Ekrem Kızıltaş

EKREM KIZILTAŞ

Tarihi 15 Aralık 2016

Çaresizlik...

Gözlerimizin önünde yaşanıyor her şey... Çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar, gençler... insanlar öldürülüyor...
Hunharca ve alçakça...
Uçaklar, helikopterler ve gemilerden ölüm yağıyor coğrafyamıza...
Son çeyrek yüzyılda yaşadıklarımız, artık medeniyetin zirvesine çıktığını söylenen dünyanın aslında vahşetin zirvesine çıktığını gösterdi bizlere... Geride bırakıldığı müjdelenen kanla dolu geçmiş, artık medenileştiği söylenen insanlar eliyle hem de, tekrardan yaşatılıyor İslam ülkelerine. Kendi coğrafyalarında insanı, hem de bütün zaaflarıyla birlikte yüceltenler, bizim coğrafyamız söz konusu olduğunda, kitleler halinde ölümlere bile ses çıkarmıyorlar...
Bosna'da da öyle olmuştu. Serinkanlı bir şekilde seyredilmişti Avrupa'nın göbeğinde Müslüman bir halka yönelik katliamlar. BM, Güvenlik Konseyi, Avrupa Birliği temsilcileri ağızlarını her açtıklarında büyük büyük laflar etmişler, ancak yok edilmesini umdukları bir halkın ayağa dikilmeye başladığını görene kadar müdahale etmeyi akıllarından bile geçirmemişlerdi...
Müdahale ettikten sonra da, ne olduğunu yönetimde bulunanların bile henüz anlayamadıkları bir sistem dayattılar Bosna Hersek'e. O coğrafyada gönülleri istediğinde tekrar karışıklık çıkarabilecekleri bir yapı oluşturmak için belki de...
Çeçenistan, Makedonya, Kosova... karışıklıklar birbirini izledi. 21. Yüzyıl'a merhaba denildikten az sonra, 9-11'i bahane eden ABD Afganistan'ı işgal etti önce. Barış ve demokrasi götürecekti ama kan ve gözyaşı götürdü oraya... 2003'te oklar Irak'a çevrildiğinde de aynı şey oldu. Huzur ve istikrar getirileceği vaadiyle ülkeyi işgal eden ABD, oraya da kan ve gözyaşından başka bir şey götürmedi...
Bahar olmasına belki bahardı, ama 'ilkbahar' mı yoksa 'sonbahar' mı olduğu halen tartışılan Arap Baharı ile, bölge ülkelerinin çoğu karıştı... Petrolü, doğalgazı ve altın, uranyum gibi kıymetli madenlere sahip olan ülkelerin altüst edilmesine alışmıştık. Ama ne olduysa, bu hususlarda oldukça fakir olduğu bilinen Suriye de karıştırıldı.

Güçlü olmak, tek çare...

Oysa karışmayabilir, müdahil olan devletler aklı başında davranabilselerdi, herkesi memnun edebilecek birtakım çözüm formülleri bulunabilirdi Suriye'de.
Böylelikle 600 bin insan hayatını kaybetmez, milyonlarcası yollara düşmeyebilirlerdi... Ama olmadı.
Gözlerimiz, kulaklarımız ve yaralı gönüllerimiz bir şehrin yaşayabileceği belki de en acı günlerini yaşayan Halep'te şimdi.
Her yerden ateş altında bırakılıyor Halep. Gökyüzünden yağdırılan bombaların yarım bıraktığını da, insanlıktan zerre kadar nasipleri olmayan katil sürüleri yerine getiriyor ve katlediyorlar Haleplileri...
Geçtiğimiz salı günü akşam saatlerinde aldığımız ateşkes haberi ile sevinmiştik. Ancak dün rejim güçlerinin ve İran destekli Şii milislerin tekrar saldırıya başladıkları haberi ile ne kadar çaresiz olduğumuzun tekrar farkına vardık...
Birleşmiş Milletler, Güvenlik Konseyi ve bunlar gibi uluslararası meselelerde devreye girmeleri, barış ve huzuru hakim kılabilmek için adımlar atmaları beklenen uluslararası kuruluşlar, erken Noel tatiline girmiş olmalılar ki, sesleri bile çıkmıyor...
Devletimiz yapabileceğinin azamisini yapıyor, yardım kuruluşlarımız cansiperane bir şekilde yardım ulaştırmaya çalışıyor. Bizler de, Halep'tekiler başta olmak üzere tüm mazlumlara dua ve tabii ki zalimlere beddua ediyoruz...
Çaresiz durumdayız. Düşüncelerimize bile pranga vurulmuş gibi... Çare olabilmek için güçlü olmamız gerektiğini biliyoruz sadece...