
Bugün bayram sohbetlerinde konuşulacak türden, karşılıksız bir aşkın hikayesini anlatalım:
***
Babası Türkiye'nin Bağdat Büyükelçisiydi.
Güzeller güzeliydi.
Bir toplantıda İran şahıyla karşılaştı.
Şah Rıza Pehlevi ile.
Avrupa sosyetesi ve Hollywood yıldızlarının bile peşinde olduğu adam, ilk görüşte vuruldu Şermin'e.
Hemen ailesine küçük bir sandık gönderdi.
İçi zümrüt takılarla doluydu.
Kolyeler, küpeler, bilezikler…
Bu bir aşk ilanıydı.
Hatta daha da ötesi.
Evlilik teklifi.
***
Eğer sandığın içinden bir parça dahi alsa, teklifin kabulü anlamına gelecekti.
Şah bekledi.
Ama "evet" cevabı yerine, sandık gitti.
Heyecanla açtı, içine baktı, hiçbir şeye dokunulmamıştı.
Şahı yüreğinden vurmuştu Türk kızı…
***
İran şahını reddeden o kız, bugün Türkiye'nin en önemli yazarlarından biri olan Nazlı Eray'ın annesiydi.
***
Anılar antik kazılar gibidir.
Bazen geçmişe dönük çok değerli bilgilerin üzerindeki örtü kaldırılır.
İşte geçmişin perdesini aralayan Nazlı Eray, annesinin yaşadığı bu olayı, anılarından oluşan "Bir Rüya Gibi Hatırlıyorum Seni" isimli son kitabında şöyle anlattı:
"Annem Şermin. İkdam gazetesi başyazarı Tahir Lütfi'nin tek kızı. Dedem Bağdat sefiriyken İran Şahı Rıza Pehlevi'nin evlenmek için aracı gönderdiği o su damlası gibi güzel genç kız… Bir çekmece dolusu zümrütle sefarete gelen görücü. Dedem vermiyor annemi İran Şahına. Kimse zümrütlere dokunmuyor. Öylece geri gidiyorlar çekmecenin içinde. Bir tanesini alsan, kabul ettim, demek. O duru güzellik, o eşsiz yemyeşil gözler. Gençken, Bağdat'ta sefir kızıyken pek çok kişinin aşık olduğu annem, sonunda onu Ankara'da Güvenevler'deki iki katlı villanın bahçesinde görüp aşık olan babamla evlendi. Babam ona buket buket kırmızı güller yollamıştı uzun süre. Düğünleri Ankara'da Karpiç'te yapılmıştı."
İşte böyle.
Zümrüt takıların değil kırmızı güllerin tercih edildiği "romantik döneme" ait bir kazı sonucu…