Tarihi 27 Mart 2018

Aynen öyle

Türkiye 1950'lerden beri atacağı her adımda "Acaba Amerika ne der" sorusuna cevap arardı. Washington'un izni olmadan kıpırdayamazdı. TBMM'de ABD'ye methiyeler düzüp, şükranlarını sunan CHP'liler darbe sonrası Başbakan yapılırdı bu ülkede. Adam darbe sonrası Başbakan olacağını bilmez, Amerikan elçiliğindeki resepsiyona katılan gazeteciler bilirdi. Darbe yapacak general, tankları yürütmeden önce mutlaka Washington'a uğrar, Pentagon'dan "Okey Beybi" alırdı. MİT'in maaşlarını yıllarca CIA ödedi bu ülkede. CIA Türkiye masası şeflerinden gelen ricalar, emir olarak algılanırdı. Bakanlarımızın müşavirleri bile Amerikalı CIA elemanlarıydı. Amerikan elçileri yıllarca bu ülkede gizli Türkiye valisiydi. Kimlerin parti lideri olacağı bile Amerikan elçiliğindeki toplantılarda belirlenir, Washington'a gezmeye götürülür, onay alınır, sonra arkasından rüzgar verilirdi. Amerika'ya giden Başbakanlarımız, siyasi parti liderlerimizin Beyazsaray kapılarında bekleyip, 3. sınıf bürokratlarla görüşebilip döndüğünü çok gördük. "Amerika olmadan bu ülkede bir şey yapılmaz" diyen işadamları, gazeteci, siyasetçi tayfasının Washington'dan gelen memurları kovaladığına, bir "Hello" diyebilmek için kendini yırttığına defalarca tanık olduk. Amerika'daki düşünce kuruluşları, lobilerden çıkmayan, kapılarında yatan, bu Türkiye düşmanlarından medet umanların fazlalığı karşısında hiç şaşırmadık. Demirel bile Başbakanlık görevini yürütürken kendisine Amerika'nın bir isteğini reddetme ricasında bulunan partili milletvekiline "Olmaz" demişti. O milletvekilinin "Amerika'dan niye bu kadar korkuyoruz" sorusuna Demirel "Sen korkmuyorsan buyur otur Başbakanlık koltuğuna, yönet" demişti. Bunların hiçbiri masal değildi.
Demirel'in milletvekili "Başbakan'ın Amerika korkusu"nu ahaber'de Yazboz'a açık açık anlatmıştı. Türkiye'de terfi edecek generallerin isimleri Amerika'da belirlenirdi. Haçlı-Siyonist ittifakı Neocon'ların Amerika'daki karargahlarında Genelkurmay'ın 20 yıllık yönetim şemaları yapılırdı. 12 Eylüller, 28 Şubatlar yaşadık. O darbe dönemlerinin tamamında FETÖ bilinir, ancak kimse dokunamazdı. Washington'dan gelen "Dokunma" sinyali çaldığında herkes kafasını kuma gömerdi. Ordumuza ait uçakların ve füzelerin yazılım sistemleri bile Amerika ve İsrail'e aitti. Bir yere füze göndersek, Amerika onu havadayken yakalar, yönünü değiştirirdi. Kardak krizi ilk patladığında zamanın ABD Dışişleri Bakanı, Yunanistan'ın o dönemdeki Dışişleri Bakanı'na "Türkiye veya siz bir füze fırlatsaydınız, Ege'de balıkları öldürürdünüz. Ege'ye gönderdiğimiz küçücük bir gemi ile bunu yapacaktık" demişti.
Örnekleri burada say say bitmez. Adeta gizli bir Amerikan mandasıydık. Daima "Washington ne der" korkusuyla kabuslar görenlerle yönetildik. ABD, 2.Dünya savaşında hurdaya çıkmış silahları hibe edince "Hurra" çeker, asla kendi savaş uçağımızı, tankımızı, silahımızı yapamazdık. Çünkü Sam amca "Yapma" diye parmak sallar, ödümüz kopardı.
Şimdi ABD'nin eski Ankara büyükelçisi James Jeffrey röportaj vermiş, diyor ki;
"Afrin operasyonuyla Türkiye'nin sınırlarının ötesine geçip, başka bir ülkeye gidip, PKK'nın kontrol ettiği, SİLAH YIĞILMIŞ bir alanda konvansiyonel savaş yürütme kapasitesine sahip olduğunu gördük. Bu çok önemli." Evet Amerika'nın koruduğu, "Kara Gücüm" dediği teröristlere yerli silahlarımızla Afrin'i dar ettik, 4 bine yakınını toprağa gömdük.
Artık manda değiliz. Kesinlikle ödümüz patlamıyor. Şimdi korkan başkaları. Bir zamanlar "Londra ne diyecek, Berlin'e ayıp olmaz mı" sualleri ile devleti yöneten, Batı başkentlerine tekmil verenler kaynıyordu ülkemizde. Bakın görevinden daha yeni ayrılan Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel yeni yazdığı makalede ne diyor; "Türkiye muhtemel bir PKK devletine asla izin vermeyecektir.
Türkiye, Batı'ya bağımlı olmak istemiyor. Bu sebeple ABD ile muhtemel bir krizin jeopolitik sonuçlarından da korkmuyor." Bravo Gabriel... Bunu sen gördüysen, bütün BATI'nın kulağında küpe, kolunda bilezik, boynunda tasma olmuştur bu farkındalık analizi... Afferim sana... Aynen öyle!