SAVAŞ AY

SAVAŞ AY

Tarihi 20 Ekim 2010

Özlenmiş kentler aşkına

Huyumu seveyim, memlekette, çevrede, yaşamda ne zaman işler sarpa sarsa kendimi şiire, şarkıya, müziğe emanet ederim. Bir anlamda kabuğa çekilmek, o kabuğa biraz kalabalıkça girmek gibisinden bir şey bu işte. İstanbul'u özlediğimde de aynı yöntemler işe yarar. Aşkıyla yanıp kavrulduğum şehrimin başka yavukluları neler demişler onu dinler, okur, kendimden savrulurum oooh. İşte aşağıda bunun bir gösterisini sunayım, İstanbul'a olan hasretimi şiirlere yaslanarak anlatayım siz de okuyun, "amma da kentmiş amma da hayranı, tutsağı, sevdiceği varmış" deyin.

Sürü sürü çığlıklar

Hangi bir sevda şairinin, bu şehre, İstanbul'a yazdığı hangi bir dizesini alsak, hepsi birbirinden mükemmel anlatımlara toslarız. Diyelim kenti gözlerini kapayıp, kalp kulağıyla dinleyen bir Orhan Veli anlatımında: "Kuşlar geçiyor derken. Yükseklerden sürü sürü, çığlık çığlık. Ağlar çekiliyor dalyanlarda; Bir kadının suya değiyor ayakları; İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı..." Tılsımlı sözcükleriyle işliyor yüreğimize şehrimiz.

Keskin Bıçak

Sonra birden: "Kadını keskin bıçak, taze kan gibi sıcak. Gecesi sümbül kokan, Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul" diyen bir Necip Fazıl üstat dizeleri çarpıyor alınlarımıza... Sonra yine yeni yeniden; bir kavak yeli gibi başlarımızda esen şiirlerin rüzgarı Bedri Rahmi'nin laf atmalarına karışıveriyor: "İstanbul deyince aklıma Tophane'de küçücük bir sokak gelir. Her Allah'ın günü kahvelerine Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir. Kimi dilenecek dilenmesine utanır.
Kiminin elinde bir süpürge peydah olur uzun.
Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm. Çöpçü olmuştur bugüne bugün..."
Şiir şehrin sinir şehre dönüşmesinde kim suçlu demeyelim boşuna.
Bu suç arazisinin hisseli tapusundan bir parça var her birimizin yaşamında. İster bir Fatih, Draman, Beykoz, Kadıköy, Rumeli Hisarı çocuğu olalım, ister doğduktan sonra terki diyar edip, İstanbul'a kapak atmış bir ailenin ilk ya da son ferdi. Fark etmez. İster yere tükürmenin, izmarit fırlatmanın küçümen görünen büyük belalısı, ister trol teknesinde tayfa, gökdelen inşasında kalfa iister çelik göğüslü gökdelen yapımında mimari deha olalım. Her birimiz şiirlerin bir ucunu kaldırıp, halı altına çöp yığar gibi "sinir" leri, sinir edecek şeyleri tıktık kentin dibine.

Can baba dedi ki
"Martılar Ki Sokak Çocuklarıdır Denizin" Can Yücel böyle demişti bir şiirinde.
Boğazın sütten duru, buluttan ak martılarına bakıp bir evvel ki zamanlarda: "Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin" demişti. Şimdi martıların isten, pastan, pasaktan griye çalıyor rengi. Ve Özdemir Asaf belki de Can Baba'ya nazire edercesine: "Bütün renklerin aynı hızla kirlendiği yarışmada birinciliği beyaza" işte bu nedenle vermiştir?..