Tarihi 27 Ocak 2020

Deprem muhasebesi

DEPREM bir kez daha canımızı yaktı. İlk söylenecek söz şüphesiz hayatını kaybedenlere rahmet ve yaralılarımıza şifa dilemek. Allah geride kalanlara sabır versin. Yardımlaşma, yaralarımızı sarma, acılarımızı paylaşma, birbirimize destek olma dönemindeyiz. Ve tabii aklı selim bir muhasebe de yapmamız gerekiyor;
Depreme hazırlık yolculuğunun neresindeyiz, ne kadar mesafe kat ettik ve önümüzde ne kadar yol duruyor?
Acımız zaten fazla onun için tablonun karamsar değil iyimser tarafından başlayalım. Öncelikle depreme hazırlık konusunda büyük bir mesafe kat ettiğimizi söylememiz gerekiyor. Son yıllarda gerçekleşen depremlerden sonra kamu binalarının durumu gözle görünür şekilde iyileşti. 90'lı yıllardan maalesef alışık olduğumuz bir tablo vardı. Depremlerde en önce kamu binaları yıkılırdı. İleri boyutlara varan yolsuzluk nedeniyle kamu binalarının inşaatı ahbap, eş, dosta yaptırılırdı.
Doğru düzgün denetleme de olmayınca okullar, hastaneler, yönetim binaları ilk sarsıntıda yıkılırdı. Bugün geldiğimiz nokta da ise artık kamu binalarının olması gerektiği gibi ayakta kaldığını ve deprem sonrası sokakta kalan millete hizmet vermeyi ve sığınak olmayı sürdürdüğünü görüyoruz. Devlet bu konuda üzerine düşeni yapmış gözüküyor. Diğer bir olumlu nokta ise afet sonrası müdahalede ve kriz yönetimi başarımız. Türk Kızılayı'nı ve AFAD'ı müstesna bir yere koymamız gerekiyor. İki güzide kurumumuz artık her anlamı ile her an afetle mücadeleye hazır diyebiliriz. Artık enkazların başında yakınlarını çıkartmak için çaresizce çabalayan vatandaşlar değil tüm teknik imkanları ve teçhizatları ile profesyonel kurtarma timleri görüyoruz. Bunun yanında yardımların organize edilmesi konusunda da dünya çapında bir başarı gösterdiğimizi not etmek gerekiyor. Kamu kurumlarından sivil toplum örgütlerine kadar herkes koordine oluyor. Yardımlar kaosa fırsat vermeden büyük bir seferberlik içerisinde kısa sürede toparlanıp ilgili yerlere ulaştırılıyor. Krizlere müdahale kapasitemizin artmasında sivil toplum kurumlarımızın ve kamu kurumlarımızın yurt dışında müdahale ettikleri birçok göç ve afet vakasında kazandıkları tecrübeyi de not etmek gerekiyor. Arakan'dan İdlib'e kadar birçok yere yardım götürmenin bir bereketi de bu; tecrübe kazanıyoruz.
İyi yaptıklarımızı sıraladık, gelelim ev ödevimize; yapı stoğu meselesi burada da karşımıza çıkıyor. Evet kamu binaları artık sağlam ama konutlar maalesef öyle değil. Oturduğumuz evlerimiz sağlam değil. İlk depremde bize mezar oluyor. Ülkedeki tüm çürük konutları şuan ki imkanlarla yıkıp yeniden yapmak mümkün değil. O zaman oturup kentsel dönüşüm meselesini ciddi ciddi konuşmamız gerekiyor.
Kendisiyle bile kavgalı, ideolojik saplantılı birkaç romantik aklı evvelin dediklerine kulak asmadan yeni bir kentsel dönüşüm hamlesi başlatmalıyız.
Bunun için gerekirse imar izinleri bile arttırılabilir. Mesafe kat etmemiz gereken bir diğer mesele ise afet sonrası bilinçli olarak yapılan dezenformasyon.
Maalesef Elazığ depreminden sonra da köylere yardım gitmediği, depremin şiddetinin açıklanandan çok olduğu, kamu binalarının yıkıldığı yalanlarını söyleyerek manipülasyon yapmak isteyenler oldu. Bu çabaları basit bir siyasi ucuzluk olarak değerlendiremeyiz.
Beklenen büyük İstanbul depreminden sonra bu tür dedikoduların artmasının nasıl bir toplumsal kaosa, yağmaya, çatışmaya neden olabileceğini iyi düşünmek gerekiyor. Mesele basit bir sosyal medya manipülasyonu olmaktan çıkıp büyük bir güvenlik sorununa dönüşebilir. Şüphesiz kayıplar geri gelmez ama yaralar sarılır, acılar küllenir. Giden gider, geride kalanlar acılarıyla birlikte yaşamlarına devam ederler. Hem kayıplarımızı azaltmak hem de geride kalanların hayatlarına devam edebilmesini sağlamak için daha çok çalışmamız gerekiyor. Deprem sadece bir afet meselesi değildir.
Beklenen büyük İstanbul depremi ülkemizin önündeki en büyük güvenlik meselelerinden birisidir. Devletimiz bu hakikatin farkında. Çok kritik adımlar atılıyor, hayati hazırlıklar yapılıyor. Ama tempoyu arttırmak gerekiyor. Daha fazla hazırlık, gayret ve farkındalık zamanı!