Simavi savaş açtı
takvim.com.tr
takvim.com.tr
Kaynak GAZETE

Simavi savaş açtı

Süleyman Demirel, Nazmiye hanım hakkında çıkan bir haber nedeniyle Günaydın gazetesi aleyhine dava açtı. Simavi de savaş baltasını çıkardı

1969 yazında, Hürriyet'in sahibi Erol Simavi, darbe gibi bir kararla eski darbeci arkadaşı, 27 Mayıs İhtilali'nin kurmaylarından Orhan Erkanlı'yı gazetenin en tepe noktasına ataması hem gazete içinde hem Babıali'de şok etkisi yarattı. Genel Yayın yönetmeni Necati Zincirkıran, Ankara temsilcisi Cüneyt Arcayürek, yazı işleri Müdürü Ferhan Devekuşu'nun da aralarında bulunduğu üst düzey yöneticiler, bu atamadan müthiş rahatsız olmuşlardı. Her ne kadar Erol Simavi onun yazı işlerine karışmayacağını söylese de bu söylem hiçbir zaman gerçeği yansıtmayacaktı.
Çünkü Erkanlı, her zaman dizginleri elinde tutan insan olmuştu.
Orhan Erkanlı yine Erol Simavi'nin kendisine verdiği Hür Dağıtımdaki görevinden, politikaya atılmak için ayrılacak, bir süre CHP saflarında mücadele verecek ama partide daha fazla yükselemeyeceğini anlayınca kısa süre sonra partiden ayrılacaktı. Tabii yardımına yine Erol bey koşacaktı.
O döneme ait, kapalı kapılar ardında dönen dolapları, bir ara Hürriyet'in yeni yayın yönetmeni olması teklifiyle İstanbul'a çağrılan Amerika muhabiri Muammer Kaylan, İrem Barutçu'ya şöyle anlatıyor; "Orhan Erkanlı'da gazete genel müdürlüğü yeteneği olmadığını gördüm. Çabuk kızan, kızınca da tabancasını çıkarıp masanın üzere koyan bir adamdı. Kendisini hala Milli Birlik Komitesi üyesi gibi görüyor, bu kafayla çalışıyordu. Erol Simavi ise Erkanlı'yı hem kendisini hem de Hürriyeti, yeni bir askeri darbeye karşı korumak ve Haldun Simavi gittikten sonra bozulan düzen ve disiplini yeniden yenilemek amacıyla işe almıştı." Erol Simavi, Orhan Erkanlı'yı 'patron vekili' olarak atamakla, hem gazete içindeki güçleri elinde toplamak istiyor hem de 27 Mayıs'ın güçlü subaylarından birini yanında bulundurmanın rahatlığını yaşıyordu. Çünkü hep üzerinde asker ve ordu endişesi taşımıştı. Erkanlı onun bu endişesine kalkan görevi görecekti bir anlamda. Ama Erol bey tabii ki, o her şeyin üzerinden bir kasırga gibi gelip geçecek 12 Eylül darbesini düşünememişti! 12 Eylül yönetimi, ne 27 Mayıs tanıyacaktı ne gazete patronu...
Peki bu arada Haldun Simavi'ye ne olmuştu?
ŞOK EDEN KARAR
Erol bey sanki duyduklarına inanamıyor gibi, hayret içinde bakıyordu ağabeyine... "Abi şaka yapmıyorsun değil mi?" diye sordu.
Oysa Haldun Simavi'nin şaka yapar gibi bir hali yoktu. Kardeşine açıkladığı bu kararını uzun süre düşünmüş sonra vermişti. 1968 yılının bir Mayıs günüydü ve o gün Hürriyet, kuruluşunun 20. Yılını kutlayacaktı. Küçük kardeşi şaşkınlığa ve telaşa düşüren karar işte o sabah ortaya konmuştu. 'Haldun, Erol'a ayrılmayı teklif ediyordu!' "Artık işlerimiz çok büyüdü kardeşim.
Sen de iyice yetiştin, ben yoruldum, ayrılalım ve yollarımıza ayrı ayrı devam edelim."
Ağabeyinin ağzından dökülen bu cümleler Erol Simavi'yi korkutmuştu.
Çünkü bu kadar büyük bir işin sorumluluğunu tek başına yüklenmek istemiyordu. Ayrıca ya ağabey başka bir yayın organı ile Hürriyet'e rakip gelirse?
Ama ne kadar dil dökerse döksün Haldun Nuh diyecek, peygamber demeyecekti.
Artık iki kardeşi iki ayrı yol bekliyordu.
Bu ayrılık önemlidir çünkü ardından Türk basın tarihinde yepyeni bir efsanenin, Günaydın Gazetesi'nin doğmasını sağlayacaktır.
Peki Haldun Simavi 'yoruldum' demesine rağmen neden yeni bir gazete kurma macerasına girecekti? Bunu da o günkü Hürriyet'in yayın yönetmeni Necati Zincirkıran'ın satırlarından öğrenelim; "Acaba Haldun Simavi kendini kanıtlamak için mi Hürriyet'i bırakıp bir gazete çıkarıyordu? Ne de olsa Hürriyet babadan kalmıştı. Ama en önemli neden, galiba ağabeyin kardeş Erol'un özel hayatından rahatsız olmasıydı! Yarın karşısına kimi çıkaracağını kestiremiyordu çünkü. Ayrıca Haldun Simavi yaradılış olarak bunlara tahammül edebilecek bir insan değildi.
Yazı dizimizin burasında, özel hayat sınırlarını zorlamak istemiyoruz ama Erol beyin ileriki yıllarda Gönül Yazar'dan bir kız çocuğu olduğunu, zaten herkes öğrenecekti. Ve daha sonra Nükhet Duru başta olmak üzere pek çok ünlü hanımla ilişkisinin olacağı gibi... Bir de Simavi bunları hiç saklamıyor, göz önünde yaşıyordu."
Ayrılık gününden yaklaşık bir yıl sonra Haldun Simavi, yine Türk basınının kilometre taşlarından biri olan Günaydın Gazetesi'ni çıkardı. Bu gazete o güne kadar çıkanlardan hayli farklıydı. Bir kere renkli, kocaman resimler kullanıyor, haberleri basit ama halkın anlayacağı bir biçimde kısa yazılarla veriyordu. Daha sonra kimilerinin 'boyalı basın' diye küçümseyecekleri dönem böylece başlamış oldu ve salgın gibi yayıldı.
Başarının bir başka nedeni de Günaydın'ın ofset tekniği ile basılmasıydı.
Ve daha sonra büyük gazetelerin pek çoğu bu tekniğe döneceklerdi.
Yeniliklerden bir başkası ise gazetenin, okuruna 'kar pulu' ve 'pay kuponu' vermesiydi. İnsanlar, yayınlanan bu kuponları kesip biriktiren sonra, üzerinde yazdığı değer kadar özel mağazalarda dağıtılan ürünleri bedava alabiliyorlardı.
Promosyonun böylesi ilk kez görülüyordu.
Öyle ki gazetenin fıkra yazarlarından Aziz Nesin daha sonra, "Gözümle gördüm, gazetenin kuponları Kadıköy'de satılıyordu. Bazı uyanıklar bunları kesip parayla vatandaşlara satıyorlardı" diyecekti.
Haldun Simavi, her adımını halkın beğenisini değerlendirerek atıyordu. Öyle ki kendisine daha sonra katılan Necati Zincirkıran'ın yirmi iki yıl süreyle yazacağı köşenin adı bile 'Düdüklü Tencere' olacaktı. Günaydın böylece, Tercüman ve Milliyet'in tirajlarını geçerek Hürriyet'in en büyük rakibi haline geldi. Doğal olarak kardeşi Erol Simavi'ninde... Peki Necati Zincirkıran nasıl olmuştu da Erol Simavi'nin ve Türkiye'nin amiral gemisi Hürriyet'ten ayrılmış, eski patronu, eski göz ağrısı Haldun Simavi'nin Günaydın'ını tercih etmişti?
Bu sorunun yanıtı, bu sayfanın girişinde yazdığımız satırlarda gizli. Yani Orhan Erkanlı'nın Hürriyet'e en üst düzey yönetici olarak getirilmesidir sebep.
Erkanlı'nın gazeteye gelmesi ile doğan rahatsızlık Necati Zincirkıran'ın Günaydın'ın başına geçmesi ve Haldun bey ile yeniden buluşmasına yol açmıştır.
Diğer yanda ülke, 'hükümet ile bir gazetenin' giriştiği en büyük savaşa da tanık olacaktı. Savaşın çıkma nedeni:
Günaydın'ın yayınlamak istemediği ama gözden kaçan bir haberdi... "İlginç bir iddia; Kardeşim, Nazmiye Demirel'in yakın dostu olduğu için öldürüldü!" Haberin başlığı işte böyleydi.
Kısaca Nazmiye hanımın, kunduracısı Osman Tepe ile 'sıkça görüştüğü' için öldürüldüğü, rahmetlinin bizzat kardeşi tarafından ima ediliyordu. Bu hiç kimsenin istemediği ve onayla-madığı bir durumdu ama ne yazık ki gözden kaçmıştı bir kere. Haber Necdet Onur tarafından yazılmıştı. Ve 15 Kasım 1969 günü sadece Günaydın- Ankara baskısına girmişti. 300 bin tirajın sadece 12 bininde yayınlanmıştı. Ve bundan İstanbul'un haberi olmamıştı.
O gece Necati Zincirkıran yurt dışında, Ankara yazı işleri müdürü Başkurt Okaygün ise Kilis'teydi. Ama tabii ki bunlar özür sayılmadı.
Ankara bürosu müdürü Başkurt bey bir söyleşisinde sonraki gelişmeleri şu cümlelerle anlatıyor; "Haberi yazan Necdet Onur telefon etti. 'Basın savcılığına çağırdılar ifade vermeye gidiyorum' dedi. Günlerden17 Kasım'dı.
Gitti, saat 13.00 gibi yeniden arayıp, bana yatak yorgan hazırlayın Hilton'a (hapishane) gidiyorum' diye... Ve tutuklandı. Bahçelievler'de oturuyordu.
Aynı gece Anadol marka otomobili evinin önünde yandı. Yazı işleri müdürümüz Rahmi Turan hakkında tutuklama kararı çıktı ve Süleyman bey Günaydın'ı mahkemeye vererek 1 milyon liralık tazminat davası açtı." O günün bir milyonu, hemen hemen bu günün bir milyonuydu. Aslında Süleyman Demirel böylesine öfkelenmekte haksız da sayılmazdı. Bu bir namus sorunuydu ve Nazmiye hanım açık açık olmasa bile bu konuda suçlanıyordu. Günaydın'ın özür dilemesine rağmen Süleyman bey bu yazıyı affetmedi. Yayın yöneltmeni Necati Zincirkıran, İhsan Sabri Çağlayangil'i bile araya koyarak söz konusu haberin kendi iradelerinin dışında yayınlandığını anlatmaya çalıştı Başbakan'a... Ama karşı tarafta sanki kapı duvardı... Yazı işleri müdürü Rahmi Turan'ın da tutuklanmasından sonra artık dayanamayan Haldun Simavi savaş baltasını gömdüğü yerden çıkardı... Tarih; 8 Şubat 1970...
Haldun Simavi, Süleymen Demirel mücadelesi Günaydın'ın Demirel ailesinin servetini mercek altına alıp yayınlamasıyla başlamış oldu. İşte Süleyman beyi 12 Mart darbesine kadar götüren haberler ve manşetler; "İfşa ediyoruz... Demirel'lere son 3 yıl içinde devlet bankalarından 26 milyon lira kredi verildi. Ve bu alınan 26 milyon lira borçtan şimdiye kadar tek kuruş ödemediler!" "Türkiye'ye açılan 22 milyonluk dış kredinin yarısını Demirel'ler aldı." "Demirel'ler 4 yıl içinde Koç'tan sonra Türkiye'nin en zengin adamı nasıl oldu?
Devlet Demir Yolları'na ait Ankara Gar Mahalli, Demirel'lere el altından 702 bin liraya taksitle satıldı!"
"4 yıl önce 262 lira vergi veren Demirel'lerin serveti 87 milyon lira!"
Tabii ki gazetenin 'Demireller' dediği, Süleyman bey değil onun ailesiydi. Ayrıca 'sevimli' başbakanımızın soyadını taşıyanlar da pek masum sayılmazlardı. 12 Mart'a giden süreç bu savaşla başlamıştı.
Sonuçta Demirel ve tüm siyasi parti başkanlarının Zincirbozan'daki tutuklanmalarına kadar da gitti. Tabii ki 12 Mart'ın tek nedeni bu 'savaş' değildi ama ilk tetiği sonunda Haldun Simavi çekmiş oldu. Bu kavgayla, 12 Mart'a damgasını vuran komutanların, muhtıra metnine imzalarını gönül rahatlığı ile attıracak süreç de başlamış oldu. Muhtıra metninde darbenin gerekçeleri her ne kadar 'Türkiye'yi anarşi ve kardeş kavgasına sokulması' olarak gösteriliyorsa da, Demirel'in kardeşlerinin onun forsunu kullanarak bir takım işlere attıkları imzalar da dikkatlerden kaçmadı.
GÜNÜN DİĞER HABERLERİ İÇİN TIKLAYIN