Yalnız hatırlatayım kitabı okuyalı 25 yıl olmuş. Şimdi arşiv filan da karıştırtmayın bana, hatırladığım kadarına razı olun...
Efendim, hikayede bir fabrika var... Ve işçilerini sömüren bir de uyanık patron. Gün gelir fakirce biri olan Hasan, fabrikaya kalfa olarak girer. Adam biraz anarşist ruhlu olduğundan diğer işçileri 'haklarını aramaları' yönünde kışkırtarak işe başlar.
Yemekhanede isyan çıkartır, toplu sözleşme filan der. Tabii bu patronun gözünden kaçmaz.
Hasan'a diş biler ama sendikamendika ayağına kovamaz da adamı. Bir gün fabrika kazanı bozulur. Hasan kalfa tamir için kolları sıvar ama ne olursa olur(!) kazan patlar. Bizimki de ölür! Patron, belli etmese de sevinçten uçacak hallerde... Ortalığı karıştıran bu yezitten kurtulmuş ama diğer yandan 'acılı ve üzgün görünmesi' de gerekiyor. Üstelik ne kadar iyi bir patron olduğunu da işçilerine ispat etmesi lazım(!) Göz yaşları içinde; "Bulun rahmetlinin vücudunu, şöyle anlı şanlı bir cenaze töreni düzenleyeceğim, fabrikanın bahçesinde" der...
Gerisini orada çalışan saf bir işçinin ağzından dinleyelim: "...Şimdi bizim patron, rahmetlinin vücudunu bulun dedi ama nereye baksak yok! Zavallı kazanla birlikte berhava olup gitmiş. Tek parça bulamıyoruz...
Derken patron dedi ki, "Neresi olursa olsun bulun bir vücut bölgesini, tören yapacağım!"
Aradık taradık sonunda söylemesi ayıp rahmetlinin tenasül organını buldu bir arkadaş.
Kazanın bir yerine sıkışmış kalmış.
Ama aklı evvelin biri de buyurdu ki, "Peki onun mu, değil mi, nereden bileceğiz?" Tövbe tövbe, yahu bu mendil mi öyle önüne gelen düşürsün! Her neyse rahmetli Hasan kalfanın karısını çağırdı patron, yenge bakacak bakalım bulunan şey kocasına mı ait diye. Kadın ağlaya ağlaya baktı ve "Evet onunkidir" deyince ne yalan söyleyeyim hepimiz rahat bir nefes aldık. Nihayet, rahmetliden kalan şey yıkanıp yuğulacak ve tabutuna yerleştirilecek! Dediğim gibi de oldu. Naaş fabrikanın ortasına getirildi, toplandık biz de ama o ne? Bizim patron bir ağlıyor, bir feryat ediyor ki sormayın!
Kapaklandı üstüne, alamıyoruz, "Ben Hasan'ımı çok severdim, açın tabutu bir öpeceğim!" diyor, başka şey demiyor. Yahu patron delirdin mi, bilmiyon mu sandukada ne duruyor..."
Hikaye aklımızda kaldığı kadarıyla böyle... Tabii devamını daha doğrusu gerçeğini okumak isterseniz, ustanın 'İhtilali nasıl yaptık' isimli kitabından hemen bir tane edineceksiniz.
SİYAH ÇORAP KABUS YARATIR MI?
Sizi bilmem ama bizim evde yaratır. Şöyle ki: Bu sabah TV8'de Seda Akgül'ün programına davetliyim. Canlı yayın olduğundan alelacele giyindim.
Tam çıkacağım, benim 'Rana' koşup paçalarımı kaldırdı ve çığlığı bastı; Meğer mavi renk yerine siyah renkli çorap giymişim!
Olur muymuş hiç? Çünkü kot ve mavi gömleğin altına bu renk giyilmezmiş! Uzun uzun bakacağım suratına ama vakit yok!
Yürüdüm gittim.
Sıram gelince de çıktım programa. Seda Hanım ilk iş olarak bir mail okudu. Benim arkamdan eşim yazmış; "Kameramana lütfen söyleyin şunun ayak nahiyesini çekmesin, rezil etmesin beni o kara çoraplarla" diye uyarıyor insanları. Evde yetmedi, programları da yönetiyor. Seda da bu arada konuyu kadınlara gösterilen şiddete getirdi ama sustum tabii... İçimden geçenleri söylesem ayıp olacak...
Bu arada köşe yazılarını evde, hangi şartlarda yazdığımı yazı işlerim bilmem anlayabildi mi?