O zaman için Avrupa Birliği üyesi olmak uygun bir stratejiydi. Ancak İngiltere şimdi dünyadaki değişmelere ayak uydurmakta zorlandığını hissetti. Çünkü dünyada güç kayması yaşanıyor. Çin'in ön plana çıkması, Hindistan'ın önemli aktörler olması... Böyle bir dünyada İngiltere, AB içinde değil de dışında daha bağımsız bir şekilde hareket etmeyi tercih etti.
İngiltere AT'ye karşı Avrupa Serbest Ticaret Birliği'ni (EFTA) kurdu. Ama AT'nin başarılı olacağını görünce bu oluşumun içinde olmaya karar verdi. O sırada ABD Başkanı Kennedy de İngiltere'ye telkinde bulunarak, "Biz sizi AT içinde görmek istiyoruz" demişti. İngiltere AT'nin içinde olup daha yönlendirici olmayı tercih etmişti.
Küresel krizden sonra gelen Avro krizi çok etkili oldu. Yunanistan gibi ülkelerin ekonomik kriz ile sistemde kalmalarının zorlaşmaya başlaması, Almanya'nın birlik içinde giderek hakim bir konuma gelmesi İngiltere'yi rahatsız etmiştir.
Doğu Avrupa'dan İngiltere'ye önemli miktarda göç oldu. Özellikle Polonya ve Romanyalılar İngiltere'ye göç edince huzursuzluk daha da arttı. İngiltere sağı bunu hep gündeme getirdi.
Avro Para birimi gündeme geldiğinde İngiltere "Değerlendireceğiz, sonra karar vereceğiz" demişti. Bu durumda ya devam edip AB'nin tüm kurallarına uyacaktı, ya da dışarı çıkması gerekecekti. Ve çıktı.
Almanya'nın müdahalesi ile şekillenen bir Avrupa, İngiltere'nin hoşuna gitmedi ve birlik içinde kalması zorlaştı. İngiltere çok büyük bir ülke, dış politika birikimi ve uzmanlığı olan bir devlet. İmparatorluk birikimi var. İngiltere yeni dünyaya adapte olma düşüncesinde. Küreselleşmenin yaşandığı bir dönemde, yeni sistemde yer almak istiyor.
Avrupa Birliği küresel dünyaya uyum sağlamakta zorlanıyor. İngiltere de bunu gördü. AB'deki zorlukların farkına vararak bunun dışına çıkmaya çalıştı.
Bir Portekiz veya Danimarka'nın üyelikten çıkması çok zor. Ancak İngiltere'nin güçlü bir ekonomisinin olması, bu güçlü ekonomiyi de Avro alanı dışında kalarak sağlamış olması çıkış kararına yol açtı. İngiltere tek başına veya ABD ile birlikte daha bağımsız bir aktör olmaya çalışıyor.
İngiltere, Avrupa Birliği'ni giydirilmiş sıkı bir ceket olarak görüyor ve onu çıkarmak istiyor. Artık daha özgür bir şekilde hareket etmek istiyorlar. Tabi ki bir de uzun zamandır İngiltere'de egemenlik tartışmaları vardı zaten.
Biraz öyle görülüyor. Avrupa'nın yapmaya çalıştığı kurucu merkez bir grup oluşturmak. Sadece Almanya değil Fransa ve İtalya'nın da bu kadro içinde olması isteniyor.
Avrupa Birliği çekim gücünü ileriye doğru takip ettiremezse İngiltere'yi takip etmek isteyecek ülkeler de olabilir. Şu an için AB içinde bu vizyon yok. Bugün AB'nin en vizyoner lideri Merkel hala. İngiltere'nin birlikten ayrılması ile daha da zayıflayacaktır. İngiltere hem askeri hem de siyasi gücü açısından önemli bir aktör. İngiltere'nin dışarıda kaldığı, Türkiye'nin entegre edilemediği, Rusya ile sorunların yaşadığı bir Avrupa için gelecek daha zorlu olacak.
Bu olay İngiltere'nin bağımsızlık stratejisi ile ilgili bir durum. Almanya'nın son dönemde Türkiye'ye karşı son derce sert tavır alması söz konusu. İngiltere bu noktada alternatif bir politika izleyerek Türkiye'ye yakınlaşmaya çalışıyor. Avrupa Türkiye'yi dışlarken Türkiye de tepki gösteriyor. Tam da bu noktada İngiltere bunu bir fırsat olarak görüp Türkiye'ye yaklaşmaya çalışıyor.
Türkiye İngiltere ilişkilerinde ekonomik çıkarların olduğu gibi Orta Doğu boyutu da var. Suriye konusunda Almanya ile Türkiye çok ciddi sürtüşme içine girince İngiltere daha uyumlu ilişkiler kurmak istiyor. Aslında İngiltere'nin her zaman yaptığı bir şey bu. İngiltere her zaman Avrupa'dan daha esnek bir politika izlemiştir.
Bu olayda İngiltere'nin stratejik aklı devreye giriyor. İngiltere AB'nin kurumsal yapısından kendisini kurtarıp nasıl "Çin ile yapıyorsam Türkiye ile de birlikte çalışabilirim" düşüncesinde. "Daha küresel bir aktör olmayı planlıyorsam mutlaka bu ülkeler ile işbirliği yapmam gerekiyor" diye düşünüyor. Bu açılımları Avrupa Birliği içerisinde yapması imkansız, oranın ciddi bürokrasisi var.
2000'lerin başında Avrupa Birliği çok önemli bir fırsatı kaçırdı. Türkiye'nin AB'ye üye yapılması ile çok önemli bir strateji belirlemiş olacaklardı. Bu gerçekleştirilebilmiş olsaydı hem Türkiye hem de AB için çok önemli kazanım olacaktı. AB sadece bir ekonomik birlikten ziyade stratejik bir birlik olacaktı. Fakat Avrupa Birliği bunu pek fazla kullanamadı. Sonrasında krizlerden başını kaldıracak hali kalmadı.
Bir kere Avrupa içinde çok dengeli liderlik olacaktı. Şu an Almanya'nın hakimiyetinde bir Avrupa var. Eğer Almanya ve Türkiye bir şemsiyenin altına gelebilmiş olsalardı bugün uyumlu birlik Avrasya'ya doğru genişlerdi. Almanya'nın gücünün dengelenmesi durumu söz konusu idi, bunu istemedi. Dolayısı ile Türkiye'nin üye olmasını Almanya istemiyor. Avrupa Türkiye'ye hep ikircikli bir tutum izledi. Belki de olması çok zor olan bir durumdu.
İkisi de imparatorluk ülkesi. İkisinin de geçmişte büyük devletleri var. Bu birliktelik Avrupa açısından pek iyi olmaz. Böyle bir olay şu an sıkıştırılmış Türkiye yeni bir alan, İngiltere'nin Orta Doğu'ya yeniden girmesine neden olabilir. İngiltere Türkiye'ye yaklaşarak kendi çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışıyor. Daha aktif global bir aktör haline gelebileceğini düşünüyor.
İngiltere, ABD ve Rusya ile ilk aşamada ters düşmek istemez ama sonunda İngiltere tarihi bir aktör. Birbiri ile çelişen politikaları uygulamakta sorun yaşamaz.
İngiltere'de bürokrat ve diplomatlar çok iyi eğitim alırlar. Önce Yunanca, eski Grek, eski Latin, tarih ve coğrafya okutulur. Entelektüel birikim onlar için hala devam ediyor. İngiltere derinlikli ve tarihi bilgi birikimini bugün hala kullanabiliyor. Bir de boyutlarından daha geniş etkiye sahip bir aktör. Avrupa ekonomik gücü olan fakat dış politikada çok yetkin değil. Fakat İngiltere ekonomisine rağmen dış politikada çok başarılı. Bu da tarihi bilgi birikimi ve entelektüel siyasi aklından ileri geliyor.
GÖÇMENLERDEN KORKUYORLAR
Hem AB ile ilgili hem de küreselleşme ile ilgili sebepler var. Avrupa Birliği projesi biraz sokaktaki vatandaştan uzaklaştı. Sokaktaki vatandaşın sorunlarına çözüm getirememeye başladı. Bu aşırı akımları güçlendirdi. Yunanistan'da Cipras geldi daha sola meyleden bir akım oldu.
11 Eylül sonrasında böyle bir şey ortaya çıktı. Din daha görünür hale geldi. Aynı zamanda dinin siyasallaşması sürecini de yaşadık. Trump'un Müslüman ülkelerden gelen göçmenlerin ülkeye sokulmaması gibi aşırı uygulamalara da gidiliyor.
Daha az görünür bir din isteniyor. Kendileri gibi yaşayanları tehdit olarak görmüyorlar. Ne zamanki bir görünür olarak farklılık arzediyorlarsa o toplumun değerlerine, hayat tarzına karşı bir durum oluşturduğunu algılıyorlar bunu. İslam biraz Osmanlı'yı hatırlatıyor. Viyana kuşatması, Haçlı Seferleri anılarında hala canlı.
Doç. Dr. Çiğdem Nas, İngiltere'nin yeni dünyadaki yerini TAKVİM'e anlattı.
KATOLİK VE PROTESTAN ÇATIŞMASI
İngiltere AB içinde iken bu sorunları hep modere edebiliyordu. Birlik içinde sorunların çok yüzeye çıkmasını engelliyordu. İngiltere Avrupa Birliği'nden çıkınca daha ciddi bir sorun olacak. İskoçlar "Biz bağımsızlığı düşünüyoruz" diye açıklama yaptılar zaten. Tekrar Avrupa Birliği'ne üye olmak istiyorlar. Kuzey İrlanda'da ciddi sorunlar olacak. İrlanda ile birleşme süreçleri başlayabilir. Katoliklerle Protestonlar arasındaki sürtüşmeler ve ayrılıklar tekrar alevlenebilir. Sonuçta bu süreçte İskoçya ve Kuzey İrlanda ayrışmaya, bağımsızlığa daha hızlı gidecektir.
Mali gücü var. Londra'nın finans merkezi olması çok önemli bir durumdur. İslami Finans'ın bile merkezi Londra. Çok esnek, pragmatik bir aktördür İngiltere. Dış Politikası çok önemli. İngiltere'nin Irak'ın işgalinde ABD ile görev alması AB açısından ayıplandı ama İngiltere'nin devlet aklı açısından önemli bir karardı. Ticari bir aktör olarak gücünü hala devam ettiriyor.
İngiltere imparatorluk mirası ile bugün hareket ediyor. İngiltere bir ülkeye bir büyükelçi atadığında o kişi o ülkenin tarihini, kültürünü ve dilini bilir. Dünya siyasetinde önemli bir konumu vardır. Bu geleneği bugün de devam ettiriyor.
RÖPORTAJ: ALİ DEĞERMENCİ