsam vız gelir bana. Bir dönemde soyut resim yaptım ama bu bende bir gereksinmeydi, bu dili öğrenmek istiyordum. Yoksa moda diye yapmadım.
A.B. - Niye hep bu kadın biçimini seçiyorsun? Ben bu kadınların köylü olduklarına kesinlikle inanmıyorum.
N.İ. - Bazıları çırılçıplak köylüdür...
A.B. -Ama neresiyle köylü bunlar? Hiçbirinin köylülükle ilgisi yok. Zaten ne demek köylü kadın tipi, şehirli kadın tipi? Köylü kadını burada köylü gibi gösteren yemenisi, kılığı, çevresi, başka bir şey değil. Nitekim ikimizin de ortak tanıdığı bir kadın var bu resimlerde, kentli bir kadın, bir balerin... Şimdi sözü bir yere bağlayacağız tabii. Köylülük bu kadınlarda eklenti olarak duruyor. Urfa resmi Urfa'ya eklenti. İçerik gelmiyor.
Resim içeriğini getirmiyor.
N.İ. - Ben de bunlar Nuri İyem'dir diyorum, yoksa ben ne Urfalıyı, ne Mardinliyi anlatmak sevdasındayım. (...) Yani pek neşeli insanlar değildir bunlar, bir acı, bir burukluk vardır bunlarda. (...) Benim asıl amacım şehir kadınının çaresizliğini anlatmak değil. Yok öyle bir şey, koyamam da, nasıl yapayım?
Belki filanca ressam yapar, 'yırtık pırtık elbiselidirler, şöyledirler, böyledirler' der.
Ben öyle resim yapamam.
A.B. - Ben zaten onun için söylüyorum. O tasa hiç yok sende.
N.İ. - Yapamam ki! O tür sanatçı değilim ben, giremem o meseleye. Benim kendi meselem var, açmazım var, ben onu koyuyorum ortaya. (...) Yalnız şu var, şunu da kabul edersiniz gibime geliyor:
Ben şu yıllarda, Türkiye içinde yaşamış bir ressamım.
A.B. - Peki bu gelişimin içinde senin yerin?
Çünkü insanın dünyaya yabancılaştığı bir ortamda, senin bu dengeli, dingin, huzurlu, hiçbir çırpınması olmayan resimlerinin yeri ne?
N.İ. - Toplum gerçeğini yansıtacak olsam örneğin, ben resim yapmaz fotoğrafçılık yapardım. Gider Ara Güler gibi bir sürü şeyler çekerdim.
Ben hiçbir zaman böyle bir şey amaçlamadım. Ama ben toplumsal gerçekçi resme de uzak değilim.