ARDA USKAN

ARDA USKAN

Tarihi 26 Ağustos 2013

Her bakımdan açıkta kalmak!

Pakize Suda ne yapar acaba?
Biliyorsunuz bir süre önce HaberTürk'teki yazılarına son verildi. Ve diğer işten çıkarılanlar... Üst koltuktakiler, alt koltuktakiler, telifçi dediğimiz seyyar yazarlar, kendini bir anda sokakta bulan sabit yazarlar...
Şimdi çoğu işsiz, bunun şokunu atlatmaya çalışıyor. En başta 'alışagelmiş hayat düzenlerini' kaybetmenin şokunu. Oysa gerçek çöküntüyü henüz yaşamadılar. Bugüne kadar inandıkları 'insanlık ve dostluk' gibi kavramların aslında ne anlama geldiğini! Veya oturdukları koltuğun mertebesiyle ters orantılı yol izleyen bilumum vefasızlıkları...
Bir zamanlar benzeri yerlere ilişen biri olarak, benim de aynı 'ilgi ve alakaya' duçar olmuşluğum vardır. Ama her kovulma sonrası çevremdekilerin sadece menfaate dayalı 'duruşlar' sergilediğini nedense bir türlü anlayamamışım. Aslında lafı 'duruş' muruş diye cilalamaya gerek yok, bu devirde kimsenin kimseyi iplemediği gün gibi aşikar.
Hoş neden bu kadar şaşırıp da yazıya döküyorum ki bu konuyu! Neticede insanlar bilmiyor mu kovulanın başına neler geldiğini?
Çoluk çocuğun nasıl ortada kaldığını, o çocukların psikolojik çöküntüsünü, bankacıdan bakkalına, evin kapıcısından semt taksisine, tüm surat ifadelerinin nasıl bir anda değiştiğini... 'Hanımlı- beyli, üstadım, hocam' gibi hitap şekillerinin birden, "Ya, kardeşim"e nasıl dönüştüğünü.
Demek ki koltuk sahibi olacak muhtemel şahısları önceden uyarmak gerekiyor. Bilgi birikimi, yetenek, çalışma prensibi ve benzeri hasletlerle oraları gerçekten hak edenleri özellikle. Bir kere en büyük tehlike, aynı yerde gözü olan 2. sınıf koltuk kapkaççıları! Çünkü bizim elemanlar inatla insanlara güven duyarlar. Sonra o şan şeref faslı bittiğinde hayretlere garkolurlar. "Şimdi kapımda yatanlara ne oldu yahu?" diye. Bu arada yüksek yerlerin, insanı seçkin ve aranılan biri yaptığı doğrudur ama ya 'sevilen biri' yapar mı, orası meçhul. "Aşkım beni sadece mevkiim için sevmeni istemem!"
Onu bunu bırakın da, hatırların bile sorulmadığı bir dünyaya mahkum olmak ne kadar acı değil mi?


Biraz da 'gerçek iyilik' üzerine...

Aslında bilirsiniz, vicdan ve ahlak bunun tam tersini söylüyor. Geçim zorluğu mu desek, yaşam telaşı mı, ya da bir yürek işi mi bilinmez, sonuçta siz etrafınızı, 'sizin değişen durumunuzla' tanıyorsunuz artık. Demek istediğim, bir parça da, mevkii ve paranın insanı icabında 'çok iyi kalpli' gösterebildiği...
Oysa gerçek duyarlılık farklı şeydir, incelik ister. Komşunuz için gittiğiniz pazar alışverişi, evini temizlemek, insan yerine koyup derdini dinlemek gibi. Bu yüzden dedik ya zaten, 'gerçek iyilik meşakkatlidir, canından kanından fedakarlık gerektirir' diye.
Mevkii ve para sahibi iseniz de iyiliğiniz geçerli olabilir. Tabii, özel şoförünüz ve özel otonuzla özel kebapçınızdan 'şu komşu kadın' için ısmarlanan bir paketten ibaret değilse şayet. Burada, parasal gücünü, yüreğinin gücüyle birleştirmiş insanları cümlenin altını çizerek ayırıyorum. Onların iyilikleri zaten bilinmez, duyulmaz. Bazen de satırlar arasına gizlenir kalır. Demek ki, yardımseverlik konusunda en önemli ayrıntı, iyiliği 'yürekten istemekle', 'desinler diye yapmak' arasındaki o önemli noktadır. Biri insanı insan yapar, diğeri... bilmem artık siz bulun.
Ve ortaya şöyle bir tablo çıkar. İşini bilenler ve çaresizlikleriyle baş başa bırakılanlar! Hayatı yaşayanlar veya hayatta kalmaya çalışanlar gibi.
O halde arkadaşlar, varsa mevcut koltuklarınız özenle koruyunuz. Kitaplardan öğrenemeyeceğiniz, üçkağıt, dalavere gibi yetenekleri keşfediniz. Şayet hali hazırda 'açıktaysanız' ama ufukta bir sandalye filan göründüyse, kötü geçen günlerinizi hiç ama hiç unutmayınız.
Hadi bakalım uzun zamandır şarkı önermiyoruz; Micheal Polnareff'den, "Love me, gerçekten love me"olsun. Dans ederseniz de beni hatırlayın.