BÜLENT ERANDAÇ

BÜLENT ERANDAÇ

Tarihi 29 Eylül 2012

Nahçıvan, Erbil, KKTC ve Türkiye

12 Mart 1997 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanı Madleine Albright'ın bakanlık katında Bernard Lewis, Richard Perle (karanlıklar prensi) Paul Wolfowitz, Morton Abramowitz ve Henri Barkey bir toplantı yapıyorlardı. "Refahyol" konulu toplantıya katılanların ortak özelliği bakan dahil hepsinin Musevi asıllı oluşuydu. Diğer ortak yönleri de "Yeni Muhafazakârlar'' diye adlandırılan ''Neo-Con'' olarak bilinmeleriydi. Bu ekip, merhum Başbakan Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller hükümetinin devrilmesinde çok etkili oldu.
Bu ekibin içinde yer alan, ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz, 1989-1991 yılları arasında Ankara'da görev yaptı. Ankara'dan ayrıldıktan sonra, küresel düşünce kuruluşu Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'nın Başkanı oldu. Halen New York merkezli Century Foundation (Yüzyıl Vakfı) yöneticisi olarak çalışıyor.
Morton Abramowitz'in birkaç gün önce, "Türkiye'nin nazik pozisyonu" başlıklı yazısı basına yansıdı. Ortadoğu derinliklerini iyi bilen eski büyükelçinin sözleri üzerinde önemle durmalıyız.
Abramowitz diyor ki: Bağdat ile Erbil giderek uzaklaşıyor. Bu Irak'ın bölünmesiyle sonuçlanacak. Irak'ın bölünmesi kolay olmayacak, hatta muhtemelen kanlı olacak. Türkiye bundan çok etkilenecek. Suriyeli Kürtlerin (özerk bir yapıyla) ortaya çıkmaları üzerinde dikkatle durulmalı."
Bu sözler ne anlama geliyor?
Irak ve Suriye bölünebilir. Türkiye buna hazırlansın...

BEYİN JİMNASTİĞİ
Bu tablo karşısında, Türkiye'nin önüne yepyeni bir yol haritası çıkacağa benzemektedir.
Türkiye'nin Ortadoğu fikri jimnastiğini yıllar önce merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal yapmıştı. Çankaya köşkünün duvarları arkasında kalmayacak önemli bir görüşmeyi Prof. Dr.
Mim Kemal Öke
şöyle anlatır:
1991'de Körfez krizi sırasında bir gece yarısı ev telefonum çaldı. "Ben Turgut Özal.' Gece saat iki. 'Yarın sabah Musul'a girsek ne gibi argümanlarımız olur? Tarihi ve hukuki olarak hazırlığını yap, Ankara'ya gel" dedi. Ankara'ya gittim Sayın Turgut Özal'la karşılıklı konuşmaya başladım. 'Musul'a girmek kararında mısınız?' diye sordum. 'Evet' dedi. 'Peki, bunun için vize aldınız mı?' diye sordum, yani Amerika'yı kastediyorum. 'Evet, aldım' cevabını verdi. 'Peki, oraya girişimiz geçici mi?' Yanıt "Kalıcı". 'Peki, kalıcı olduğunuzda Türkiye'nin demografik yapısında Kürtler lehine bir artma gösterecek ve önlemler almak gerekecek!' dedim. Özal'ın cevabı "Evet" oldu.

DÖRTLÜ FEDERASYON
Bunu karşılamak için, Türkiye'nin federatif bir yönetime geçmesi ve rejimin değişerek başkanlık sistemine dönüşmesiydi.
ÖKE: Federasyon... Ama federasyon iki bacaklı olursa pek sıkıntılı olur. Araziye ve nüfus yoğunluğuna dayalı federe devletler sıkıntılı olur.
ÖZAL: İkiden fazla düşünüyorum. Sen bul'...
ÖKE: KKTC'mi?
ÖZAL: Böylece Kıbrıs meselesini de hallederim. Federe devlet değil mi? 'Bir tane daha var.
Nahçıvan.
ÖKE: Kürt nüfusunun Türkiye'de artması ve federasyon verilmesi karşılığı Türkiye'deki milliyetçilerin tepkisinin bastırılması açısından böyle bir federasyonu uygun görüyordu. Nahçıvan'ı da içimize alacak şekilde, dörtlü bir federasyon. Ama federasyon bir rejim değişikliğini de getirir.
ÖZAL: Evet, başkanlık rejimi.

GÜÇLÜ BİR AKTÖR
Türkiye "devlet aklı", 24 Nisan 2008 günü MGK (Milli Güvenlik Kurulu) Irak için tarihi kararını aldı: Ülkemizin tüm Irak'lı grup ve oluşumlarla istişarelerinin yararlı olacağı mütalaa edildi."
Bu paradigma değişikliğinin arka planında, merhum Özal'ın 1991'deki beyin jimnastiğinin hayata geçirilmesi yatmaktadır. Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile ilerleyen ilişkiler Ortadoğu üzerinde oynayan birçok ülkenin de oyunlarını ters yüz etmiştir. Ortadoğu denklemine Türkiye'yi etkili bir aktör olarak konumlandırmıştır.

* * *
SONUÇ: Merhum Özal düşündü, ani vefatı buna imkân vermedi. Başbakan Erdoğan ve MGK, 24 Nisan 2008'de tarihi adımı atarak, Özal'ın öngörüsünü hayata geçirme kararı verdi. Türkiye, yeniden tarihin önemli bir kesişme noktasında. Ortadoğu haritası yeniden çiziliyor ve "Nahçıvan, Erbil, KKTC ve Türkiye" formülü için KONJONKTÜR uygun hale geliyor. Batı ile Doğu sentezini birleştirerek kültürel rönesans yapmaya, ileri demokratik siyasi yapılanmaya karar veren bir Türkiye, önündeki bu tarihi fırsatı değerlendirmek zorundadır.