AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'nda görev değişimi! İlk kare geldi | Osman Nuri Kabaktepe kimdir?

Çarşamba günü yapılacak olan AK Parti İstanbul 7. Olağan Kongresi'nde aday olmayacağını açıklayan Bayram Şenocak yerine Osman Nuri Kabaktepe'nin aday olacağı açıklandı.

Giriş Tarihi 22 Şubat 2021, 12:24 Güncelleme 22 Şubat 2021, 14:25
AK Parti İstanbul İl Başkanlığı’nda görev değişimi! İlk kare geldi | Osman Nuri Kabaktepe kimdir?

İÇİNDEKİLER

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Erkan Kandemir, AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'na Osman Nuri Kabaktepe'nin aday olarak belirlendiğini açıkladı.

Kandemir, sosyal paylaşım sitesi Twitter'daki şahsi hesabından açıklamada bulundu ve "24 Şubat Çarşamba günü gerçekleştireceğimiz 7.Olağan İstanbul İl Başkanlığı Kongremizde, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın tensipleriyle Osman Nuri Kabaktepe bey adayımız olarak belirlenmiştir. Görevi devredecek olan İl Başkanımız Bayram Şenocak'a bugüne kadar göstermiş olduğu emek ve gayretleri için teşekkür ediyorum. Partimize ve İstanbul'umuza hayırlı olsun" ifadelerini kullandı.

ŞENOCAK: "GÖREVİMİ DAVA ARKADAŞIMA DEVREDECEĞİM"
2018 yılında AK Parti İstanbul İl başkanlığı görevine seçilen Bayram Şenocak, 24 Şubat tarihinde yapılacak yeni kongrede görevi başka bir isme devredeceğini açıklamıştı.

Şenocak, "24 Şubat Çarşamba gerçekleştireceğimiz AK Parti İstanbul 7. Olağan İl Kongremizde aday olmayacağımı, görevimi başka bir dava arkadaşıma devredeceğimi tüm kamuoyuna duyururum. Liderimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın öncülüğünde 2023, 2053 ve 2071 hedeflerimiz için Durmak Yok Yola Devam!" ifadelerini kullanmıştı.

Bayram Şenocak'ın açıklamasında şu ifadelere yer verildi;
"Bizim kongrelerimiz her zaman bir bayram havası, bir bayrak yarışıdır. 9 Şubat 2018 tarihinde Liderimiz, Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın tensipleriyle atandığım, 6 Mayıs 2018 tarihinde yapılan 6. Olağan İl Kongresi'nde delegelerimizin teveccühü ile seçildiğim AK Parti İstanbul İl Başkanlığı görevimi 7. Olağan Kongremizde başka bir dava arkadaşıma devredeceğimi tüm kamuoyuna saygıyla duyururum.

Genel Başkanımız, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğinde, Büyük ve Güçlü Türkiye hedeflerimiz; 2023, 2053 ve 2071 ideallerimiz doğrultusunda her zaman olduğu gibi bundan sonra da çalışmaya devam edeceğiz. Biz pazara kadar değil, mezara kadar Liderimizin ve davamızın yanındayız.

İl Başkanlığı görevim boyunca, bizimle birlikte ter döken, emek veren, gecesini gündüzüne katan tüm kademelerimizdeki Teşkilat mensuplarımıza gayretlerinden ötürü yürekten teşekkür ediyorum.

Kutlu davaya hizmet yolunda Genel Başkanımız, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'la yol yürümeyi nasip eden Rabbime hamd-ü senalar olsun. İlk günkü aşk, inanç ve heyecanla inandığımız yolda yürümeye devam edeceğiz. Durmak yok, yola devam!"

MİLLİ GÖRÜŞ KÖKENLİ BAŞKAN
Osman Nuri Kabaktepe, Milli Görüş kökenli bir isim.

Kabaktepe'nin isminin AK Part İstanbul İl Başkanı adayı olarak geçmesinin ardından geçmiş yıllarda İstanbul'da Milli Gençlik Vakfı'nın düzenlediği İstanbul'un Fethi programlarında çekilen fotoğrafları da paylaşıldı.

Kabaktepe de 28 Mayıs 2020'de attığı tweete 1989 yılındaki İstanbul'un Fethi programında görevli olduğu anlardan fotoğrafları

"89'da tribünde, akabinde sahada, kalenin burcunda Fetih her zaman ve her yerde, her coğrafyada, kendi ruhunda #Ayasofya da Kelamullahla kıyamda..." ifaderiyle paylaştı.

OSMAN NURİ KABAKTEPE'NİN ÖZGEÇMİŞİ
AK Parti İstanbul İl Başkanlığı'na aday gösterilen Osman Nuri Kabaktepe; Milli Gençlik Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti, İHH, Uluslararası Gençlik Formu, Sosyal Doku, Cansuyu, Cihannüma, UMAD, Yedi Hilal, TUGVA, Türkiye Maarif Vakfı başta olmak üzere birçok dernek ve vakıflarda görevde bulundu. Kabaktepe'nin bazı dernek ve vakıflarda görevlerine devam ettiği öğrenildi.

Osman Nuri Kabaktepe, şahsına ait internet sitesinde özgeçmişini şöyle anlatıyor:

"HAYAT; BİR VARSIN BİRDE YOKSUN. VARKEN YAPTIKLARIN YOKKEN VAR OLDUĞUNDA HALİNİ BELİRLER"
"Kendimi fehmettiğim (var oluş deviniminin kaçıncı safhası olduğunu bilmediğim ama ikinci veya üçüncü olarak tahmin ettiğim) dünyaya gönderilişim arz mekanının hareketini sayan zamanın, insan adlandırmasıyla hicri 1390/miladi 1970 yılında, Fatsa'da Osman Nuri ve Huriye Kabaktepe'nin son mahdumu olarak takdir edildi.

Binlerce yıllık bilinen geleneği bozmayarak bende dünyadaki hayatıma her insan gibi ağlayarak başlamışım. Babamı doğumumdan on beş gün önce kaybedip yetim olarak doğmak ağlamamı etkilemedi, her doğanın fıtrat üzere doğması varoluş nedenine göre yaşama kapasitesini barındırdığım gibi ağlıyordum da. Ama ne zamanki doğuşta bende mündemiç olan aklım yetimliği idrake başladı, babasız olmanın hakki hüznü kalbimi, yaşları gözümü kapladı. Bu, ömrü hayatımda atamadığım belki de kurtulmam gerekmeyen bir hal olarak bende devam etmekte. Geldiğim dünya yaşında yetimliğim yaşı olmadığını anladım. Babasızlık duygusunun oluşturduğu hali taşıdığım gibi, hiç "baba" dememiş olmanın, hiç "babalık" görmemiş olmanın kendi "baba" rolüme tesirinin de farkında olarak devam eden yaşamdayım. Ve Annem dar-ı bekaya yolculadığı sevgili eşinin ismini yaşatmak istemiş beni Osman Nuri ismiyle çağırmış.

Sonrasında her çocuk gibi köyde/kentte devam eden hayatımın altıncı yılında ilk okullu devresine başladım. Kendimce başarılı sayılabilecek bir talebeliğin sonunda ilkokuldan mezun olurken yetimlerin imtihanla girebildiği Darüşşafaka Lisesi giriş sınavına girdim ancak kazanamadım. İmtihana girenler arasında o yıl alınan öğrenciler içine girecek puanı alamadığım kesin. (Gelir sıkıntısının olduğu zamanlarımda burslu olarak iyi bir okulda okuma fırsatını kaybetmiş olmanın hüznü sonraları bende hep huzur ve mutluluk olarak yer etti.) Ama bu kesin hale sorulanları bilmediğim için mi düştüm, yoksa bildiklerimi o an bilmez olarak mı düşürüldüm bende hala cevabını kısmen bulan, aynı zamanda arayan şikayetçi olmadığım sorudur.

"BİLDİKLERİMDEN HAREKETLE- EN ÖNEMLİ KARARI UYGULAMAMDA BANA YARDIMCI OLAN KALEM VE SİLGİYİ ŞÜKRANLA HATIRLARIM"
Elhamdülillah diyerek kıymetli Annemin (Validesinin hakkını ödemek evladın yapabileceği bir şey değil. Kendisine "öf" demenin Yaratıcımıza isyan etmek olarak zikredildiği varlıktan bahis açmak kolay değil. Evlat açısından Anne çok şeydir. Validem mahallemizde/köyümüzde bazı kişilerin ablamı Kuran Kursuna yazdırırken, kendisine söylenen aksi, karşıt, kötüleyici cümlelere/telkinlere aldırış etmeden Allah'ın kitabını evladına öğretme fikrinden vazgeçmez ve devamında tüm çocuklarını İHL'ne gönderme iradesini 1970'lerin ortamında gösterir. Allah razı olsun validem.) Beni yazdırdığı Fatsa İHL'de eğitime başladım.

Her oluşun bozuluşa gittiği arzda orta öğrenimli oluşum mekan hareketinin sayım yılı 1988'e geldiğinde sona ermiş oldu. Üniversiteli olmak için liseliliğin bitmesi/bozulması gerekti. İnsan tekinin kimlik ve kişiliğinin temellendiği en önemli dönemlerden birisi olan orta okul ve lise döneminde, okul derslerin yanında, çevremizin, yakınlarımızın, büyüklerin katkıları (Bir cümle ile ne olur dememek, hayır murat edilen kelamı kullanmak lazım. İnsan enteresan özelliklere sahip hem kendini beğenir, aynı zamanda kendinde bulunan bazı maddi/manevi özelliklerden daha çokta maddi olanlarından utanır. Bugün 45/46 numaraya ulaşan ayakkabı numaram orta okul yıllarımda 43/44 olmuştu. Bu numara büyüklüğü bazen arkadaşlarımın da şakalarıyla çekilmez hale gelir ve utandığım bir ayağım olurdu. Bundan dolayı üzüntülü olduğumu fark eden bir büyük yakınımızın meseleyi dinledikten sonra "üzülme büyük ağacın büyük kökü olur, sende bu konuyu alay konusu edenlere bu cümle ile cevap ver çünkü sen büyüksün" -tabii fiziki cüsseme atıfla- demesinin gönlümde açtığı ferahlığı hala hatırlarım. Mezuniyette lise yıllığıma arkadaşlarımın boş kaldığında ayakkabısını ödünç alıp balığa çıkarız demeleri artık beni de gülümseten bir şakaydı sadece.) Yavuz Selim Vakfında katıldığım/ yaptığım çalışmalar, Refah Partisine aktif olarak katıldığım süreçler ve tabi ki okulda Abbas Kaya (Rabbim kabrini cennet bahçesi eylesin) ve Necip Aydın başta olmak üzere hocalarımın bize tesirleri şekillenmemde ciddi dayanaklar, kalıcı zeminler oluşturdu.

O silginin –silip kendisini de tüketmiş oldu- hayatımın sonraki sürecine vesile olan kalemle hep yanımda olmasını isterdim. Liseden mezun olunca imamlık imtihanlarına girip Samsunda görev almaya hak kazandım. Bu benim için çok önemli aşamaydı çünkü üniversitede okuyabilmek için gerekli ekonomiyi sağlayacağı gibi on sekiz yaşında memuriyete başlamış olacaktım. Üniversite tercihlerimi de buna göre doldurmam gerekiyordu öylede yaptım. Samsunu kazanacak!? lojmanlı camide göreve başlayacaktım. Ancak evrakları teslim etmeden önce Samsunu silip yerine Bursa'yı bana yazdıran cemadatı (düşünceyi tercümeihalde yazmayayım), hayatımın ellinci yaşından geriye baktığımda, yaşam serüvenimin seyrinde -bildiklerimden hareketle- en önemli kararı uygulamamda bana yardımcı olan kalem ve silgiyi şükranla hatırlarım. "Cemadatında nefsi var derler"...

Silen silgi ve yazan kalem Bursa'da İlahiyat Fakültesini kazandın demişlerdi bana. (Böyle devam edersem uzun süren sayfalar devam edecek gibi en iyisi daha kısa cümlelerle 2020 nisan ayına gelmek.) Beş yıl her "zaman" gibi içinde beklerken, yaşarken, geleceği umarken ne kadar uzun bitince de ne kadar çabuk beş saniye denecek vakitte tamamlandı ve ilahiyat fakültesinden mezun oldum. Hayat insanın kendinde olan sanatsal gücüne göre kendi filminin senaryosunu yazmasıdır/oynamasıdır. İnsan kendi filminin hem senaristi hem oyuncusudur. Mevcudun kendini inşa etme süreci olan ömrü tamamlanırken, insan tasarladığı haliyle, kendisini inşa ederek/gerçekleştirerek "ömür" denen vaktin, filmin/inşanın biteceği son ana gelmiş olur. İşte bu süreçlerde lazım olan bilgileri, becerileri, ameli geliştirmemde/kazanmamda, var olan (varsa bir şey, benim olumlu, iyi var zannettiklerim belki de bence öyle, aslında başka şeyler…) kabiliyetlerimin ortaya çıkmasında, yeteneklerimin geliştirilmesinde üniversite hayatımın, Bursa'nın ciddi katkısı oldu. Eğitim sürecinde fakültede edindiklerim, bir gençlik hareketi olarak MGV'de yaptığımız çalışmalar rahmetli Erbakan hocamızın deyimiyle okuduğumuz okulun yanında bizim "dört fakülte daha bitirmemize" vesile oldu. Diplomam görünürde bir taneydi hakikatte beş diplomayla mezun olmuştum. İYC'de edindiğim tecrübeler, RP'nin bana kattıkları her zaman hayırla yad edeceğim konular (Öğrenci olduk, boyacı olduk, ev ardık evin eşyasını topladık ev döşedik, gelen öğrenciye kucak açıp aş, iaşe aradık. Sohbetçi olup kelam etmeyi, kalabalıklara derdimizi anlatmayı öğrendik. Okumayı, yazmayı, ilmi öğrendik. Tefekkürü, tezekkürü teakulu, tedebbürü fehmeyledik. Arkadaşlar kazanıp ömre amade dostlar devşirdik. Liderlik etmeyi yönetmeyi, yönetilmeyi yaşadık. Yönetimin kademelerin her aşamasında bulunmanın ne demek olduğunu idrak ettik. Alırken gösterdiğimiz tavrın satarken de olursa kıymetli oluğunu fark ettik. Bizim için olması gerekenin her zamanda ve her mekanda inandığımız gibi kalmak, kendimiz olmak olduğunu, batılın ürettiği bizi kendimize yabancı batıya yakın kılan her türlü kalıba/sözlüğe "hadi oradan, hadi oradan, hadi oradan" demeyi öğrendik, evrensel diye iman ettiğimiz değerlerimizi geçmiş mekana/zamana hapsedişimizi, yeniden gün yüzüne çıkmasına olan tereddütlü halimizi atıp gür seda ile biz de varız demeyi öğrendik. Doldurmamız gereken şeyin sadece/aslında cebimiz olmadığını, kalbimizi, aklımızı, gönlümüzü şerle değil hayırla doldurma yöntemini ve zorunluluğunu öğrendik. Elbisemize kirletmemek için gösterdiğimiz özenin kat ve katını kalbimizi ruhumuzu çöplüğe çevirmemek için göstermeyi öğrendik…. Peki öğrendiklerimiz hali hazırda/hayatında ne kadar yaptık. Münker Nekir soracak dünyada bekirlik yapma diyerek bu soruyu sormaktan vazgeçmeyi öğrendik…) oldular.

Fakülteyi 1993 yılında bitirince eğitime ara vermeden İslam Felsefesinde yüksek lisans yapma niyetiyle başladığım süreci 1997 yılında tezimi yazarak tamamlamış oldum. Hemen doktoraya başlayıp bitirme planım her hesabın üstünde akdedilemeyen, fark edilemeyen hal olduğu gibi oldu. Doktoraya Mimarlık Şehircilikte 2010 yıllarının başlarında -halen bitiremediğim- başlayabildim. Doktoraya halen devam bakışı/hissi, kısmen de olsa öğrenci psikolojisi hoşa gidiyor, yada yapmadığım/yapamadığım bazı şeyler geçiştiriyorum sanırım. Halen doktora öğrencisiyim.

Bu arada Bursa'da kalma hayalimi gerçekleştiremedim. Öğretmen olarak 1995 yılında Balıkesir Bigadiç'e atandım. Başladığım öğretmenlik görevimden aynı yıl içerisinde MGV'de vazife almak maksadıyla istifa ederek İstanbul'a geldim.

AİLE KURMA SAADETİ
1995 yılında sevgili eşimle düğünümüzü gerçekleştirip arzda dünya evine adım attık. Rabbim bize 1996 ve 2000 ( bu arada kısa dönem askerliğimi yapıyordum) yıllarında bir kız bir erkek evladı nasip etti.

Mevlana'nın pergel metaforundaki sabit (mekansak olarak) nokta halen İstanbul'dur. Devam eden 25 yılımda bir ayağım sabit noktamdayken, diğer ayağımla dört yıl Ankara'da Rahmetli Erbakan hocamızın emri üzere SP kurucu gençlik kolları başkanlığı (insan iddiasıyla imtihan olurmuş hakikatini bir kez daha yaşadım. 1994 yılında rahmetli Şevket Kazan beyin başkanlığında Ankara'da bir toplantıya davet edildim -o sırada Bursa MGV il başkan yardımcısıydım- Ankara, İstanbul MGV'den de katılan arkadaşlarımız vardı. Toplantının konusu Refah Partisinin gençlik kolları kurup kurmaması konusuydu. Malumunuz 12 Eylül'ün getirildiği yasaklardan birisi de partilerin gençlik kolları kurma yasağıydı. Toplantıya katılanların benimde dahil olduğum kahir ekseriyeti RP'nin bu çalışmayı yapmasına gerek olmadığını savundu. Ne gariptir ki bu özleri sarf eden olarak çok geçmeden iki yıl sonra RP İstanbul yönetiminde görev alıp gençlik komisyonu başkanı olarak görevlendirildim. İddiamdan düşüncemden 15 yıl sonrada SP genel merkez gençlik kolları başkanı olarak vazifelendirildim. Ankara dönüşü 1996 yılında şehir esnafı olarak başladığım iş hayatımı tekrar düzene sokmak için İstanbul'da çalışmaya başladım, maişet gailesiyle yaklaşık iki yıl Suudi Arabistan'da dolaşıp pergelimin açık olanını kapattım.

Sosyal sorumluluk değil sosyal zorunluluk olarak kabullendiğim STK çalışmalarında insan daha çok başkası için bir şeyler yaptığı zannı galibiyle hareket eder. Bence en az – belki daha da fazlası- başkası kadar kendisinin inşası, hayatını anlamı içinde çalışır.

Sosyal sorumluluk değil sosyal zorunluluk olarak kabullendiğim STK çalışmalarından kopmamaya gayret ettim. (İnsan çoğu zaman STK çalışmalarında daha çok başkası için bir şeyler yaptığı zannı galibiyle hareket eder. Bence en az – belki daha da fazlası- başkası kadar kendisinin inşası, hayatını anlamı içinde çalışır. Onun için istenirse yapılabilir veya bazılarımız yaparsa üzerimizden sakıt oluru anımsatan "sosyal sorumluk" yerine yapmazsak olmaz, bulunmazsak eksik kalır, katılmazsak yanlış olur, olmazsak yok olur vurgusunu yapan "sosyal zorunluluk" olarak görüyorum. Zorunluluğu yerine getirmek için var olan bir kurumsal yapıya katılma şartlılığını değil, mahiyet olarak yapılması gereken ne ise onu yapacak vesileleri oluşturarak yerine getirmeyi kastediyorum. Yoksa bugün adı geçen kurumlar dün yoktu, yarında yenileri olacak bazıları olmayacak. Mesele rahmetli Erbakan hocamızın tabiriyle adaleti arayacak, tesis edecek, zulme karşı çıkacak, faydalıyı yapıp zararlı olandan kaçınacak/kaçındıracak, iyi olanı seçip yeşermesini sağlarken kötü olana dur deyip kurumasını için çalışacak, güzeli fark edip güzelliğin devamına ve hakimiyetine gayret edecek, çirkini çirkin olarak fehmedip onun varlığının kuvvede kalmasını, fiile çıkmamasını gerçekleştirecek işi yapmaktır. Ne ile ise onun ile.) MGV, İYC, İHH, IYFO, Sosyal Doku, Cansuyu, Cihannüma, UMAD, Yedi Hilal, TUGVA, TMV başta olmak üzere dernek ve vakıflarda (bazıları halen devam eden) farklı kademlerde görevler yapma imkanına/nimetine sahip oldum.

İleri tuşuna basılan film makarası gibi birden 2020 yılına geldim. Bana verilen ömür sermayesinin hayırda tüketme gayretini gerçekleştirme niyazı ve ümidiyle ve O'nun izniyle ecele kadar durmak yok yola devam."