'Kekeme' İzzet Çapa ile 'akıcı üslup' Murat Bardakçı!

Eklenme Tarihi 2 Ocak 2012
Habertürk'te İzzet Çapa-Murat Bardakçı röportajı, "Kekemeliğe karşı, akıcı üslup" önsözü ile başlıyor.
Kendine bunu yakıştıran sevgili İzzet'le, çoğu görüşüne katılmadığım halde 'akıcı üslubunu' kutladığım yılların gazetecisi Bardakçı, son yılların en iyi söyleşilerinden birine imza atmışlar...
Bizde hinlik bu ya, dikkatimizi ilk şuna yoğunlaştırıyoruz hemen; "Kim kimi alt etmiş acaba?" Yani tuzak sorularla Murat Bardakçı terletilmiş mi?
Cevap hayır ama büyük bir ustalıkla damarına basıldığı gerçek.
Mesela şu 'Türk sanatıyla' ilgiliymiş gibi görünen ama cevaplarıyla popüler kültüre gelip dayanan o aklı başında sorular...
Usta gazetecinin, yok saydığı bütün Türk sanatı dallarımız...
Bardakçı'nın cevaplarını tek tek incelediğinizde 'olabilir' diyorsunuz; adam Murathan Mungan'ı, Orhan Pamuk'u, Zeki Müren'i, eser miktarda Müzeyyen Senar'ı, hepten Tarkan'ı, Fazıl Say'ın tarzını sevmeyebilir. Nazım Hikmet'i şairden de saymayabilir, hatta "Bu ülkede roman yok, resim sanatı yok, şair yok, sinema yok -İzzet sormamış ama- mutlaka tiyatrocu veya yontu sanatçısı da yoktur" diyebilir...
E peki o zaman bizler neyle meşgulüz? Röportajı okuyunca anlıyorsunuz ki, haybeye uğraşılar içindeyiz.
Üstelik Bardakçı ısrarlı. Onun yüksek zevkine hitap eden elle tutulur sadece birkaç kişi yaşıyor bu ülkede. Bir iki de kendi seçkin görüşünü paylaşan dostu... İnsanın ister istemez içini bir hüzün kaplıyor, "İyi hoş da bu görkemli asudelik, insanı kendi vatanında her bakımdan 'yalnız' bırakmaz mı?" diye.
Tabii bizi ilgilendirmez bir durum. Belki de 'güruha karışıp' her türlü işbirlikçi zevkleri tatmak istemeyebilir insan. Başı kaldırmayabilir bu kadar curcunayı...
Derkeeen... Bir bakıyoruz Bardakçı'dan bir itiraf, söyleşinin sonunda... Meğer 'o da bizden biriymiş!' Bunu yazının sonuna bırakıp, bir paragraf açmak istiyorum, usta gazetecinin 'lafı insanın ağzına tıkamada' ne kadar hüner sahibi olduğuna dair; Çapa sormuş, "Osmanlı'da botoks olmadığına göre kadınlar nasıl gençleşiyorlardı?" diye. İşte Bardakçı'nın 'muhabirimizi' haşladığı ilk an; "Refik Halit'in kitabını oku, sırlarını öğren. Bilgi okuyarak öğrenilir!" İşte bu da yazıyı kaleme almaya karar verdiğim an; Evet, elbette bilgi okuyarak öğrenilir de, İzzet bu soruyu kendisi için sormuyor ki, Habertürk okurları için yapılıyor.
Yani bu bir röportaj ve cevabın muhatapları da onlar. İzzet sadece aracı. 'Bana sormayın, öğrenin!' ne demek?
Böylece, söyleşinin başından itibaren kafanızda oluşmaya başlayan Bardakçı'nın 'ben farklıyım' ısrarı, ispatı ve inadı burada tavan yapıyor. Ve bir şeyi daha yakalıyorsunuz o cevaplar arasında; "Benimle önüne gelen söyleşi yapmayacak arkadaş.
Mümkünse gazetelerin yayın yönetmenleri gelsin. Seviyem budur. Sonra, bilip de gelecekler! Yoksa ben de adamı böyle bozarım!"
Eyvallah hocam! İnsan, kendine biçtiği mertebeye saygı duyulmasını istemekte elbette haklıdır. Ama bilgeliğin hemen ardından yaptığınız ve sizi çelişkiye sürükleyen o açıklamalara ne diyeceğiz?
Hani şu, TV programınızda partner olarak Hilal Cebeci'yi ciddi ciddi düşünmenize?
Veya Nuri Bilge Ceylan'ı gözünüz tutmazken, o değerli gözlerinizi CSI Miami izleyerek yormanıza? Çünkü en sevdiğiniz sinema eseri buymuş.
Ama yine de minnettarız size ki Osmanlı'ya ait pek çok bilgileri bize bahşetmişsiniz bir kez daha.
Bu yüzden müsaade ederseniz teşekkürümüzün yarısı da İzzet Çapa'nın olsun. Yarı lokantacıyarı gazeteci bir ölümlü olarak, bu söyleşinin altından hakkıyla kalktığı için...