Tarihi 27 Ağustos 2018

Kemalizm tehlikesi

R süredir sosyal medyada devam eden bir tartışma var.
Sicili oldukça kabarık bir asparagas ve manipülasyon 'gazetecisi' tartışmanın fitilini ateşledi. Körler sağırlar birbirini ağırlar misali emekli bir askere görev yaptığı dönemlerde kışlalara 'türban'la girmenin serbest olup olmadığını sordu. İfadeler çok önemli, tam olarak ne yazılmış önce ona bakalım. İsmail Saymaz'ın sorusu tam olarak şöyle;
'Ahmet paşam bildiğimiz kadarıyla kız kardeşiniz türbanlı.
Acaba görev yaptığınız dönemde kız kardeşiniz dahil, örtülü kadınlarımız kışlalara giremiyor; askerlerimiz namaz kılamıyor ve oruç tutamıyor muydu?'
İsmail Saymaz'ın 'paşam' diye hitap ettiği emekli asker Ahmet Yavuz ise şu cevabı veriyor;
'Kışlalarda başörtüsüne karşı hiçbir kısıtlama olmadı. Türbana karşı olduğu zamanlar oldu. Kimsenin namazına orucuna asla karışılmadı.
Atılanların da hemen hepsi ya tarikat ya da cemaat üyesiydi. Ülke, abartıya teslim oldu'
Tam anlamı ile bozacı ile şıracının sergilediği bir orta oyunu bu diyalog.
İki ihtimal var; ya biri gazeteci diğeri emekli asker olan bu iki kişi bizzat yaşadıkları süreçleri hatırlamayacak kadar bunadılar ya da aklımızla dalga geçiyorlar.
Dolayısıyla hepimizin gözünün önünde cereyan eden, bir kısmımızın mağduru olduğumuz ve bir kısım insanın da faili olduğu o zulümleri tekrar anlatmaya gerek yok. TSK'yı ele geçiren hastalıklı bir zihnin irtica ile mücadele adı altında din düşmanlığı yaptığını; dindar subaylara hayatı dar ettiğini; onları ihraç ederek kripto FETÖ'cülerin önünü açtığını; dahası cuntacılık onursuzluğu ve ahlaksızlığını da işleyerek sivil siyasete müdahale ettiklerini; dini hayat üzerindeki baskıların tüm topluma yayılması için çaba sarf ettiklerini; gazeteci, iş adamı, akademisyen, hakim-savcı kılıklı bazı satılmışların ve postal yalayıcıların da onlara alkış tuttuğunu; selam durup emret komutanım diyerek tekmil verdiğini; ve maalesef FETÖ'nün Balyoz ve Ergenekon kumpasları bu süreçleri sulandırdığı için darbecilerin ve destekçilerin bir çoğuna hesap soramadığımızı uzun uzun anlatacak değilim.
Yukarıdaki diyalogda benim için ilgi çekici diğer bir mesele hastalıklı Kemalist zihin yapısının yıllar geçse de aynı yerde saydığını, bir arpa boyu ilerleme kat edemediğini, nitelikli ve kapsamlı argümanlar üretmek konusunda aynı sefalete mahkum olduğunu görmek oldu. Diyaloğun Ahmet Yavuz'un başörtülü olduğu - ki İsmail Saymaz türbanlı diyor - iddia edilen kız kardeşi üzerinden başlaması tam bir sefalet örneği. Yıllardır bu kafa yapısı başörtülü kadını veya dindar kimliği ile ön plana çıkan diğer kişileri kendi şahsiyeti üzerinden tartışmayı ve konuşmayı bir türlü öğrenemedi.
Hacının, hocanın, başörtülünün kendisinden ve maruz kaldığı baskıdan değil 'benim de babaannem hacıydı' 'benim de dedem hocaydı' 'benim de ananem başörtülüydü' cümlelerinde olduğu mazide kalmış akrabalık ilişkilerinden bahsedip durdular. Böylece baskılarını meşrulaştıracaklarını zannettiler.
Bir diğer yüzeysel ve klişe argüman ise 'türban başörtüsü ayrımı'.
Geçen yıllara rağmen türban ve başörtüsünün nasıl ayrıt edildiğini bir türlü anlatamadılar. Dahası velev ki ayırt etseler birini kabul edip diğerini yasaklama hakkını kimden aldıkları da meçhul. En fenası ise şu; bir insanın gerek dini inanç gerekse başka nedenle giydiği herhangi bir kıyafeti isimlendirmenin ve yargılamanın kimsenin hele ki emekli askerlerin veya operasyon gazetecilerinin haddi olmadığını bir türlü öğrenemediler.
Boşuna demiyoruz; Kemalizm hastalıklı bir zihindir. Üstelik tedavi edilmesi de çok güçtür. O nedenle Kemalizm tehlikesine karşı her zaman tetikte ve uyanık olunmalıdır.