Nihat Hatipoğlu

NİHAT HATİPOĞLU

Tarihi 15 Eylül 2017

Dini ifrat ve tefrite zorlamak

Yüce Allah bu Yüce Kitabı Peygamberimize 23 senelik bir zaman dilimi içinde peyderpey gönderdi.
İndirdiği her ayetin, surenin elbette ki bir arka planı vardır.
Biz buna "sebeb-i nüzıl - ayetin iniş hikâyesi" diyoruz.
İnen ayetlerin hayata nasıl tatbik edileceği de Hz.
Peygamber'e (s.a.v.) Cebrail'in aracılığıyla öğretildi.
Sonraki dönemlerde yetişen alimler Kur'an ayetleri ve Hz. Peygamber'in (s.a.v.) uygulamaları anlamındaki hadisleri esas alıp dine ait genel ve teferruata hitap eden sonuçlar çıkarmak için gayret ettiler.
Kıyas -benzer olaylara aynı kuralı uygulama- icma, istihsan, örf, mesalihül mürsele, sahabe sözü gibi diğer hüküm çıkarma kaynaklarını da akıl ölçeğinde ele aldılar.
Böylece vahiy olan Kur'an'daki hükümleri en uygun metotla anlamaya ve uygulamaya gayret ettiler. Ve temeli sağlam bir dini miras bıraktılar.
Müctehid ulemanın yaptığı buydu.
Bundan hareketle; yeni meselelere bu temel kaynaklardan hareketle yeni çözümler -ictihad- üretmekte herhangi bir sıkıntı görünmüyor. İctihadın kapısı kapalıdır diyen de yok.
Ancak İslam'ın özüne dönelim, bid'at ve hurafeye karşı duralım anlayışının bizzat özü bozduğu ve Allah ile Resulünün bize öğrettiklerini dine alternatif bir din empoze ettikleri ortada. Ahirette hesabını verirler mi? Bunun cevabını da onlar versinler.
Peki bu ifrat ve tefrit -iki uçtaki aşırılık neden?
Göründüğü kadarıyla şu:
Bir kesim -modernist, oryantalist, eskiye dair temel kaynakları şahsi mülahazalarla yok sayan grup- diyor ki, Kur'an ortada. Bizim de bu Kur'an'ı anlayacak yeterince aklımız var. Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetleri tarihsel veya bölgesel kabul edilip -hükmü- yok sayılabilir. Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) sözleri ise ya yok hükmünde kabul edilmeli veya arzu edileni işlemlendirilir, akla uymayanı ise reddedilir.
Reddederken de hadis metodolojisindeki sened ve metin kritiğine de itibar etmeyiz. İşimize geleni alırız, işimize gelmeyeni almayız. Özeti bu.
Aslında Papa'nın geçenlerde vermiş olduğu bir röportajında dile getirdiği; Müslümanlar kitaplarını tarihsellik ve bölgesellik penceresinden yeniden eleştirel olarak okumalılar tavsiyesine uygun bir yol takip ediyor bu grup.
Bu grup; mevzu ve İsraili hadisleri tenkit etse, ictihadlar arasında sahih bir kritere uymayan görüşleri eleştirse veya şaz bir görüşe karşı güçlü malzemeyi önümüze koysa samimiyetlerinden endişe etmeyeceğiz.
Ama görünen o ki, bu grup akademik çalışmalarında elde ettikleri kabulleri, Allah'ın kitabından da, Resulünün sünnetinden de daha makbul sayacak bir çılgınlığın kıyısındalar. Halkı küçümseyen bid'at ve hurafeye ehli sayan; vahye iman teslimiyette eksen kayması yaşayan bu kesim kendisini - şımarıklığı, saldırganlığı, ecdada hakareti, eski ulemayı küçümsemeyi, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ve sahabeyi tenkid etmeyi bir kenara bırakıp -gözden geçirmelidir. Yoksa yarın arkaya dönüp baksa ümmetinin imanını tehdit ettiğini ve deist bir gençler grubunun çoğaldığını görecek. Mimarı da onlar.
Diğer kesim ise; hadis olarak ifade edilen her rivayeti (sened ve metnine, kaynağına, muteber bir kitapta yer alıp almadığına bakmadan) hüküm çıkarma medarı olarak gören kesimdir. Bu kesimin bağnaz olmadığını, doğru tesbitlere yatkın olduğunu görebiliyoruz. En azından bu kesimin Hz. Resul'le ve sahabesiyle bir problemi olmamıştır.
Mezhep müctehidleri arasında tartışılan görüşlerden uygun olanının belli ölçülerde alınabileceğini, bazı müctehidlerin ictihadlarında olanın belli ölçülerde alınabileceğini, bazı müctehidlerin ictihadlarında isabet etmemiş olma ihtimalinin olduğunu ifade etmeye bile gerek yoktur.
Ülkemizde tartışılan birçok meselenin bu ayrım bilinmeden, kökenine inilmeden doğru anlaşılması imkânsız gibi görünüyor.
Sağlıklı bir kafa ile bu meseleler konuşulmalı ama birinci grubu oluşturan anlayışın her kutsalı yıkan bir sel gibi ümmetin ayağını kaydırdığını ve paralel bir din gibi yayıldığını üzülerek görmekteyiz.

FİZİKSEL VE RUHSAL AZAP
İnsanlar cehennemin fiziksel azabını tahmin edebiliyorlar. Ancak cehennemin ve ahiretin ruhsal azabını çok iyi kavrayamayabilirler. Hatta bu azabı çok da önemsemeyebilirler.
Ahiret âlemindeki pişmanlığı İmam Gazali şu örneklerle anlatır: "Padişahın oğluna desen ki, oku tahsil yap! Yoksa babanın hükümdarlığı ve padişahlığı sana kalmaz. Bunlardan uzak kalırsın dersen bu sözler çocuğu çok etkilemez." Ama padişahın oğluna "Okuyup öğrenmezsen, senin hocan kulağını çeker ve seni hırpalar" dersen bunu iyi anlar.
Aslında çocuğun kulağının çekilmesi doğru olduğu gibi, babasının imkân ve padişahlığından mahrum kalması da o kadar doğrudur. Ve acı vericidir.
Bunu ileride daha iyi anlayacaktır.
Mahrum olduğunda. Ahirette duyulacak ruhani ıstırap işte dünyadaki bu ıstıraba benzer. Cehennem ehli olan insanlar ahirette hem cismani ve ruhani azabı işte böyle hissedeceklerdir.
Ahirette Yüce Allah'ı görememenin ruhani ıstırabı bin kez cehennem ateşinde yanmaktan daha mutsuz edecektir.

AHİRETİ İNKAR EDENE...
İmam Gazali insanı şöyle ilginç bir tefekküre davet eder, ahiretin gerekliliğini ispat ederken.
Akıllı insan başına gelecek bir belayı def etmek için bütün ihtimalleri bertaraf etmek ister.
Örnek verelim; mesela siz önünüze gelen yemeği yiyeceğiniz bir anda oradan birisi 'demin bu yemeğe bir yılan dokunmuştu' derse siz yılanı görmemiş olsanız da o kişinin doğru söylemiş olma ihtimalinden dolayı elinizi yemekten çekersiniz. Belki adam doğru söylüyordur. Ne olur, ne olmaz tedbirli olmalıyım dersiniz.
Neticede yemeği yemesem aç kalmış olurum ama ya yediğimde zehirlensem ne yapacağım dersiniz.
Tedbirli davranırsınız.
Başka bir örnek verelim:
Siz hasta oldunuz diyelim. Ölüm korkunuz çok. Birisi gelse ve size dese ki; sen bana biraz para ver, ben de sana bir kâğıt üzerine bazı şekiller çizeceğim sen de bu kâğıdı yanında bulundurursan iyileşeceksin. Bunu dese siz hastalık ile kâğıt üzerine çizilen şekiller arasında hiçbir bağ kuramazsanız bile ne olur, ne olmaz diye birkaç kuruşunuza kıyarsınız. Ümit ne de olsa ya tutarsa. Neticede ölüm korkusu var. Faydası olmasa bile bir kaç kuruşu 'sembolik' işaretler yazacak adama (sembolüne) verirsiniz.
Ya tutarsa dersiniz.
Bir başka örnek daha verelim.
Siz hastasınız. Bir 'astrolog' size gelse ve "Çok hasta olduğunu biliyorum. Ölme ihtimalin çok. Fakat ben senin şifa bulman için yardımcı olabilirim" derse siz ona ne yapmam lazım dersiniz. O adam şöyle der:
Sana bir ilaç yazacağım (temin edeceğim) ancak bu ilacı şu zamanda, ayın parlak olduğu şu gecede kullan. O zaman faydası olur. Böyle derse; siz gerçekliğinden kuşku duysanız bile bu ilacı, o saatte denersiniz. Nasılsa kaybedeceğin bir şey yok.
Gazali bu örnekleri verdikten sonra şu hayati soruyu sorar:
Bir astrolog, bir sembolcü ve yemeğinize yılanın dokunduğunu söyleyen bir adam. Üçünün de yalan ve yanlış uyarılarına rağmen 'belki tutar veya belki doğrudur' diyerek onların önerdikleri çözümleri denemek istersin.
Sırf hastalığını tedavi etmek veya sırf hastalanmamak için.
Bu insanların yanılma yüzdesine rağmen yine de tedbiren dediklerini yapıp 'belki çıkar' diye medet beklersin de ahiretin varlığını sana hatırlatan yüz yirmi dört bin peygamberin milyonlarca alimin, aklı başındaki insanın, düşünürün, akıl sahibinin uyarılarını neden ciddiye almazsın ve orası için hazırlık yapmazsın.
Milyonlarca aklı başında insan diyor ki sana; ahiret var. Dirileceksin. Hesap vereceksin.
Ölenler mezarlarından çıkarılacaktır." Yüz yirmi dört bin peygamber asırlarca bunu dediler.
Sen yanılma ihtimali yüzde bin olan birkaç uyarıcının uyarısı üzerine olmayan şeyi dener ve kendini kurtarmaya çalışıyorsun ama milyonlarca uyarıcının ahiretle ilgili uyarısını ciddiye almıyorsun. Sen ne kadar yanlış yoldasın değil mi? En azından tedbirli davranman gerekmez mi?
Hz. Ali bir dinsizle tartışır.
Adamın anlamak istemediğini gören imam şöyle der: Eğer işin gerçeği senin dediğin gibi olursa, hem sen kurtulursun, hem de biz kurtuluruz. Fakat benim dediğim gibi olursa, biz kurtuluruz. Sen ise ebedi azapta kalırsın.