İKİ yakınımı daha pandeminin yeni modeline kurban verdim.
Çok bilmişler "bu defaki virüs rüzgar esintisi gibi geçip gidiyor" diyorlar ya yalan!
Kendimizi kandırmayı çok seviyoruz.
Umut etmemiz gereken meselelerde kara bulutları evimize buyur edecek kadar karamsar oluyoruz da binlerce can almış bir virüse karşı tedbiri elden bırakıyoruz.
"Maskeye gerek yok" diyenler de var, "sürü bağışıklığını" savunanlar da.
Bir arkadaşıma yakınlarımı kaybettiğimi söyledim de "yok ya gripten ölmüşlerdir" dedi.
Bu kadar çok insanın can verdiği bir meseleyi kendi kafalarına göre bertaraf etmenin her hali mevcut. Çünkü "bize bir şey olmaz!"
***
Her şeyi bilen insanların ekranları ablukaya aldığı bir ülkede bilginin zerre kadar değeri yoksa, hokkabazların ağzının içine düşenler de ayrı bir virüs.
Çünkü bu topraklarda hafızalar itinayla siliniyor ve her şey kaderden biliniyor. Bu kadar aşıya karşılık hala sevdiklerimizi kaybediyorsak bu virüsün hafife alınacak bir tarafı var mı?
Cevap yok!
***
Gündem yaratmanın her şeyden değerli sayıldığı bir düzende "insanlığın önünü açın" diye bağırsak duyulmaz.
"O nafaka şıllığı falanca alışveriş merkezine geliyor" deseler izdiham yaşanır. Popüler olmak sudan ucuz ama onları itekleyen bir sistemin varlığını da kimse inkar edemez.
Bizler çocuklarımıza bir çocuğun nasıl yaşatılacağını öğretiyoruz televizyonlar nasıl öldürüleceğini.
Bizler çocuklarımıza sevgiyi ve saygıyı öğretiyoruz televizyonlar kötülüğün ve kolay zenginliğin her halini.
Böyle bir düzende bilinçaltına yüklenenlerin önünü kesmek kolay mı?
Her şeyi bilenlerin hiçbir şey olmadıklarını anlamak mümkün mü?
***
Sinsi bir virüse karşı güzel dostlarımı kaybettim. Alişan'ın kardeşi Selçuk Tektaş'a hala ciğerim yanıyor.
Tanıdığım en iyi insanlardan biriydi, gençti, kibardı her şeyden önemlisi iki küçük çocuğun babasıydı. Bütün çocuklar için içi yanan ana evladıydı. Ne güzel umutları vardı yarım kaldı.
***
Eğer iyi bir yüreğe sahipseniz, sevdiğiniz insanları kaybettiğinizde kendinizden bir parça eksildiğini fark edersiniz. Etrafınızdaki kötü insanlar da vardır. Onların paralarından başka bir şeyleri de yoktur, insani değerlerle ilgileri de. Bencil ve küstah olmayı ayrıcalık sayanlar alçak bir ruha sahip oldukları için insanlara yüksekten bakarlar.
Benim yakınımda da onlardan birkaç tane mevcut, onların gözlerini toprak da doyuramaz.
Onlar paralarıyla yaşadıklarını zanneden "kayıp" insanlardır.
Belki de o yüzden virüs bile onların yanlarına yaklaşmaya "tenezzül" etmiyor.
Ben günah işlemedim
Sadece seni sevdim
Aşka gücüm yetmedi
Kadere boyun eğdim
Hiç sevmedim bu kadar
Ne gecem var
Ne gündüzüm
Şarkılarda matemi var
Yarım kalan öykümüzün
Gurur aşkı ziyan eder
Sözümü tutacağım
Seni unutacağım
Aşk romandı eskiden
Seven kızın romanı
Şimdi veda zamanı
Hakkı YALÇIN
MUTLULUK TAKVİMİ
Kendine kahve ısmarla.
Lüks mağazada alacaklı gibi dolaş.
Yaşlı insanların hüznüne ortak ol.
Okullarda çocukların düşleri de ders olarak okutulmalı.
ZIKKIMIN KÖKÜ!
Ekranlarda en çok yemek programlarına takıntım var.
Hiçbir şey üretmeden önlerine konan tabakları "görmemiş gibi" yiyen adamların topluma vereceği mesaj ne olabilir?
O yemekleri kendileri mi yapıyor?
Hayır. O yemeklerin parasını mı ödüyorlar? Hayır.
Ağızlarını şapırdatarak yemeğin lezzetli olduğunu işaret etmek ustalıksa, sokaktan herhangi bir çocuğu o sofraya koysunlar da o çocuk göstersin lezzetin fotoğrafını.
Beleş yemekçiler zıkkımın kökünü yesin de o zaman görelim yüzlerindeki ifadeyi.