Doktoru kim vurdu!

Ankara eski valisi Nevzad Tandoğan hayata sırlarla dolu bir veda etmişti. Odasında ölü bulunduğu gün evde olanlardan birisi ise başka bir esrarengiz cinayette de ortaya çıkıyordu

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 27 Mayıs 2013 Güncelleme 27 Mayıs 2013, 04:06
Doktoru kim vurdu!

İÇİNDEKİLER

Dr. Neşet Naci Arzan, acil muayene olmak isteyen genç hastayı içeriye alırken odasında sohbet ettiği arkadaşı Yargıtay Üyesi Faiz Yörük de bekleme salonuna geçti. Salonda sıra bekleyen Maliye Memuru Celadet Conk ve muayenehanede çalışan Sultan Hanım'la birlikte otururlerken birden içeriden bağırma sesleri geldi. "Ne oluyor" diye ayağa kalktıklarında Neşet Naci muayene kapısını açtı ve "Yetişin adam öldürüyorlar" diye bağırıp kendisini dışarı attı. Az önce muayene olacağım diye içeri giren genç ise arkasından fırlamış, bir yandan da tutukluk yapan elindeki silahın şarjörünü değiştiriyordu. Faiz Yörük ve Celadet Conk, banyoya kaçıp kapıyı kilitledi. Doktor ise dışarıda Sultan Hanım'la kalmıştı. Sultan Hanım, "Yapmayın, yazıktır, günahtır" diye bağırıyordu ama genç adam dinlemedi. Yeni şarjörüyle, kilitli olan banyo kapısını açmaya çalışan Arzan'a 7 el ateş etti. Doktor kanlar içinde cansız olarak yere yığılırken, katil de muayenehanenin olduğu Hilal-i Ahmer Apartmanı'nın merdivenlerinden hızla aşağı iniyordu ki, sesleri duyup dışarı çıkan Apartman Görevlisi İzzet Bey'le karşılaşınca bu kez silahını ona doğrulttu. İzzet Bey'in eşi "Yalvarırım ateş etme" deyince, silahını pardösüsünün cebine koyup caddenin karanlığına karıştığında saatler 19:30'u, takvimler de 16 Ekim 1945'i gösteriyordu.

AKILALMAZ BİR CİNAYET
Neşet Naci Bey, o dönemin Ankara'sında çok ünlü, çok para kazanan, Paris'te efsane Profesör Gougerot tarafından tarafından yetiştirilmiş bir hekimdir. Leskovik'li bir Arnavut'tur ve Arnavutluk Kralı Zago'nun da yakın akrabasıdır. Özel muayenehanesinin dışında Verem Savaş Dispanseri'nde çalışmakta ve Sovyet Elçiliği'nin de doktorluğunu yapmaktadır. Kardeşi Zeki Arzan da, Neşet Bey gibi tanınmış, başarılı bir hekimdir. Neşet Bey'in geç sayılabilecek bir yaşta evlendiği Nilüfer Hanım da o günlerin küçücük başkentinde güzelliğinden söz ettiren bir hanımefendidir. Ancak çiftin mutlu hayatları tek çocukları olan Ahmet Ali'nin çocuk felci olmasıyla gölgelenir. O günlerde 5 yaşında olan oğullarını ABD'ye tedavi için götüremeye karar verince, bütün mallarını mülklerini satmışlar ve artık Ankara'daki son günlerini geçiriyorlardı. Olay yerine ilk koşan, aynı apartmanda muayenehanesi olan Dr. Fahri Ecevit olur. Merhum Başbakan Bülent Ecevit'in babası Fahri Bey, yerde yatan meslektaşını muayene edince artık yabileceği bir şey olmadığını görür. On dakika sonra polis olay yerine gelir ve delilleri incelemeye başlar. En önemli delil, katilin muayene odasına geçmeden önce astığı şapkasıdır. Bir de doktorun masasında bulunan, en üstteki sayfasında hasta adı olarak Reşid yazan bir reçete koçanı vardır.

'KATiL' YAKALANIYOR
Polis ertesi gün öğle saatlerinde katilin bulunduğunu isminin Reşid Mercan olduğunu açıkladı. Polis'in ilk açıklamasına göre Reşid isminden gidilerek, Verem Savaş'ın kayıtlarından kendisine ulaşıldığını, olay yeri civarında sabaha kadar dolaştığını ama silahlı olduğu ve eli de sürekli olarak pardösüsünün sağ cebinde olduğunda yakalamak için boş bir anı beklenmişti. Daha sonraki gelişmeler bu açıklamada yanlış hatta yalan şeyler olduğunu gösterecekti. Mesela, Reşid Mercan'ı polis yakalamamış, o gidip öğle saatlerinde karakola teslim olmuştu.

ÇELİŞKİLİ İFADELER
Reşid Mercan 24 yaşındaydı, babası Süleyman İstiklal Savaşı'nda şehit olmuş, annesi Kâmuran Hanım başka birisiyle evlenmiş, boşandığı bu eşinden de bir kızı olmuştu. Mercan, ortaokulu Robert Kolej'de okumuş, liseye Ankara'da okumuş ama bitirememiş ve askere gitmişti. Belli bir işi yoktu. Mercan'ın Robert Kolej'den arkadaşı olan eski ANAP Millletvekili İhsan Tombuş'un yazdığı "Ankara Cinayeti" adında bu yazı için yararlandığımız bir kitaptan bunları öğreniyoruz. Adli Tıp'a göre Mercan "normalin üstünde bir zekaya sahip, psikopat, üst düzey dejenere, alkol alışkanlığı olan ama akli dengesi yerinde" birisiydi. Bütün yargılama boyunca oğlunun arkasında tek başına duran annesi Kâmuran Hanım ise "oğlunun ağzına içki sürmediğini" söylüyordu. Mercan ilk ifadesinde "Ben veremim, doktora beni sanatoryuma yatırmasını söyledim, ama o ilgisiz davrandı ve bana inanmadı. Tabancayı korkutmak için çekmiştim, bağırınca paniğe kapıldım ve ateşledim" demişti. Ama yine annesi "oğlum verem değildir" diyecekti. Olay anlaşılmış, geriye rutin bir yargılama işlemi kalmıştı. Yani öyle görünüyordu. Gerçi Reşid'e askıda bıraktığı şapka hatırlatılınca "Bir arkadaşımdan ödün almıştım" demiş ama ne hikmetse o arkadaşın ismini sormamışlardı. Ta ki Mercan'a "Silahı nereden buldun" diye soruluncaya kadar. "Silahı 200 liraya ev arkadaşımla birlikte aldık, parayı o verdi ama satıcı onu tanıyınca peşin para bile istemedi" dedikten sonra davanın seyri değişti çünkü ev arkadaşının ismi Haşmet'ti...

ANNENİN FERYADI
Ne zaman ki Savcı, Reşid'in Türk Ceza Kanunu madde 450'den cezalandırılması istedi işte o zaman salon karıştı. Salonda bulunan Kâmuran Hanım, madde 450'nin idam cezası olduğunu öğrenince anne yüreği dağlandı ve çığlık çığlığa bağırmaya başladı: "Ben ona avukat tutacağım sakın karar vermeyin." Salondan zorla dışarı atılırken de oğluna seslendi "Reşid avukat iste, sakın bir şey söyleme!" Mahkeme Başkanı, Reşid'e idam cezası istendiğini açıklayınca tartışmaya başladılar. Reşid, mahkemenin adil olmadığını, isteklerin dikkate alınmadığını ve konuşturulmadığını söyleyerek ekledi: "Orhan Veli'nin şiirinde dediği gibi, yazık oldu Süleyman Efendi'ye..." Çünkü, soyadının olmadığı dönemlerde yani 1934 öncesi ikinci isim olarak baba adı kullanıldığı için, Reşid'in ismi 1934'e kadar Reşid Süleyman'dı. Bu esnada annesi koridorda rastladığı ilk avukatı adeta kolundan tutarak salona soktu. Artık Reşid'in de bir avukatı vardı ve çok güçlü Haşmet'e karşı ufacık da olsa bir dayanakları olmuştu.

GENELKURMAY BAŞKANI'NIN OĞLU HAŞMET
Haşmet Orbay, Genelkurmay Başkanı Kâzım Orbay'ın oğlu ve Enver Paşa'nın da yeğeniydi. Kâzım Paşa, vakti zamanında Enver Paşa'nın yaveriydi. Bu yaverlik esnasında Enver Paşa'nın kız kardeşi Mediha Hanım'la tanışmıştı. Mediha Hanım, ilk evliliğini Adana Valisi Cevdet Tahir'le yapmış, bir oğlu olmuş ama boşanmıştı. Mediha Hanım, çok baskın bir kişilikti ve Kâzım Paşa'nın eşi olmaktan çok Enver Paşa'nın kardeşi olmaya önem veren, asıl statüsü olarak bunu gören biriydi. Haşmet ile Reşid, Robert Kolej'den yakın arkadaştılar. Son iki yıldır da Haşmet'in tuttuğu evde birlikte kalıyorlardı. Daha doğrusu Haşmet, eski arkadaşına kol kanat germişti. Reşid de Haşmet'e karşı sevgi doluydu ve derin bir minnet borcu vardı. Cinayetten 22 saat sonra hemen mahkeme faslına geçildi, Neşet Naci Arzan ismi bir anlamda muhakemeyi hızlandırmıştı. İlk duruşmada şahit olarak ifade veren Haşmet, Reşid'in silah işine ismini karıştırmasına çok sinirlendi. Karşı suçlamaya geçti :"İşssiz ve parasızdı, silah almamı istedi, kıramadım aldım. Gidip zenginlerden tehditle para koparacağını söyledi." Reşid sakin olmanın ötesinde kayıtsız bir tavır içindeydi, zaman zaman uyukluyordu ama bu suçlamaya cevap verecekti: "Hayır, Haşmet'in 1200 lira borcu varmış, bu borcunu kapatmak için bu işe girdik." Mahkeme Başkanı, "Bak şahit bu para koparma işini senin planlandığını iddia ediyor ama" deyince bir süre sessiz kalıp düşündükten sonra "Peki, öyle olsun bakalım" diyecekti. İlk duruşmada ifade veren ve olayın tanığı olan muayenehanedeki kişilere, Reşid Mercan'ı gösterip "Gördüğünüz kişi bu kişi midir" diye bir teşhis sorusu nedense sorulmadı.

YARIN: Mermi kayboluyor ve Nevzat Tandoğan, Reşid'le görüşüyor...