Steve Bannon ile başlayalım. Trump Başkan olduğunda "Başstratejist" olarak Beyazsaray'da göreve başladı. Büyük bir görevdi. Pentagon'un adamıydı. Ama bundan daha büyük görevler vardı. Derin devlet "Beyazsaray'daki işini bırak, Avrupa'ya git" dedi.
Steve Başstratejistlik gibi çok önemli görevden istifa edip Avrupa'ya geldi.
Yeni ve daha büyük görevi Avrupa'daki aşırı sağcı, ırkçı, faşist partileri bir çatı altında toplamaktı. Suriye'den, Libya'ya, Afrika'ya ve Afganistan'a kadar Batı'nın karıştırdığı, kan gölü ve milyonlarca ceset üzerinde sömürdüğü ülkelerden Avrupa'ya mülteci akını vardı. Berlin'den, Londra ve Paris'e tüm başkentlerde Avrupa'nın her yerinde ırkçılık hortlamış, "Mültecileri istemiyoruz" feryatları ayyuka çıkmış, aşırı sağ partilerin oylarında muazzam artışlar başlamıştı. Faşist partiler iktidara gelirse birinci vaadleri "Avrupa Birliği'nden derhal çıkmak"dı. ABD hem girdiği ülkeleri karıştırıp dizayn ediyor hem de Avrupa'ya mülteci yığıyordu.
Çünkü Trump o günlerde "En büyük düşmanımız Çin ve Avrupa" diye bas bas bağırıyordu. İkisi de Amerika'dan mal almıyor, 400-500 milyar dolar mal satıyordu. Amerikan parasını hüüp diye çekiyorlardı. Hadleri bildirilmeliydi. Kurnaz İngiltere "AB'yi bölüp birliği dağıtma projesi"ni hemen gördü. AB'den çıktı.
Rusya ile birlikte Hitleri durdurup Avrupa Birliği'ni kuran ABD, şimdi bu oluşumu dağıtacaktı. Pentagon ve derin devlet bunu istiyordu. İşte Steve Bennon böyle bir dönemde Beyazsaray'dan ayrılıp AB'nin başkenti Brüksel'de The Movement yani "Hareket" adı altında bir birlik kurdu.
AB'yi parçalarına ayrılacak faşist parti liderleri ile bu oluşumda buluşma ve imza törenlerindeki fotoğrafları ortalığa saçıldı.
İtalya'dan Matteo, Fransa'dan ırkçı Le Pen, Steve ile gururla poz veriyordu objektifler karşısında.
Trump'ın seçimi kaybetmesiyle birlikte ABD'nin AB'yi parçalama girişimlerinde yavaşlama oldu. Bu defa şimdi de diğer kurucu Rusya harekete geçti. Rus uçakları binlerce mülteciyi Belarus'a taşıyıp, Polonya sınırına yığdı. "Haydi buradan Avrupa'ya dağılın" diye yol gösterdi.
Avrupa ayağa kalktı. Bölgede savaş tamtamları çalındı. Rusya savaş uçaklarını Belarus'a gönderdi. Belarus "Bunlar yetmez, nükleer uçaklar da gönder" talebinde bulundu. AB, Belarus'u yaptırımla tehdit etti. BelaruS "Yaptırım gelirse, bizden geçen Rus doğalgazının vanasını kapatırız, bir yerleriniz donar" diye tehdit etti.
Bizimle yaptıkları anlaşma ile Türkiye'ye Birliği koruma adına muhtaç ve bağımlı hale gelen AB, Rusya'nın mülteci operasyonu ile sıkışıyor, terliyor ve bir kez daha parçalanma korkusunun zirvesine çıkıyordu. Başka ülkelerde sömürmek için öldürdükleri insanların yakınları başlarına bela olmuştu. Zalimlerin, teröristlerle kolkola girenlerin akıbeti hep böyleydi. Ve devam edecekti.
AB dağılacak mı tartışmalarının tavan yaptığı günde Türkiye, Türk dünyasının liderlerini ağırlıyordu. Dünyaya "Türk Birliği"nin kurulduğunu ilan ediyor, Binali Yıldırım'ı konseye "AKSAKALLI" olarak atadığını duyuruyordu. "Biz aynı kökten beslenen bir ulu ağacın farklı dallarıyız. Köklerimizi unutmadan birliğimizi pekiştirdikçe uluslararası güçlerimizi artıracağız" diye haykırıyordu. Bu yeryüzüne seslenişin, Batı tarafından astırılan Menderes'in idam sehpasına çıktığı Yassıada'dan Türk dünyası liderleriyle birlikte yapılması boşuna değildi. Bu bir milat ve dünyaya mesajdı. Ecdadımızın yüzlerce yıl önce oluşturduğu üst akıl üyeleri AKSAKALLILAR geliyordu. Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev bile AKSAKALLILAR KONSEYİ'ndeydi.
Türk Birliği'nin ilan edildiği gün Kültür ve Turizm Bakan yardımcısı sevgili Ahmet Misbah Demircan'ın girişimleriyle Türk dünyasının sinema oyuncuları, yapımcıları, sanatçıları da 300 kişilik devasa bir kadro ile AKM'de ödül töreninde buluşuyordu.
Hiçbir şey tesadüf değildi.
Avrupa'nın dağılma korkusunu damarlarında hissettiği günde, Türk dünyası, birleşme ilanı ve gövde gösterisi ile gözleri yaşartıyordu.
Size hep bu sütunlarından yazdım.
"Türk asrı başlıyor" diye. "Görün bakın neler olacak" diye de.
Aksakallılar geliyor… Hoş geliyor!
