Muhtar Paşa'nın teknolojik köşkü

Gazi Ahmet Muhtar Paşa Köşkü, Kadıköy'de 63 dönüm arazinin en özel bölümüne inşa edilmişti. Köşkte devrin teknolojisiyle her tür konfor düşünülmüştü. Örneğin çatı katında su deposu var ki, bahçedeki kuyulardan pompalanan su, evin musluklarından akıyordu. Çamaşırlar saf suyla yıkanabilsin diye bahçede sırf yağmur suyu toplamak için küpler konulmuştu

Kaynak GAZETE Giriş Tarihi 13 Ekim 2012 Güncelleme 13 Ekim 2012, 00:59
Muhtar Paşa’nın teknolojik köşkü

İÇİNDEKİLER

Trajikomiktir ama maalesef gerçektir: Camekanlı gazete büfelerine, özellikle İstanbul'da, "kiosk" denmeye başlandı. "Köşk" kelimesi bir asırdan fazla zaman geçtikten sonra çıktığı topraklara kiosk olarak dönmüştü. Fransa'da gazetelerin satıldığı bu tarz yapılar "kiosque" olarak biliniyordu, bu kelime de köşk kelimesinden geliyordu. Asıl olarak bizim kameriye dediğimiz çardak türü, içi görünen genellikle kubbeli oturma yerlerine kiosque deniyordu.
"Köşk" kimi kaynaklara göre Farsça, kimilerine göre ise Türkçe kökenlidir; etimolojisi ne olursa olsun bu ülkenin kültürünün bir parçasıdır ve Fransa'ya ve Fransızcaya da buradan gitmiştir.
Değişen dünyada artık İngilizce versiyonu kiosk olmuştur.
Gazete satılan "köşkleri" Paris'ten sonra İstanbul'da ilk olarak Gazeteci Sarrafyan yapmak istemişti. Sarrafyan ismi basın tarihi açısından önemlidir ama fazla bilinmez; onun ismini verdiği İbret gazetesi ise çok iyi bilinir, çünkü özellikle Namık Kemal'in devrin yönetimine şiddetli muhalefeti bu gazete üzerinden olmuştur. Sarrafyan, Namık Kemal gibi Kıbrıs'a giderek orada ilk gazeteyi çıkarmıştır;
Mısır'da olduğu, orada da gazete çıkardığı dönemde ise yolu Muhtar Ahmet Paşa ile kesişmiştir ama bu karşılaşmada Sarrafyan şüpheli olarak izlenen, Paşa ise devlet görevlisi (Mısır Fevkalâde Komiseri) olarak izleyen...
Tarihin ironisidir belki de ama "köşk" denince, sık kullanılan anlamıyla ilk akla gelenlerden birisi, belki de birincisi Gazi Muhtar Ahmet Paşa'nın muhteşem köşküdür; diğer anlamıyla da Sarrafyan'ın açmak istediği gazete büfeleridir. Biz işin gazete kısmını bir tarafa bırakarak Paşa'nın köşküne bir bakalım...

MAALESEF ARTIK YOK
Pek çok Kadıköylü ve Kadıköy'ü ziyaret edenler Paşa'nın köşkünde, daha doğrusu köşkten kalan tek yer olan kameriyesinde oturmuştur ama oturdukları yerin neresi olduğunu bilmez.
Silinen bir tarihin içinde yok olan dillere destan köşk maalesef artık yok ama köşkü görmüş olan değerli yazar Müfid Ekdal'ın yardımıyla zihnimizde canlandırmamıza engel de yok...

63 Dönüm bir bahçe, o bahçede; bin bir çeşit yılın her mevsimi taze üzüm, ayvanın her cinsi, çeşitliliğinden dolayı isimler takılmış kirazlar, fındık, dut, armut, incir, her tür narenciye ve saf zeytinyağı elde edilen zeytinlik... Üstelik bütün bunlar, mis gibi kokan bahçeyi çevreleyen ıhlamur ağaçlarının gölgesinde yetişiyor. İşin en ilginci Paşa'nın bu meyvelerden pek yememesidir.
Bunu da nereden mi biliyoruz; hocalığını yaptığı 'intihar mı etti yoksa öldürüldü mü' diye tartışılan, veliaht iken ölen Yusuf İzzettin Efendi'ye yazdığı, kendi hayat ve beslenme biçimini anlattığı "tavsiye" mektubundan...

MISIR'DAN GETİRİLDİ
Bir Rum kalfanın yaptığı üç katlı bir köşk, alt katta misafir kabul ediliyor, orta katta aile yaşıyor, en üst katta ise hizmetli kadınlar kalıyor.
Köşkte devrin teknolojisiyle her tür konfor düşünülmüş, örneğin çatı katında su deposu var ki, bahçedeki kuyulardan pompalanan su cazibeyle evin musluklarından akıyor. Çamaşırla saf suyla yıkanabilsin diye bahçede sırf yağmur suyu toplamak için küpler konulmuş.
Sera, çamaşırhane, külhanlı hamamın dahi olduğu bir bahçe desek ihtişam belki daha iyi anlaşılır.
Döşemelerin tabanı Mısır'dan özel olarak getirilen hasırla kaplanmış. Bronz ve billur tokmakların açtığı kapılar Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın hayatı kadar görkemli. Kim bu Gazi Ahmet Muhtar Paşa? Bursalı Katırcıoğlu ailesinden Hacı Halil Ağa'nın oğlu. 1860'da Harbiye'yi bugünkü karşılığıyla kurmay yüzbaşı olarak birincilikle bitirir. Esas şöhreti Osmanlı-Rus harbindeki başarısından geliyor.
Meşrutiyet döneminde sadrazam da olmuş, asker ve yöneticiliğinin dışında aynı zamanda bir bilim insanıdır.
Bugün kullanılan uluslararası saat ve miladi takvime geçmeyi öneren ilk Osmanlı; ömrünün önemli bir kısmını astronomiye ayırmış, değerli eserler (bir kitabı Almanya tarafından nişanla ödüllendirilmiş) vermiş. Ansiklopedik malumat ile okuyanı sıkmayalım zaten artık bu tür enformasyonlar bir tık ötede; biz az bilinen ilginç noktalara değinelim.
Paşa, sadrazam olduğunu öğrenince, elleri titreyerek ayağa kalkar ve görülür ki dizleri de titremektedir; şöyle der: "Hikmet-i Rabbaniye! Demek bugün için münasipmiş..." Balkan Harbi bozgunu, en yüksek noktaya çıkardığı parlak askeri ve siyasi kariyerinin kötü bir sonla bitmesine neden olur. İstifasının nedenini İbnül Emin Mahmut Kemal'e şöyle açıklar: İstifama iki sebep vardı. Sadarete haris olan adamlar entrika yapıyorlardı.
Buna ehemmiyet vermedim.
Harbiye nezaretine mahdumu getirmek lazım idi. Çünkü ondan başka işin ehli yoktu. Fakat ben makam-ı sadarette iken mahdumu oraya getirmek muvafık değildi.
Bir fenalık zuhur ederse hakkımda bin türlü şey söylerlerdi, iş kötü olurdu. Bunların bir iş göremeyeceklerini anladım.
Söylediğim gibi mahdumu kendim getirmeyi münasip görmedim, istifa ettim."

GENÇ YAŞTA ÖLDÜ
Günceli ilgilendiren, asker ve sivil bürokrasinin siyasetle ilgisinin tartışılması açısından, bir bilgi verelim: Siyasi kulüplere devam eden memurların müstafi sayılacağına dair kanun Paşa'nın sadareti esnasında çıkmıştır.
Büyük oğlu Nurettin Bey, genç yaşta ölür. İkinci eşinden olan oğlu Bedrettin Muhtar ise 1930'da Cannes'ta ölmüştür. İlk eşin Fatma Zehra Hanım'dan doğan kızı Nimet Hanım, Hasip Paşazade Hasan Şevki Paşa'yla evlenmiştir.
Oğullarından birisi Diplomat Mehmet Ali Şevki Alhan'dır.
Kahire Alman Okulu'nda ve Londra Üniversitesi'nde okuyan M. A. Şevki Alhan, uzun yıllar (1931-1942) Türkiye'nin ABD büyükelçisi olarak görev yapmış ve New York'un en pahalı otelinde ölmüş. İsminin bu günlere kalmasının nedeni ise "Alan Day" takma adıyla İngilizce olarak yazdığı "Pantolonlu Tanrıçalar" kitabının gizemidir.
Zenginliği ve çok çocuk sahibi olmasıyla tanınan, Sultan Abdülmecit ve Sultan Aziz dönemlerinde pek çok kez Evkaf ve Maliye Nazırlığı yapan Hasip Paşa, isminin verildiği mahalleden dolayı değil ama yine ismini taşıyan yalıdan dolayı sık sık zikrediliyor. Yalı günümüzde Özdemir Sabancı'nın oğlu Demir Sabancı'ya aittir.

27 DÜKKANI VARDI
Ahmet Muhtar Paşa'nın ölümünden sonra ikinci eşi Duhter Hanım evlenince, ilk eşinden olan ve kendisi Sadrazam iken Bahriye Nazırı yaptığı oğlu ile büyük bir miras kavgası başlar. Kavgayı oğul kazanır ama onun da başına - yarın yazacağımız gibi- öyle bir felaket gelir ki... Paşa vefat ettiğindeki servetini İbnül Emin Mahmut Kemal şöyle açıklamıştır: Katırcıoğlu Hanı (1 milyon), Mısır'daki emlak (500 bin) Yarım Han (150 bin), Feneryolu'ndaki köşk ve bahçe (100 bin), Mısır'da Osmanlı Bankası'nda (100 bin), Şehzadebaşı'nda 27 dükkan (50 bin), Değerli Eşya (30 bin), Bahçekapıdaki eczane (4 bin). Fatih Cami'inin bahçesinde, Gazi Osman Paşa'nın türbesinin arkasındaki mezarının kitabesinde şöyle yazar: "...
Bursa'da 1255 sene-i hicreyisinde tevellüd eden ayandan sadr-ı esbak müşir gazi Ahmet Muhtar Paşa bin Halil Edhem bin İbrahim Edhem ruhuna rızaenullah Fatiha." Paşa'nın köşkü ve serveti bugüne kalmadıysa da kurucusu olduğu Darüşşafaka dimdik ayakta... Paşa'nın kendisinden meşhur oğlunu ve o oğlun babasınınkinden de fazla bilinen köşküne yarın değineceğiz...

YARIN:
Mahmut Muhtar Paşa Köşkü... Tahrir Meydanı'ndaki görkemli saray ve Kadıköy Kız Lisesi'nin bulunduğu binanın sahibesi kim? Türkiye'de yaşayan prenses, Mısır Kralı Faruk'un neyi oluyor?

TAYFUN ER KİMDİR?
1962
'de Balıkesir-Gönen'de doğdu. İlkokulu Bandırma Vecihibey İlkokulu'nda, ortaokul ve liseyi İzmir Karataş Lisesi'nde bitirdi. Dokuz Eylül Üniversitesi'nde lisans (İnşaat Mühendisliği) ve yüksek lisans (Deniz Yapıları) eğitimi gördü. Çeşitli belediyelerde ve özel sektörde mühendis olarak çalıştı. 2007'de mühendisliğe ara vererek sadece yazmaya başladı. Yazıları; Türkiye'nin çok önemli yayın organlarında yayınlandı. Erguvaniler ve Yalıdakiler adlı 2 kitabı var. İzmir'de yaşıyor.

TAYFUN ER