Ergün Diler

ERGÜN DİLER

Tarihi 1 Ekim 2022

2023’ün şifresi

YAZILACAK çok şey var. Hangisine nereden başlanmalı bilemiyorum. 2023 seçimlerine giden yola mı baksak, Avrupa'nın içine düştüğü duruma mı, Rusya'nın ilhak ettiği toprak parçasına mı? Yoksa ABD'nin dolarla başlattığı fırtınaya mı, çocukların bile ağzından düşürmediği enflasyona mı?
Ya da Margaret Thatcher ile başlayan NEOLİBERALİZM rüzgarından sonra İngiltere'nin sallanan ekonomisine mi?
Rusya'nın müdahalesiyle AB'nin enerji krizine sürüklenmesine mi, ekonomik krizin emin adımlarla dünyayı sarmasına mı?
1970'ler dünyada önemli kırılmanın yaşandığı dönemdi.
Savaşlar ve petrol buhranıyla birlikte yeni yollar açılmaktaydı.
Bir ekol ortaya çıktı ve "Ekonomik sıkıntıların nedeni DEVLETLERİN kendisidir" dedi. Keynesçi dönemin refah devleti anlayışına karşı çıkan neo-liberal akım böyle sahne aldı. Devlet müdahalesine karşı 'piyasanın rekabet ilkesi uyarınca özgürce işlemesini' savundu. "Görünmez el" ile piyasanın, devlet müdahalesi olmadan, toplumu ideal bir şekilde düzenleyeceği ve her bireyin mutluluğunun bu yolla gerçekleşeceğini ileri sürdü.
Piyasa zayıf ve beceriksizleri eleyecek yetenekli seçkinleri ortaya çıkaracaktı. Böylece toplumun genel İYİ'liği kendiliğinden oluşacaktı. Bu EKOL'de DEVLETE yasa ve düzenin koruyucusu rolü verilmekteydi. Bu rüzgarın oluşmasında asıl oyuncular Friedrich A. von Hayek ve Milton Friedman'dı. Temel itibariyle Anglo-Amerikan düşünce sistemiydi. Daha derin düşünecek olursanız işi İngiliz filozofu John Locke'a kadar uzatmak mümkündü. Locke göre HAYAT, HÜRRİYET ve MÜLKİYET üçlemesi her şeyi anlatmaktadır. Devletin görevi de bunu koruması ve sahip çıkmasıdır...
1970'lerde yaşanan krizlerden dolayı NEOLİBERAL AKIM haliyle burada da etkili oldu.
Olmama şansı yoktu ki! IMF de DÜNYA BANKASI da her adımını bu EKOL içinde atıyordu. Krizlerle boğuşan Türkiye de almak zorunda kaldığı her REÇETEDE bu izleri buluyordu. Kemal Derviş bu reçeteyi en son getiren ve uygulamaya koyan isimdi. Neo-liberal anlayış haliyle bir kulvardan da KÜRESELCİ anlayışa ev sahipliği yapmaktaydı.
1970'lerde bu rüzgar burada da CEMAATLERİ öne çıkarıyordu. Daha doğrusu start veriyordu. Bir yandan DEVLET içindeki bu görüşü savunanlar öte yandan oligarşiyle el ele yeni bir sisteme hazırlık yapıyordu. Yaşanan darbeler ve rahmetli Turgut Özal'ın gelmesi bu rüzgarın sonucuydu. Belki Özal kişisel olarak bu akımı savunuyordu ancak uygulamaların hepsini bu çerçeveye oturtmak güçtü.
Bu akım özel sermayeye alan açmak, kişisel özgürleri büyütmek, ordu ve devleti sınırlamak gibi bakış açısıyla özetlenebilirdi. Siyasi iktidarlar da darbeler de bu ÇERÇEVE içinde belirleniyordu...
Türkiye'nin seçtiği rota genel gidişe uygun değilse DARBE oluveriyordu. Mesela 1980!
Cemaatlerin genleşmesi de hep bu döneme denk geliyordu...
Neyse...
Pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşı ile DEVLETLERİN rolleri büyük ölçüde tekrar hatırlandı... Zaten DAVOS'ta bile KAPİTALİZMİN MODİFİYE OLMASINDAN SÖZ EDİLMEKTEYDİ...
Bizde de LİBERAL PARTİ bile kurulmaktaydı... Biraz daha işin içine girince bu EKOL'ün SOROS üzerinden etrafımızda gerçekleştirdiği renkli devrimlere kadar uzanıyordunuz.
Soros özelinden bakacak olsak bile karşıdaki sevilmeyen fotoğraf PUTİN'di. Soros ve AÇIK TOPLUM, Putin'i, o da bu ekolü sevmiyordu.
Putin iktidara geldiğinde YUKOS'un patronu Mihail Borisoviç Hodorkovski'yi içeri attırıyordu. Yıllarca rehin tutuyor ALMANYA'nın devreye girmesiyle serbest kalabiliyordu. Hodorkovski de AÇIK TOPLUM için çalışan ve Kremlin'i değiştirmeye uğraş veren bir isimdi...
Sırbistan'da, Ukrayna'da, Gürcistan'da ve Orta Asya'da RENKLİ DEVRİMLER üzerinden hep bir esinti ile karşılaşılıyordu. Devamlı bir mücadele vardı. 1970'lerde başlayan rüzgar geç de olsa bu coğrafyalara kadar ilerliyordu.
Kendini hissettiriyordu.
Türkiye bu kırılmayı, 2013 GEZİ olayları ile 17-25 Aralık operasyonlarında yaşıyordu.
GEZİ OLAYLARI daha sonra SOROS ile AÇIK TOPLUM ile anılacaktı. Başkan Erdoğan ile birlikte ANKARA'nın yol ayırımı GEZİ'de başlamış gibi duruyordu. Medyadan ekonomik yapıya kadar uzanan yelpazede DEĞİŞİM çıplak gözle bile görünüyordu.
Mücadelenin ritmini de bu belirliyordu. Açılan önemli davalar da tasfiyeler de bu eksen içinde yoluna devam ediyordu. Özellikle bütün sarsıntılarda TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN ODAK olması da sanırım tesadüf değildi... Rejimi kuran koruyan güç değişirse sonuca gidilmiş olacaktı... Atılan adımlardaki motivasyon hep buydu... Gezi de 17-25 de 15 Temmuz da aynı yoldaki değişik istasyonlardı...
Türkiye içinde sancı ve değişimi yaşarken Rusya'nın UKRAYNA'ya hamlesi ile ANGLO-SAKSON rüzgarı AB'yi etkiliyor ve yeni bir BUHRANIN kapısı aralanıyordu. Moskova girdiği yerlerin önemli bölümünü topraklarına katıyordu. Bunu törenle ilan da ediyordu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, "Anglo-Saksonlar, 'Rusya'yı ortadan kaldırma' çizgisinde hareket ederken NATO'nun ve stratejik özerklik çizgisini kaybeden AB'nin koşulsuz şekilde boyun eğmesini sağladılar" diyordu.
Ve "Batı, kendi kalkınma hedeflerine diğer ülkelerin çıkarlarını çiğneyerek ulaşma politikasından vazgeçme niyetinde değil" diyerek EKOLLERİN savaşını özetliyordu...
Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas da Türkiye'ye yaptırımların gelmesinin muhtemel olduğunu söylüyordu. Hem EGE'deki tutumundan, hem de Rusya ile bulduğu ORTA YOL'dan dolayı...
2023'e giderken de mücadele alanı sanırım belliydi.
6'lı masaya bakıldığında ORTAK PAYDA AVRUPA
BİRLİĞİ'ydi... Mesela Kemal Bey bir konuşmasında "CHP olarak bizler, Avrupa Birliği'ne tam üyeliği hedeflerimiz arasında görüyoruz..." diyordu.
Meral Hanım da yöneltilen bir soruya "AB'ye katılmaya yönelik kimse hayır demiyor da AB'ye şu anda ışık yılı kadar uzaklaştık" şeklinde cevabı veriyordu. Masanın diğer üyeleri de farklı değildi...
Bir yanda AVRUPA BİRLİĞİ'ni dağıtamaya çabalayan güç, diğer yanda ayakta kalmaya uğraşan AB, öte yanda ise oraya katılmaya çalışan 6'lı ittifak vardı. Bu çelişki 2023 Haziran ayında son bulacaktı... Seçimin öznesi kabaca bu olacaktı...