Hırsızlık iftirasına uğrayan kılıç ustası Koca Ali, diyetini ödeyen kasap Mehmet sayesinde elini kaybetmekten kurtulmanın karşılığı olarak ona hizmete başlar.
Ancak, gördüğü kötü muamele sebebiyle dayanamayıp, elini bileğinden keser ve 'al diyetini' diyerek kasabın yüzüne fırlatır... Ömer Seyfettin'in Diyet hikayesi böyle. Diyet borcunun yeri geldiğinde ne kadar kötü olabileceğini anlatır bizlere...
Eski Türkiye'de, bazılarını belki biliyor olsak da, bilmediğimiz çok sayıda diyet hikayesi olduğu erbabınca malumdur. Ve bu hikayelerin çoğunluğu Ömer Seyfettin'in hikayesinde olduğu gibi bitmez; diyet borcu olanlar, bunu devlet imkanlarını birilerine peşkeş çekerek ödeme yolunu tercih ederlerdi maalesef.
Meseleyi anlamlı bir anekdotla anlatalım: Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandığı günlerde, eski Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, tebrik ziyaretine gelir. Ziyaret sırasında Dalan, 'Medyaya benim kadar destek olan ve istediklerini veren bir başka belediye başkanı daha olmamıştır.
Ama ne verirsem vereyim, doyuramadım, hep daha fazlasını istediler. Size medya konusunda dikkatli olmanızı tavsiye ederim' gibisinden bir şeyler söyler. Buna Recep Tayyip Erdoğan'ın cevabı açık ve nettir: "Biz buraya medya desteği ile değil, halkımızın teveccühü ile ve medyaya rağmen geldik. Dolayısıyla, kimseye diyet borcumuz yoktur, içiniz rahat olabilir." Zerre kadar diyet borcu içermeden sağlanan bir yükselişle şimdilerde devletin zirvesinde Recep Tayyip Erdoğan. Ve bu durum da, birilerini deli etmeye yetiyor.
Oysa değil oraya, devletin daha aşağı kademelerine çıkacakların bile diyet borcu olması gerektiğini düşünenler, ne kumpaslar kurmuşlardı O'nun için. Yolunu kesebilmek için bütün hünerlerini göstermişler, olmadık iftiralardan medet ummuşlardı.
1998'de, okuduğu bir şiir sebebiyle mahkum olduğunda da etekleri zil çalarak, 'Siyasi hayatı bitti, artık muhtar bile olamaz' hükmünü vermişlerdi. Yanıldılar; 12 senelik başarılı bir Başbakanlıktan sonra, o şimdi Cumhurbaşkanı... Altını çize çize söylemek gerekirse; bir kısım medyaya rağmen ve hem de halk tarafından doğrudan seçilerek!.. 'Ne gazeteciliği, biz burada dükkan işletiyoruz' zihniyeti ile güya medya işi yapanlar, dükkanlarının sayısının azalması yanında cirolarının da düşmesi sebebiyle oldukça rahatsızlar, bu belli. Gak deyince ucuz kredi, guk deyince ballı teşvikler alabildikleri, başbakanları eşofman ile karşılayıp, bakanlara sövebildikleri günlerin, hayallerini süslemeye devam ettiği de açık...
Böylesi günlere, ancak diyet borcu olanlar ya da gerektiğinde bir şekilde korkutulabilecek kimseler işbaşında ise kavuşulacağını iyi biliyorlar. Bu sebeple de, bütün faaliyetlerini bu yöne teksif etmiş durumdalar.
O eski güzel günlere kavuşabilmelerinin bir şekilde mümkün olabileceği hayaliyle de, kuyruklarını hep dik tutmaya çalışıyorlar. Ne milletimizle ve ne de onun temsilcileri ile barışmak ya da uzlaşmak için en ufak bir gayret göstermiyor oluşlarının sebebi de bu!..
Hülasa: Birileri boşuna yorulmasın.
Çünkü diyet borcu ya da korku sebebiyle devlet imkanlarını peşkeş çekenler, Eski Türkiye'de kaldı!..