Mağrip mi yoksa makber mi yâ Rab

Eklenme Tarihi 25 Şubat 2011
Mağrip... Osmanlılar Mısır dışındaki Kuzey Afrika ülkelerini bu adla anarlarmış.
Libya da bir Mağrip ülkesi yani.
Makber ise çoğunuzun malumu; mezar, kabir anlamına geliyor eski dilde. "Her yer karanlık" şarkısına nazire yapar gibi bir oyun oynadı felek. Mağrip ülkesi Libya adeta bir makber yani mezarlığa dönüverdi son günlerde.
İşte 'makber'e dönmüş ülkeden, Libya'dan en iri kıyım kalabalıkta yurttaş topluluğu gemilerimizden birine bindi ve saatler sonra ulaştı Marmaris limanına.
Görmüş olabilirsiniz ekrandan falan. Lakin canlı yayınların, naklen izlemelerin gücü büyükse de duygusu yarım yamalak.
Keşke orada olup çıplak gözle, bizzat görüp yaşasaydınız o anları. Bir liman köşesinde, bir avuç memleket insanının sivili, resmisi, işçisi, memuru, bakanı, kaymakamı, valisi, askeri, zabıtası, sıradan olanı demeden nasıl kan kana, can cana, sarmaş dolaş olduğunu göreydiniz.
Kucaklaşanların nasıl da ağlaşıp güldüğünü, devasa bir katamaran teknenin küpeştesine, güvertesine, köprü üstüne dizilmiş kardeşlerimizin artık korku değil coşku içinde "memleketiiiim, güzeliiiim, Türkiyeeem" diye haykırdığını kulaklarınızla duysaydınız aaah!..

Oradaydım
Şükürler olsun ki oradaydım.
Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin abartısız bu en büyük tahliye operasyonunu izlerken ülkemle de ülkemin insanıyla da yöneticisi, görevlisi, hizmetlisi ve oraya sevinçle doluşmuş binlerce kişisiyle gurur duydum, iftihar ettim yalan yok...
Daha sabah salasında kalkmış da hazırlık yapanları gördüm izledim önce. Gelecek olanlar en iyi şekilde karşılansın, iyi ağırlansın, bürokrasiye takılmasın, yuvasına tez ulaşsın diye canını dişine taktı herkes. Saatler sonra beklenen gemi Orhan Gazi Feribotu yanaştı ve duygu patlaması sanki ses duvarını aştı.
Kocaman bir güvenlik çemberi çekmişlerdi. Geminin kapak attığı anda sadece Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Muğla Valisi Şahin ve birkaç kişi daha girebildi içeri. Şansım yaver gitti ben de o kadroya katılıverdim.
Kapak yeniden kalktı ve içerde yarım saate yakın dönenlerle, mürettebatla, bakanlarla kalıp durumu izledim, gözledim, görüntüledim. Önde SAT Komandoları müfrezesi. Çelikten birer heykel gibi duruyor, dostta güven düşmanda korku yaratan halleriyle, maşallah çektiriyorlar görene. Sonra yukarı tırmanış, koltuklara, yerlere yayılmış yatan, oturan, heyecanla bekleşen, ağlayan, hıçkıran, gülümseyen yüzlerce vatandaşla karşılaşma.
Kaç kişiyle kucaklaştım, kaç bin öpücük kondurdum yanaklarına saymak mümkünsüz. Her kafadan ses çıkmasının daniskası orada.
Ağızlarını doldura doldura bir taraftan devlete hükümete sevgi, şükran, teşekkür sözcükleri döküyor; bir yandan da kendilerini ortada bırakıp kaçan, saklanan bazı firma sahipleri ve yetkililerine ağır laflar düzüyorlar. Kimi cep telefonlarıyla çektiği vahşet görüntülerini benim telefonuma transfer ediyor. Bakanların sözleri hepsini onore ediyor, mutlu ediyor, alkışlar inletiyor koridoru, salonu. İlk işim bebekleri, çocukları ve analarını aramak. İşte orada, köşede duruyorlar.

Çok korktum ağladım
Batuhan Arıkan 17 aylık bir şirin bebek. Annesi Nülüfer Hanım'ın kucağından alıp seviyorum onu.
Baba Haruk Arıkan Trablus'ta kalmış, anne oğul Bingazi'den binip kaçmışlar. "Aklım kocamda, ya ona bir şey olursa" diye hüzünleniyor genç kadın. Yanı başlarında bebekli bir aile daha var. 1 yaşındaki Zeynep Sude babası Ömer Özer'in kucağında ağlıyor, annesi Sema Özer avutmaya çalışıyor onu.
Derne kentinden gelmişler onlar da. "En çok çocuğumuz için korktuk. Önce çocuklar ve kadınlar diyerek bizi gemiye aldıklarında eşim kalacak sanıp çok ağladım" diyor Zeynep Hanım.
Sonra ilk grupla beraber dışarı çıkıyorum. Pasaport kontrolleri çabukça yapılıyor. Metro Turizm'le anlaşma yapılmış, sabahtan beri dizi dizi bekleşen onlarca otobüs illere göre binenlerle dolunca kalkıyor beklemeden.
Soğuğa, yağmura, fırtınaya rağmen herkes hala tatlı bir telaşın, görevi hakkıyla yapmanın keyfi içinde. Ne diyeyim, katkı koyanlara helal, gelen kardeşlere geçmiş olsun. Hoş safa geldiler...