Kısacası, Türkiye, tüm insanlığı kucaklayan, insanları dil, din, ırk gibi kategorilere bölmeyen bir anlayışa sahip. Elbette, bir ülkenin dünyaya nasıl baktığı, medeniyet değerleriyle şekilleniyor. Anadolu'nun toprakları insan hazineleriyle dolup taşıyor. Yüzünüzü nereye çevirseniz, sözüyle, sevgisiyle, duruşuyla ve yaşayışla insanın kalbine güneş gibi doğan büyüklerimizi görüyorsunuz. Burası, en nihayetinde, Yunus Emre'nin, Mevlana'nın, Hacı Bektaş-ı Veli gibi nice Allah dostunun diyarıdır.
Bildiğiniz gibi 2005'te Afrika Açılımını başlatmıştık. 2013 yılında ise Afrika Ortaklık Politikamız başladı. Bu politika kapsamında, kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları "kazan-kazan" yaklaşımıyla Afrika'da faaliyet gösteriyorlar. İlk hedef, Kıta'nın hem barış ve istikrarına katkı vermek, hem de ekonomik ve sosyal kalkınmasına destek olmak. Bu motivasyonla, ikili ilişkilerimiz, eşit ortaklık ve karşılıklı yarar üzerine kuruluyor.
Bunun yanında, TİKA, Diyanet İşleri Başkanlığı, Maarif Vakfı, Yunus Emre Enstitüleri, AFAD, Kızılay gibi ülkemizin medar-ı iftiharı kurumlarımız, son derece aktif bir şekilde Afrika'da çalışıyor. Götürdüğümüz hizmetler hibenin ya da yardım kolilerinin çok ötesinde. Altyapı tesis ederek, kendi ayakları üzerinde durabilen toplumlar haline gelmelerine katkı sunuyoruz.
Tüm bunlar, Afrika'da faaliyet gösteren diğer ülkelerden bizi ayıran ve ülkemizin çok boyutlu ve insani dış politikasını gün yüzüne çıkaran yaklaşımlar. Tarih sayfaları, Afrika'da kimlerin ne büyük acıların mimarı olduğunu açıkça yazıyor. Ülkemiz ise, yaptıklarıyla, bu belleğe çok farklı bir tecrübe ekliyor. Gelecekte, bugün tarih olduğunda, insanlık, Türkiye örneğini okuduğunda, insanın özündeki iyiliğe inanacak ve iyiliğin, şefkatin ve insaniyetin bir devletin kurumsallaşmış karakteri olabileceğini de görecek.
Sn. Cumhurbaşkanı bugüne kadar Afrika kıtasını en fazla ziyaret eden dünya liderlerinin başında geliyor. Siz de kendisine çoğu yurtdışı ziyaretinde eşlik ettiniz. Bilhassa Afrika'daki Türkiye imajını nasıl görüyorsunuz? 'Afrika ülkelerinde bizi kendi akrabalarını karşılar gibi karşılıyorlar' diyorsunuz. Sizce bunda en önemli etkenler nelerdir?
Bir Afrika atasözü "Bugün yaptığımız her şey tarihe kazılı kalır" der. Bizim Afrika'yla olan ilişkilerimizin, bildiğiniz gibi tarihe uzanan bir yanı var. Seyahatlerimizde, birçok yerde ecdadımızın eserleriyle karşılaşıyoruz. Bunların oluşturduğu belli bir algı var. Yani Türklere karşı olan sevgi eskilere dayanıyor. Ama bunun yanında, bilhassa Afrika Açılımından sonra, Türkiye'nin üst üste gerçekleştirdiği projeler, kara gün dostu olma hali, ilişkilerimizi bambaşka bir boyuta taşıdı. 2011'de Somali'deki büyük felaket yaşanırken, kimse oraya adım atmazken, bir ülke Başbakanının büyük bir heyetle bizzat bölgeye gitmesi tabii ki insaniyetin, kardeşliğin ve halis niyetlerin en büyük ispatıdır.
Hatta burada bir kez daha ifade etmek isterim, 2017'de Birleşmiş Milletlerin, 72. Genel Kurulu açılışı kapsamında F4D (Kalkınma için Moda) etkinliği tertip edilmişti. Dünyaca ünlü Somalili model Iman Mohamed Abdulmajid ödül konuşmasında, diğer tüm devlet ve hükümet başkan eşlerinin önünde, şahsım nezdinde Türkiye'ye şükranlarını sundu. Böyle bir teşekkürü alan sadece Türkiye'ydi.
Bu vefa, gittiğimiz tüm ülkelerde hakim bir atmosfer. Yine meşhur bir Afrika atasözünü paylaşmak istiyorum; "hayırseverlik varlıktan değil kalptendir" diyor. İnsanın hayır yapabilmesi için öncelikle buna elverişli bir kalp ikliminin olması gerekiyor. Salgın döneminde, bildiğiniz gibi, gıda güvenliği sıkıntısı çeken Afrika ülkeleri oldu. Türkiye, o zaman da Afrika'nın yanındaydı.
Bilhassa Afrika toplumlarının kırılgan kesimleri için özel yardım programları hayata geçiriliyor. Attığımız her adımda, Afrika'ya verdiğimiz önemi ispat ediyoruz. Sadece büyükelçilik sayımız bile bunu gösteriyor. 2002'de Afrika'da sadece 12 Büyükelçiliğimiz varken, bugün 43 Büyükelçiliğimiz var. Aynı şekilde Ankara'daki Afrika Büyükelçiliklerinin sayısı da artıyor. 2008'de 10 olan rakam, bu sene itibarıyla 37 oldu.
Ama her şeyden önemlisi, Afrika insanı, Türkiye'nin geçmişinde sömürgeciliğin olmadığını biliyor. Bu anlamda insanların karşısına ak bir alınla çıkabiliyoruz. Bugün hala, Afrika'ya uygulanan sömürgecilik için bir özür dilenmemişken ve hatta sömürgecilik motivasyonu farklı boyutlarda devam ederken, Türkiye Afrika'ya el uzatmak, elinden tutmak ve el sıkışmak için gidiyor. Dostluk bizde yine takılan bir maske değil, karakterimizin ta kendisidir. İnanıyorum ki bu gerçek karşı taraftan çok net okunuyor. Yani onlar bize baktıklarında imar ve ihya edenleri görüyorlar.
Ziyaretlerinizden en aklınızda kalan, sizleri duygulandıran ve mutlu eden anektodlar nelerdi? Kitabınızda özellikle Ocak 2015'te Cibuti'de Daryel Yetimhanesi'ne yaptığınız ziyarette yaşadığınız bir anıdan bahsediyorsunuz. Orada doğan ve Emine ve Tayyip isimleri verilen yetim bebeklerle bağınıza dair neler söylersiniz?
Afrika ülkelerini her ziyaretimde mümkün olduğunca yetimhaneleri ziyaret etmeye gayret ediyorum. Maalesef Afrika'da çok büyük bir yetim nüfusu var. Bu yetimler, tüm dünyaya emanettir.
Bir de, yetimlik başlı başına çok ağır bir imtihanken, yoksulluğun hâkim olduğu bir coğrafyada yetim olmak çok daha zor değil mi? İsimlerimizi verdikleri bebekler, diğer tüm yetim çocuklar gibi kalbimdeler. Bu kalp bağı, onlarla kurduğum empati, gerçekleştirmeye çalıştığım birçok projenin de çıkış noktası.
Bildiğiniz gibi TİKA Afrika'da çok önemli çalışmalar yürütüyor. Engelli bireyler için, kadınlar ve çocuklar için nice proje gerçekleştiriyor. Her ziyaretimizde, bu kırılgan gruplara ulaşıyoruz. Yeri geliyor tekerlekli sandalye temin ediyor, yeri geliyor bir okulun bilgisayar ihtiyacını karşılıyoruz. O anlarda insanların mutluluğunu görmenin tarifsiz bir sevinci var. Büyük manevi haz yaşıyorsunuz. Bu deneyimler hayatımdaki en büyük şükürlerin nedenidir.
Afrika'da kadın ve çocuk olmanın zorluklarını aşmak ve onlara daha iyi bir gelecek sunmak için önerileriniz ve dünyaya mesajlarınız nelerdir?
Tüm dünyada olduğu gibi, Afrika'da da kalkınmanın, hem ekonomik hem de sosyal dönüşümün anahtarı kadınların güçlenmesidir. Kadınlar güçlenirse, hem aileler hem de çocuklar güçlenir.
Biz bu konuda güzel bir işe imza attık. Ben her Afrika seyahatimde, gittiğim ülkelerdeki STK'larla bir araya gelmeye çalışıyorum. Böylece, ülkenin sosyal sorunları, bilhassa kırılgan gruplar hakkında birinci elden bilgi alabiliyorum. Ben de tüm gençliğini STK'larda geçirmiş, toplumsal sorunlara yüksek hassasiyet geliştirmiş biriyim. Dolayısıyla, bu toplantıları çok önemsiyorum.
Bir Etiyopya seyahatimde, bir STK'ya bağlı tekstil ve takı atölyesini ziyaret etmiştik. Orada kadınların el emeği ürünlerinin cüzzi miktarlarla satın alınıp, Avrupa'nın pahalı butiklerinde yüksek fiyatlara satıldığı bilgisini aldım. Üretici kadınların ise bu kardan hiçbir payı olmuyordu. Bu kadınlara adil bir pazar kurarak destek olmak istedim. Yaptığımız istişareler sonucunda, Ankara'da tarihi bir semt olan Hamamönü'nde Afrika El Sanatları Pazarı ve Kültür Evi'ni açtık. Şu anda 18 Afrika ülkesinden ürün temin ediyoruz ve bu ürünlerin satışından elde edilen geliri de olduğu gibi kadın zanaatkârlara bırakıyoruz. Bu projenin bir örnek olmasını temenni ediyorum. Naçizane, Afrika Seyahatlerim kitabının gelirini de tümüyle Afrika Evi'ne bağışladım. Umarım, daha çok kadının hayatlarını dönüştürmesinde bir katkı olur.
Tabii bunun yanında, ülkemiz, insan odaklı dış politikamız kapsamında, Afrika ülkelerine eğitim desteği de veriyor. Bu destek, Kıta'nın kalkınmasında önemli bir rol oynuyor. Çünkü mühendislik, tıp ve eğitim gibi alanlarda yetişmiş nitelikli insanlar dönüp ülkelerine hizmet ediyorlar. Bugüne kadar ülkemiz burslarından yararlanan Afrika öğrencilerinin sayısının 14.000'i aşması büyük mutluluk kaynağıdır. Bu öğrenciler ileride kendileri de bilgi transferi yaparak nitelikli ve yetişmiş insan kaynağının artmasını sağlayacaklar. Bu tip yatırımlar meyvesini uzun vadede verse de, geleceğe uzanan sağlam ve sürdürülebilir adımlardır. Umarım tüm dünya olarak, el birliğiyle, anlık çözümler kadar, sosyal ve ekonomik dönüşümün önünü açacak yatırımlar yaparız.
Şahsi olarak da Afrika'nın sorunlarının duyurulması ve yeterli farkındalığın oluşturulması için bir gayret içindeyim. Bilhassa uluslararası konferans ve toplantılar gibi etkinlikleri bir fırsat olarak görüyorum.
En son, bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler 76. Genel Kurulu esnasında New York'ta Türk Evi açıldı. Açılışta, Afrika Seyahatlerim kitabımın tanıtımını yaptık. Amacımız, naçizane hazırladığım bu hatıratın harcını oluşturan şahitliklerin hangi gerçeklere dayandığını anlatmaktı.
Yine, 2019'da, New York'ta, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kapsamında Sierra Leone Cumhurbaşkanı eşi Fatima Maada Bio, beni "Afrika'da Erken Evlilikler ve Tecavüzü Önlemek" paneline davet etti. Burada yaptığım konuşmada, çocuk yaşta evliliğin, insan hakları ihlali olduğu kadar, uluslararası mevzuata göre de suç olduğunu anlatıp, uluslararası topluma bir çağrı yapmıştım.
Uluslararası Global Somali Diaspora Konferansı da yine önem verdiğim bir buluşmadır. Üçüncüsü 2019'da İstanbul'da düzenlenmişti ve ben de Somalili gençlerle bir araya gelip, onların Batı ülkelerinde edindikleri bilgi birikimini ve mesleki becerileri, Somali'ye aktarmak için neler yapılabileceği hususunda istişare ettik. Kendi ayakları üzerinde duran bir Somali için diasporadaki gençlerin ülkeleriyle bağ kurmaları çok önemli.
Global Somali Diaspora temsilcileriyle, 2019'da NATO Devlet ve Hükumet Başkanları Zirvesi kapsamında Türkiye Londra Büyükelçiliği'nde buluşmuş ve Türkiye'nin Somali'ye verdiği destekler hakkında görüşmüştük. Aynı şekilde, bu görüşme de ülkeye hizmet etmek için batılı ülkelerdeki Somalilerle anavatan arasında sağlam köprüler kurmanın yolları hakkında fikir alışverişinde bulunduk.
Kendi ülkemizde de, her 25 Mayıs'ta Afrika Günü'ne has etkinlikler tertip ediyoruz. Bu programlar, Afrikalı dostlarımızla buluşmanın vesilesi oluyor. Kültür alanında da gerçekten güzel projelere imza attık. Mesela, Afrika Yemek Kültürü ve Afrika Atasözleri kitapları, Afrikalı sefireler ve akademisyenlerin de olduğu bir dostluk ekibinden doğdu. Afrika Yemekleri Kitabını oluşturan tarifler, sefireler tarafından seçildi ve bizzat onlar tarafından Cumhurbaşkanlığı Külliyesi mutfağında pişirilip fotoğraflandı. Yine, atasözleri de Afrika sefireleri tarafından derlendi. Bu iki kitabın da dostluğumuzu pekiştiren bir çaba olduğu kadar, literatüre de önemli bir katkı olduğuna inanıyorum.
3. Türkiye Afrika Ortaklık Zirvesi 16-18 Aralık'ta İstanbul'da gerçekleşti. Siz de orada iklim temalı bir panel düzenlediniz. Afrikalı genç aktivistlerle ve First Lady'lerle buluştunuz. Panelin dünyaya verdiği mesajlar nelerdi?
Bu zirve bizim için son derece önemli bir zirveydi. Zirvenin yoğun gündeminde, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında Afrika'nın gerçeklerine değinmek gerçekten çok önemliydi. Afrika iklim değişikliğinden en çok etkilenecek coğrafyaların başında geliyor. Bildiğiniz gibi, iklim mültecisi terimi, bu yüzyılda hayatımıza giren ve hepimize endişe vermesi gereken bir terim. İnsanlar artık yalnızca ekonomik ya da siyasi nedenlerle değil, coğrafyaların yaşanamaz hale gelmesi sebebiyle göç ediyorlar. Bir örnek vermek gerekirse, Dünya Bankasının verilerine göre, Afrika'da iklim değişikliğine bağlı sebeplerle, 2050'ye kadar 86 milyon insanının göç edebileceği söyleniyor. Nijer, Nijerya ve Senegal'in bu tarihe kadar en yüksek iç iklim göçmenine sahip ülkeler olacağı da tahminler arasında. Su kıtlığı, düşük mahsul, yüksek sıcak dalgaları ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi nedenler bu göçleri başlatacak.
Her ne kadar, iklim değişikliğinin getirilerinden tüm dünya etkileniyor olsa da, Afrika'nın ödediği ve gelecekte ödeyeceği bedel herkesten farklı. Mesela, dünyadaki karbondioksit emisyonunun sorumlularına baktığımızda Afrika'nın payının son derece az olduğunu görüyoruz. Ama bedel ödeme söz konusu olduğunda, Afrika, kıtlıklarla, doğal afetlerle ve bunlarla mücadele edebilecek altyapı eksiklikleriyle büyük bedeller ödüyor. İklim mültecisi konumuna düşen insanlar, bu emisyonun ana kaynağı olan batılı ülkelerce kabul edilmiyorlar.
İNSANLIĞIN ORTAK SORUNLARI ORTAK SORUMLULUKLAR ALMAYI GEREKTİRİR
Bu gerçekten çok acı bir durum. İnsanlığın ortak sorunları ortak sorumluluklar almayı gerektirir. Batılı ülkelerin mülteci meselesine korku ve red politikası ile değil, sorumlulukla yaklaşması gerekir.
İklim değişikliğinin getirileri hiçbir ülkeyi teğet geçmeyecek ve her coğrafya kendine has bedeller ödeyecek. Ancak, elbette iklim değişikliğine adaptasyonda gelişmiş ülkeler avantajlı olacaklar. Yani, her afette olduğu gibi, iklim değişikliğinin olumsuz tablolarından yine yoksul ülkeler ve kırılgan gruplar orantısız şekilde etkilenecekler. Bu panel ana hatlarıyla bu gerçeğin altını çizdi ve geçtiğimiz günlerde, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin yayınladığı son raporun alarm niteliğindeki uyarılarına da bir atıf yapmış oldu. Uluslararası toplumun bu mücadeleyi koordineli ve iyi biçimde yürütmesi için tüm ülkelerin dayanışma halinde olması gerekiyor. Bu hususta güçlü bir çağrı yaptığımıza inanıyorum. Umuyorum sonuçları güzel olur.