Tarihi 2 Kasım 2020

Gerçekçi ve siyaset üstü kentsel dönüşüm

İZMIR depremi bir kez daha gösterdi; deprem Türkiye'nin en öncelikli meselelerinden biri.
Siyaset, ideoloji, kimlik, eğitim veya gelir seviyesi ayırt etmiyor.
Güvenli olmayan binalarda yaşayan herkesin canını yakıyor. İzmir yıllardır CHP'nin yönettiği bir şehir. İzmir ahalisinin önemli bir kısmı "İzmirli" kimliğini Atatürkçü, eğitimli, çağdaş ve kültürlü olmakla özdeşleştirir ve bununla iftihar eder. Niyetim kesinlikle siyaset yapmak değil.
Sadece şu basit gerçeği hatırlatmak istiyorum; Çürük binalarda oturuyorsanız ideolojiniz ne olursa olsun tehlikedesiniz.
Bir diğer gerçek; yıllardır AK Parti'nin yönettiği şehirlerde de, yıllardır CHP'nin yönettiği şehirlerde de çürük binalar var.
Çünkü bu şehirlerin hepsi benzer şehirleşme dinamiklerine sahip.
Hikaye hepsinde aynı; şehir göçle büyür. Konut ihtiyacı ortaya çıkar.
Şehrin eski sakinlerinin yaşam alanı olan bahçeli, müstakil evler yıkılır ve yerine apartmanlar dikilir.
Apartmanların müşterisi ekseriyetle göçle gelen ve şehre tutunmaya çalışan nüfustur. Elindeki kısıtlı imkanlarla başını sokacak bir yer aramaktadır. Dolayısı ile binanın sağlamlığına, zeminin depreme uygunluğuna, kullanılan malzemenin kalitesine çok fazla bakmaz.
Yıllardır İzmir'in, İstanbul'un ve diğer şehirlerin büyümesini sağlayan talep buydu. Arz da buna göre şekillendi. Üstüne bir de devlet otoritesinin Marmara Depremi'ne kadar konuya kayıtsız kaldığı gerçeğini ekleyin. Neticede ortaya çirkin, çok katlı ve sağlam olmayan bir yapılaşma çıktı. Şimdi siyasi görüş, ideoloji, yaşam tarzı ayırt etmeden el birliği ile yarattığımız bu sorunu el birliği ile çözmemiz gerekiyor. Aksi takdirde hepimizin canı yanmaya devam edecek.
Öncelikle içerisinde kentleşme, kentsel dönüşüm, rant, beton, mimari geçen süslü, ahlakçı ve seçkinci cümleleri kurmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Gönül isterki İstanbul'da, İzmir'de ve diğer şehirlerimizde göç dalgasının başladığı 50'ler ve daha sonra 80'lerden sonra yapılan tüm çirkin, çürük ve çok katlı binaları yıkalım.
Yerlerine de o şehirlerin orijinal yapı karakteristiğine uygun, az katlı, bahçeli ve müstakil evler inşa edelim.
Ancak bu pratikte mümkün değil.
Filmi geriye sarmaya ne kaynak ne de zaman yeterli olur.
Yapılması gereken belli;
Şehirlerimizin tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerini muhafaza ederek geri kalan alanlarda kendi kendini finanse eden kentsel dönüşüm modellerini benimsememiz gerekiyor. İstanbul'un güzelim boğazını ve silüetini, İzmir'in muhteşem Kordon'unu koruyalım.
Hatta buradaki yapılaşmayı mümkün mertebe rehabilite edelim. Örneğin muhtemelen bir çoğu çürük olan Kordon'daki çok katlı apartmanları yıkalım ve yerine yenilerinin yapılmasına müsaade etmeyelim.
Keza Boğaziçi'ndeki apartmanlara da benzer bir muamele uygulayalım.
Bununla birlikte bu şehirlerin silüete etkisi olmayan, tarım alanını işgal etmeyen, tarihi bir hususiyeti olmayan daha iç bölgelerinde kentsel dönüşümü hızlandıracak imar avantajları oluşturalım ve hukuki düzenlemeler yapalım.
Ancak kendi kendini finanse eden bir modelle Türkiye'nin deprem sorununun üstesinden geliriz.
Şehirlerimizin tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerini rehabilite eden ancak bunun dışında kalan alanlarda kendi finansmanını üreten bir kentsel dönüşüm modeli gerekiyor. Bu modeli siyasi tartışmaları bir kenara bırakarak aklı selim ile üretebiliriz.
Aksi takdirde her depremden sonra aynı şeyleri tartışmaya, birbirimizi haksız yere suçlamaya devam ederiz.
İzmir depreminde kaybettiğimiz canlarımıza rahmet, yakınlarına baş sağlığı, yaralılara acil şifa dileklerimle...