ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 7 Temmuz 2014

Rögarı tıkayan rögar kafalar!

Yağan yağmurda yalınayak yürümenin nasıl zevkli bir şey olduğunu, yıllar önce gittiğim bir İsviçre kentinde yaşamıştım. Cadde ve sokaklar billur gibi akan dereciklere dönüşmüştü. Ve genci yaşlısı ayakkabılar ellerde 'felaketi' eğlenceye çevirmişlerdi. Çünkü oralarda sel suyu dediğiniz bir rögar deliğinde son bulur.
Dün Ankara'ya aynı yağmurdan yağdı. Ama alt geçitler ağzına kadar dolduruverdi. İlk tepki de sosyal medyadan geldi ve 'Gökçek kentimize deniz getirdi' esprileri(!) tavan yaptı.
Kimine göre bu kadar alt geçit sadece oy kapmak için. Oysa alt geçit dediğiniz, hele de bulunduğunuz yolda trafik tıkanmışsa bir tür enlemesine asansör. Hoop diye sizi gideceğiniz yere götürüveriyor. Ama vatandaş -buraya dikkat- içtiği kolanın kutusunu sokaklara atarsa, bunlar da toplaşıyor ve tüm delikleri tıkıyor.
Sayın twitçiler buna ne diyorsunuz?
Dün ekranlara gelen şaşırtıcı hatta dehşet verici manzaraya bir de bu açıdan bakın isterseniz. Biriken suyun üzeri son bir yılda içtiğiniz meşrubat kutularıyla silme kaplanmıştı ya, şimdi zıkkım için diyeceğim olmayacak, ancak o tenekeleri yerlere atan elleriniz kırılsın... da demeyeceğim; sadece 'Allah akıl fikir versin ve o fikrinizin bir yerine de bir tutam medeniyet iliştirsin!' diyeceğim.
Tabii siz onu da devletten beklersiniz.
Sanki medeniyet, devlet zoruyla öğrenilirmiş gibi. Bu arada Gökçek'ten 'balık adam teçhizatıyla' geçide dalmasını ve çörü çöpü toplamasını bekleyenleriniz var, biliyorum. Ama dedim ya önce siz bir zahmet çevre temizliği nedir onu öğreneceksiniz, bir de bakacaksınız bakalım 'sorumsuzluğunuza alt yapı mı dayanır, rögar deliği mi?'

Yazarın günlüğü...

"... Bugün hastaneye kan almak için geldim... Ve kan değerlerim -sıkı durun-
2.5 çıktı. Tabii hemşire kızlar pek bir telaşlandılar.Ve derhal 'yatırıldım!' Bu şu demek oluyor; üç gün boyunca Samatya Eğitim ve Araştırma'da tedavi göreceğim.
Nitekim birazdan iki ünite AB RH pozitif kanı vücuduma salacaklar. Ben yine hasta yemeği yerine refakatçinin menüsünü aşıracağım, sessizlikte kitabımı okuyacağım ve aşağıya kantine gideceğim saatleri iple çekeceğim." "... burası, şayet 'evim de evim' manyağı değilseniz hiç de fena bir yer değil. En azından emin ellerdesiniz ve her an müdahale edilme şansınız var. Ama diğer yandan hastaları toplu halde görünce içiniz acıyor, 'Ne dertler varmış yahu' diyorsunuz.
Böyle durumlarda haline şükretmek en büyük günahmış ayrıca. Ama hayatınızın sonrası için dersler çıkartmakta serbestsiniz.
Tabii geç kalmamışsanız..." "... Bizim üçüncü kat neyse de 'Acil' başka bir alem. Gece olduğunda örneğin...
Bir de hafta sonuysa, eğlencenin sonu direkt hastanede bitiyor. Geçen geldiğimde sedyeye Sezar edasıyla yatmış bıçkın ve sarhoş delikanlımız sağa sola emirler yağdırarak 'götürülüyordu!' Artık nereye bilemem.
Sedyeyi süren eleman da 'Tamam abi Samatya'nın ağası sensin' diyerek durumu idare ediyordu... canlarımın içi yahu." "... Aslında acile gelenlerin ortalaması 100 ila 200 arasında değişiyormuş. Ama birkaç nedenden dolayı bu sayı 500'ü bulabiliyor. Mesela 'vatandaş gün içinde iş yerlerinden izin alamadığından, müzmin mide hastası da olsa poliklinik yerine acile müracaat ediyor!' Gerçekten 'acil müdahaleye' ihtiyaç duyan hastalar da, bu 'kuru kalabalık' yüzünden belki de gereken ilgiyi göremiyorlar.." "Peki ne yapılacak? Samatya Eğitim ve Araştırma'nın best boyu Hüseyin arkadaşıma göre, 'İstanbul'a acilen nüfus planlaması gerekiyor ve halk şehir dışında kurulacak yeni şehirlere dağıtılmalı. Böyle giderse ne personel yeterli olacak ne de gereken hizmet verilebilecek. Adamlar, diğer hükümetlerin 70 yılda yapamadığını 7 yılda yapmışlar, daha ne yapsınlar?' Evet Sevgili Hüseyin böyle diyor ki manzaraya baktım da katılmamak elde değil..."
Yarın; Anadolu'dan İstanbul'a hasta hücumu...